Dağların doruklarından kopan rüzgârın yamaçlardan ve ağaçlardan kaldırdığı taze karlar aşmam gereken vadiyi aşılmaz hale getirmişti. Yapacak bir şey yoktu. “ Ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin.” Bu diyardan gitmek olmaz. Daha çok erken. Yaşamın güzellikleriyle henüz tanışıyorum. İlk gençliğimin başta kavak yellerinin estiği kural tanımaz yıllarımın zevkini yeni yeni tadıyorum… Her yıl yeni bilgiler öğrendim. Ortaokuldan sonra öğrenimimi devam ettireceğim. Geleceğe ait güzel ümit ve beklentilerim var… Git başımdan ölümün soğuk yüzü! Yaşamak istiyorum.

 

Karın yollarımı bu ölçüde keseceğimi tahmin edemedim. Biraz da gurur yaptım. Arkadaşlarımdan ayrılmanın aymazlığını acı bir biçimde yaşıyorum. Adım adım, bata çıka yol alırken fırtına bir kez daha koptu. Rüzgâr yeniden uğuldamaya bağladı. Taze karlar sanki azıcık esinti bekliyordu. Kısa sürede çevremde kar bulutu oluşturdu. Fırtına şiddetini iyice artırdı. Göz gözü görmez oldu. Tipinin tam merkezinde kaldım. Görüş mesafem sıfırlandı. Hangi tarafa gideceğimi şaşırdım.

 

Tarih dersinde okuduğumuz Ergenekon Destanı’nı anımsadım. Atalarımızın nüfusları artınca sıkışıp kaldıkları topraklardan bir boz kurdun kılavuzluğunda kurtulmuşlar. Beni ancak yaşama ve mücadele edebilme iradem kurtarabilirdi. İçinde bulunduğum bu umarsız durumda imdadıma gelecek bir âdemoğlu yoktu. Hele kurt gelmesini hiç istemezdim.

 

Fırtınanın azıcık durulmasını günlerimin bitmediğine yorumladım. Yürürken oluşturduğum ayak izlerimin doğrultusunda ileri doğru yürümeye başladım. Sırtın eteğine iyice yaklaştım. Önüme daha büyük bir set çıktı. Rüzgâr bana yine bir azizlik yapmıştı. Sırtın eteğinde boyumu geçecek yükseklikte bir kar kürtüğü oluşturmuştu.

 

Birazcık dinlendim. Şanssızlığıma üzüldüm. Bu kadar da zorluk olmaz ki! Nasıl bir günah işlemiştim. Bugün önüme çıkan zorluklar hangi büyük günahlarımın kefaretiydi! Yola devam etmekten başka da bir seçeneğim yoktu…

 

Ya Allah ya bismillah deyip Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinde heyecandan atını denize sürmesi gibi boyumu aşan kürtüğe daldım. Padişahta heyecan ve hırs vardı. Bende ise korku ve tedirginlik. Ya kürtüğü yarıp geçemezsem… Hayli zaman debelendim. Boğazıma kadar karların içine saplandım. Kuvvetim kesildi. Fakat başarma azmim hiç azalmadı. İç sesim ‘Ha gayret sen başaracaksın’ diyordu.

 

Kürtüğü yarıladım. Sırta varmak için önümde çok az bir mesafe kaldı. Rüzgârın uğultusu yine başladı. Korku duvarını aştım. Tipiyle nasıl mücadele edeceğimi öğrenmiştim.  Çevremde kar fırtınası duruluncaya kadar fazla hareket etmemek. Olabildiğine aklıma güzel anılar getirmek. Güzel anıları düşüneyim derken ilkokul yıllarımdan önce bire bir tanık olduğum bir hazin olay gelip usuma takıldı. Şubat tatili için Cilavuz Köy Enstitüsü öğrencilerinin ailelerini ziyarete gelirken Sahara Dağı’nda donma olayı.

 

Rüzgârın hızı iyice artınca çevremde bir kasırga oluştu. Tipi karları gözlerime dolduruyordu. Gözlerimi kapayıp bildiğim duaları okumaya başladım. Allah’a yalvarıyordum. “Rabbim bu fırtınayı, tipiyi erken dindir… Şurada çok az yolum kaldı…” Bir taraftan da yıllar önce tanık olduğum olay film şeridi gibi gözlerimin önünde canlandı.

 

Henüz dört yaşında bir çocuktum. Karlı bir güne gözlerimi açmıştım. Benim boyumda kar yağmıştı. Meyve ağaçları, orman bembeyaz karlara bürünmüştü. Ablam hayvanları yemlemiş eve girerken bende onu seyrediyordum. Üşüyen ellerine üflüyor, bir taraftan da elbiselerine bulaşan karları silkeliyordu. Ablamın anneme söylediği sözler hepimizi hayrete düşürdü.

 

“Az önce derinden sesler duydum. Yaylaların tarafından geliyordu sesler…” Köyden uzak kır evimizin yakınında komşumuz yoktu. Annem:

 

“Bu karda, kıyamette dışarıda kim olabilir.” Diyerek ablamın sözlerine bir anlam veremedi. Biraz sonra sofranın başına dizilip sabah çorbamızı içtik. Yemekten henüz kalkıyorduk, dışarıdan karabaşın acı acı havlamasını duyunca önce annem, ablam ve küçük kardeşimle dışarı çıktık. Evimizin ilerisindeki derenin karşı yakasında karlara bürünmüş iki adam evimize doğru geliyordu. Babam evde yoktu. Adamlar son güçlerini harcayarak yanımıza yaklaştı. Zorla konuşuyorlardı:

 

“Allah rızası için bize yardım edin. Kapınıza sığındık. Aç ve bitap düştük. Büyük bir tufandan dönüyoruz…”

 

Adamları eve buyur ettik. Annem çabucak misafirlerimin önüne yemek koydu. Sobamızın yanmasına diyecek yoktu. Misafirler kendilerini tanıttı. Komşu Yavuzköy’denmişler. Okuldan dönen öğrencileri karşılamak için önceki gün yola çıkmışlar. Yemek yiyip su içince konuklarımızın gözlerine ışık geldi. Yaşadıkları dramı kısaca anlattılar.

 

“İlçeye, öğrencilerin Ardahan’dan yola çıktıklarını telefonla bildirmişler. Haberi duyunca hemen yola çıktık. Sizin kışlaları geçince akşam yaklaşıyordu. Dağın eteklerine vardığımız zaman karanlık çöktü. Kar yağışını iyice artırdı. Ne yapacağımızı şaşırdık. Derinden sesler gelmeye başladı. Bu sesler dağı aşıp güçlükle yürüyen öğrencilerin sesiydi…”  Annem, ablalarım ve kardeşimle sessizce dinliyorduk. Sözü diğer adam aldı:

 

“Ancak 4 çocuk gelebildi yanımıza. Kafile 6 kişiymiş. Sahara dağının doruklarında tipiye tutulunca paniklemişler. Herkes kendi canını kurtarma telaşesine düşmüş. Bir arkadaşlarının biraz yukarıda karlara saplandığını söylediler. Gidip o öğrenciyi bulduk. Karlara gömülmüş upuzun yatıyordu. Maalesef donmuştu! Yapacak bir şey yoktu. Bir öğrencinin çok gerilerde kaldığını öğrendik. Onu aramamıza imkân yoktu.

 

Donan çocuğun cesedini arkadaşımla sırayla taşıyıp sizin köyün kışlalarına getirdik. Bir taraftan da yürüyecek güçleri kalmayan diğer öğrencilerin bizimle gelmesini sağladık. Dün gece sizin kışlada sabahladık. Şimdi gidip köye haber vereceğiz…”

 

Yavuzköy’lülerin bizde çok kısa süre kalıp karınlarını doyurdular. Gözleri ışıdı. Hiç zaman kaybetmeden köylerine gidip kışlada kalan öğrencileri almak için komşularına haber vereceklerdi. Zaman kaybetmeden yola çıktılar.

 

Kar yağmaya devam ediyordu. Önleye doğru Yavuzköy’lülerin kafile kafile dağa doğru yürüdüler. Kardeşimle sık sık dışarı çıkıp yoldan geçenleri gözlemledik. Akşam yaklaşmıştı. Kafile geri dönüyordu. Omuzlarında bir sal taşıyorlardı. Salda taşıdıkları önceki gece dağda donan gencin cansız bedeniydi.

 

 O kış bahara kadar Yavuzköy’lülerin günlerce kaybolan öğrenciyi aradılar. Evimizin önünden ellerinde küreklerle Sahara Dağı’na gidip döndüler. İlkbaharda bizim yukarı yayla dediğimiz yaylada bir yayla evinde donmuş olarak bulundu o talihsiz gencin cesedi. Çocukluk yıllarında birebir tanık olduğum hazin olay buydu.

 

Eğer eve varamazsam ben de Sahara Dağı’nda donan öğrenci gibi donacaktım. Çevremde fırtına, boran göz açtırmamacasına devam ederken sal üzerinde taşınan gencin hayali geldi gözlerimin önüne. O olay hafızamda bir kez daha canlandı… Eğer evime varmayı başaramazsam donup karların altında kalmam mukadderdi. Benim de cansız bedenimi günler sonra bulup sal üzerinde taşlayacaklardı.

 

Uçsuz bir korku sardı yüreğimi. Tipi de şiddetini gitgide artırıyordu. Yine de korkmamam gerektiğini anımsadım yeniden. Korkmak, ümitsizliğe kapılmak zamanı değildi. Hayat güzeldi. Yaşamak için mücadeleden kaçmamak gerektiğini anımsadım bir daha. Zaten yolun çok az bir kısmı kalmıştı. Önümdeki tepeyi aştığımda evimize iyice yaklaşmış olacaktım.

 

Son bir gayretle yüzümü karla ovdum. Kollarımı omuz diplerinden hareket ettirdim yeniden. Tipinin çıkmasıyla yerimde durarak epeyce dinlenmiştim. Son bir hamleyle ara ara boyumu geçen karların içine bir kez daha daldım. Bir köstebek gibi kendime yol açıyordum. En sonunda sırtım zirvesine vardım. Zirvede kar yoktu. Kurtulmuştum. Derin bir nefes aldım. Yaşam benim için yeniden başlıyordu. Annemden yeniden doğmuşçasına mutlu oldum.

 

Yorgunluk, tedirginlik, korku yerini tanımsız bir sevinç aldı. Yanaklarıma dokunduğumda bir şey hissetmiyordum. Yüzüm yanıyordu sanki. Yine de mutluydum. Önümde düz çayırlar vardı.

 

Bir hamlede ileri atıldım. İleri atılmamla gümmm diye bir sesle irkildim. Rüzgâr durmuş, tipi hızını kesmişti. Lakin çevrem kesif bir kar sisiyle kaplandı. Şaşırıp kaldım bir anda. Boyumu aşan karlardan kurtulmanın coşkusuyla hafif yükseklikteki sırttan düzlüğe atlamıştım. Düzlükte çığ olamazdı. Gümmm diye bu ses nereden çıkmıştı? Çevremi niçin yeniden kesif kar bulutu sardı?

 

Bardan bardan yağan taze karlar fazla sıkışmaz üst üste hafif bir biçimle yığılır. Aniden karların üstüne atladığımda büyük depremlerde toprakların yer altına göçmesi gibi taze karlarda bulundukları yere yerleşmiş. Duyduğum ses karların çökmesinden oluşan sesti. Kar bulutu dağılıp çevremi gördüğümde geniş bir alanda karların yerleştiğini fark ettim. Kısa süre bir şok yaşadım. Yaşamımın en zorlu bir öğleden sonrasını yaşıyordum. Böyle bir olayla ilk kez karşılaştım. Hayat bu, kim bilebilir az sonra nelerle karşılaşacağımızı?

 

Bu olay kış mevsiminin önüme çıkardığı son acı sürpriz oldu. Korkmadım dersem yalan olur! Derin derin nefes alarak bir kez daha yeniden güven tazeledim. Önümde rüzgârın süpürüp temizlediği çayır uzanıyordu.  Moralim yerine geldi.

 

Geçen yıl mayıs sonunda bu çayırdan geçtiğim anları anımsadım. Doğa yemyeşil çimenlerle süslenmişti. Beyaz papatyalar, fundaların diplerindeki mor menekşeler ne kadar güzeldi. Kelebeklerin uçuşu gözlerimin önünde yeniden canlandı. İftihar listesine geçmiştim. Uçarcasına gidiyordum. . Bu kez kelebeklerin yerine bembeyaz karlar uçuşuyordu. Gökten benek benek yağan karları izlemek de güzeldir. Nasıl olsa eve yaklaşıyordum. Donma gibi bir tehlike benden tamamen uzaklaşmıştı…

 

Eve yaklaştığımda iyice yaşlanan sadık köpeğimiz Karabaş karşıladı beni. Hava kararmıştı. Köpeğin arkasından babam geliyordu. Annem de hemen yanı başındaydı. Kollarını açıp beni kucakladı sevgili anneciğim. Tüm bedenimi dayanılmaz bir duygu kapladı. Ağlamaya başladım… Kendimi kontrol etmem bir türlü mümkün olmuyordu. Gözyaşlarım seller gibi akmaya başladı. Bunlar benim hayat ağacımı suluyan mutluluk pınarlarıydı. Ağladıkça ferahladığımı hissettim. Çabucak soba yanan odaya girdik. Tüm aile bireyleri çevremi sardılar. Çevremde gökkuşağı benzeri bir mutluluk halesi oluştu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


( Tipi Iı- Çocuk Hikyesi başlıklı yazı sahara tarafından 3.03.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.