USTAA .. USTAA.. ŞOO  SALLANANI DA !..

          Ahmet yedi-sekiz yaşlarındaydı. Kapılarından ağıtlarla yaşlı, uzun sakallı tabuta konmuş birisinin önce camiye, namaz kılındıktan sonra da defin için mezarlığa götürüldüğünü zar-zor hatırlıyordu.

          Ziya usta hanımı Güldane öldüğünde takriben yetmiş yaşlarındaydı. Aradan bir müddet geçtikten sonra ev-bark kokmaya başlamıştı. Yalnız kaldığı geceler de evin duvarları adeta üstüne, üstüne devriliyor gibiydi. Evi çevirecek bir kadına ihtiyaç olduğu kanısına vardı. Bu yüzden dolayı yaşlı olmasına rağmen evlenmek zorundaydı. Özbağ köyü ona dar geliyordu. Konu- komşunun araya girmesiyle ev komşularından kocası ölmüş kırk beş- elli yaşlarında duvar dibi bekleyen kimsesiz Seher kadınla evlendirildi.

          Yaşlı ve hasta olması Ziya ustaya evliliğinin devamını  getirmesine engel olmuş, hanımı Seher’ i tekrar dul, ondan doğan Ahmet’le beraber iki oğlan bir kız çocuğunu da yetim koyup dünyadan göçürtmüştü.

          Eve geçim lazımdı. Seher kadın konu-komşunun ekmek pişirme, mantı kesme, kemre yapma, yün yıkama, temizlik gibi işlerine ücret karşılığı giderek çocuklarının rızkını temin ediyordu.

          Ahmet akranlarına göre yaşından umulmayacak kadar daha olgun bir yapıya sahipti. Bir yandan okuluna devam ediyor, bir yandan da uzun yaz tatillerin de sığır, dana, koyun güden çobanlara bazen ücret karşılığı bazen de karın tokluğuna çeltek durarak evlerinin geçimine katkıda bulunuyordu.

          Babası Ziya usta zamanın da köyün de ve çevre köylerde ahır, samanlık, duvar, ev yapımın da aranan parmakla gösterilecek inşaat ustalarından birisiydi. Temele taşları özenle adeta nakış işlercesine harçla karıştırıp dizişini, ana ve yavru kerpiçleri kaynaştırarak örüp duvarları yükseltişini hangi deprem ve artçıları yerinden oynatabilirdi ki ? İnşaat bitimi sıva yaparken mala çamurla veya harçla adeta dans eder, aradan yıllar geçse de duvarda çatlama ve dökülme görüldüğü olmazdı.

          Ziya usta ölümünden birkaç yıl sonra oğlu Ahmet’in rüyasına girerek sanatının bütün inceliklerini ona bir-bir öğretti. Yıllar sonra Ahmet de babası gibi Özbağ ve çevre köylerin aranan inşaat ustalarından birisi olmuş, temsilde hata olmasın ataların “ Boynuz sonradan çıkar ama kulağı geçer” sözü misali babasından daha ileri gitmişti.

           Ev, bark, çoluk, çocuk sahibi olmuş, artık ona Özbağ ve çevre köyler dar gelmeye başlamıştı .Ani  bir kararla çifti-çubuğu diğer kardeşlerine bırakarak Kırşehir’ e göçtü. Birikintisiyle bir arsa alarak kapı ve penceresine kadar her şeyi kendi el emeği olan tek katlı müstakil önü bahçeli bir ev yaptı. İş bulamadığı, aç kaldığı günleri olsa da orada-burada amelelik, ustalık yaparak kısa süre de tanınıp aranan inşaat ustalarından biri olması fazla uzun sürmedi. Namı Kırşehir’ de duyulduğunda gerek devlet su işleri, gerek nafıa  ve karayolları köprü, menfez, çeşme , okul, cami gibi yaptırılacak işlerde artık onun kapısı çalar olmuşlardı.

           Ahmet usta kendisini aşmış artık kabına sığmaz olmuştu. İş teklifleri çok oluyordu. Fırsatını bulursa götürü iş alarak arada taşeronluk ta yaptığı oluyordu. Şehrin gözde usta ve amelelerini yanında toplayarak bir ekip kurmuştu. Ticaretinde doğruluk ve dürüstlüğü kendisine görev edinmişken hile ve kaytarmayı, bozuk-çürük malzeme kullanmayı şerefsizlik olarak nitelemişti. Yanın da çalıştıracağı ustaları “ Kılı kırk yararak ” seçerken onlara da doğruluğu ve dürüstlüğü görev edinmeyi yeğlemişti.

           Ahmet usta ekibiyle bir inşaat ta çalışırken gelenin-geçenin merakla sorduğu “ Neden, niçin, nasıl olacak, ne olacak, kim yaptırıyor, kaça mal olacak? ” gibi usta ve ameleyi meşgul eden lüzumsuz  sorulara çok gıcık oluyordu. Bu sorulara cevap vermek için boşta gezen bir yakınını amele ücreti ödemek suretiyle görevlendirmiş, bu sayede aklı-fikri dağılmadan işinde-gücünde oluyordu.

           Ahmet usta kazandıkça kar getirecek başka yatırımlara yöneliyor, bu sayede de boşta gezenlere ekmek kapısı açmış oluyordu. Biriketçilik onun iş sahasına girdiği için kiraladığı bir boş arsada imalata geçmesi fazla uzun sürmedi. Biriket alacak adamın ilerde başı ağrımaması için malzemede hileye kaçmıyor, başkalarının bire sattığını o bir buçuğa satmak zorunda kalıyor, bu yüzden de “ pahalı ”diye alıcısı olmuyordu. Başka yerden ucuz biriket alan müşterinin  bir yıl sonra kötü malzemeden dolayı çürüyüp duvarının çökmesiyle aklı başına geliyor,  “eyvah” fayda etmediği için “ Sen haklıymışsın Ahmet ağa, ver de biriketi kaça verirsen ver, inşaat bana kaça mal oldu ” gibi sözleri duyduğunda müşteri memnuniyetinden gözleri ışıl -ışıl oluyorken dürüstlük bu meslekte de onun önünün açılmasına yardımcı oluyordu.

           Taşeronluğunu yaptığı inşaatlarda kendisine gözü gibi güvendiği Tekin ustayı amelelerin yemesinden, içmesinden, maaşından sorumlu tutsa da yine de “ Ne olur, ne olmaz ”diye arada inşaatları kolaçan etmeyi ihmal etmezdi.

           Günlerden bir gün amelelerin paydos saati yaklaşırken Tekin ustanın eli-ayağı titriyor, kendi kendine “ Ben bu işten nasıl sıyrılacağım, derdimi kime diyeceğim, kimden isteyeceğim ” diye dışarıdan duyulacak şekilde sızlandığı oluyor, bir yandan da “ Acaba Ahmet usta gelir mi?” diye ümitle yola bakmayı ihmal etmiyordu.

            İnşaata gelirken her gün ki gibi o günde sabahtan Ahmet ağanın iş yerine uğramış, amele ve ustaların gündelikleri ile yeme-içme gibi günlük zaruri ihtiyaçları olan paraları almış, aksilik olacak ya çocuğu hastalanmış, doktordu, ilaçtı derken bu paraların bir kısmını harcamış, bunu da tedarik edememişti. “Usta ve amelenin parasını vereyim, onlar gelmezse iş yatar, şoo gelene-gidene cevap veren Cemal’in parasını yarın vereyim, nasıl olsa o Ahmet ağanın adamı ” diye düşünür. Zaman hızla tükeniyor, paydos saati yaklaşıyordu. Durumu Cemal’ e birkaç kez iletse de ondan “ Param da, param ” cevabını alsa da yine de ümidini kesmemekte, bir yandan duvar örmeye devam ederken bir yandan da bıkıp usanmadan Cemal’i yalvararak ikna etmeye çalışıyordu.

           Parayı alamayacağını anlayan Cemal işi zorbalığa dökerek önce bağırıp çağırmaya, sonra   da usta ve amelelerin ellerinde ki kazma, kürek, mala, çekiç, balyoz gibi aletlere dilinin döndüğünce kızgınlıkla sövüp sayarken onların “ Sonra beni döverler korkusuyla ”şahsına küfretmemek için kelimeleri seçerken gayet itina gösteriyordu.  Tekin usta elindeki biriketi duvarın üstüne koymuş onu  şakule uydurmaya çalışırken kulağıyla  Cemal’ı dinlemeyi de ihmal etmiyordu. Cemal kızgınlık ve öfkeyle ne dediğini bilmez bir duruma gelmiş, gözünün gördüğü, , adını bildiği alet ve edevatın hepsini dilinin döndüğünce küfür etmek suretiyle sıradan geçirmişti. Başını “ Ya paramı verirsin ya da seni şurada delik deşik ederim ” diye Tekin ustaya çevirdiğinde gözü duvarda sallanan şakule takıldı. Ona da bir güzel küfür edecekti ama kızgınlıkla şakul ün adı aklına bir türlü gelmiyordu. Sıkıntı ve stresin verdiği bir ifadeyle sesini yükselterek “ USTAA… USTAA... ŞOO SALLANINIDA !...” gerisini getiremedi, sırtından adeta bir kova ter boşanmış, o kadar rahatlamıştı ki. Birden öfkesi geçmişti. Az sonra başı önüne eğik utangaç bir ifadeyle “ Kusura bakma Tekin usta, akşam eve varınca hanım huy edinmiş gibi elimdeki günlük yevmiye mi alıyor da. Boş gidersem beni azarlar ….”. Birden gözlerinden silmekte zorlandığı yaşlar boşanmaya başladı …

ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN
( Usta Usta Şoo Sallananıda başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 2.03.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.