Neydi sendeki tılsım?
Suya sızan Ebru, Ebru, ya işleyen sır mıydın?
Kanlı adaklar adanan ziyaret olmuş bir türbe,
üstüne gül suyundan örtüler örtülen kutsal bir yatır, mıydın?
Ziggurat, ların serinliğinden firar etmiş bir Babil prensesi gibi gelirdin çölüme.
Nil, in suları gibi kucaklardı beni esmerliğin.
Sarılırken, incitmeye korkardım tenini.
Tenin ki…
Dokunmaya korkulan çıt kırıldım bir Tanrı heykelciği…
Sabah olmadan, Misvak ağacının dallarıyla silerdim ayak izlerini!
Kimseler bulmasın,
kimseler bilmesin diye seni.
bendim ateşle barutun öpüştüğü infilak!
bendim okyanusa kavuşmaya yeminli ırmak
sadece senin sularında yüzmek isterdim
ardımda denizler bırakarak
Karaşın bir çöl Bedevisiydim.
Sırf sen geleceksin diye beklerdim bu ıssız çölü!
Sen seviyorsun diye kıl çadırıma amber kokulu tütsüler yakar,
Sırf senin saçlarına takmak için.
Sfenkslerin gölgesine gizli gizli safran tohumu ekerdim.
Kanımla, terimle sulardım kumu.
Nöbet bekler gibi beklerdim.
Şakiler talan etmesin diye, uç veren filizlerini…
Neydi sendeki efsun?
Gaipten duyulan sesler gibi çınladın kulaklarımda.
Çölde görülen bir serap gibi peşinden gittim, körü körüne!
kırıldıkça gürleşen martı teleği
aktıkça köpüren ırmak mıydın?
her mevsim senin hasadın kalktı tarlamdan
bire kırk veren toprak mıydın?
Bu çirkin, bu kokuşmuş hayata rağmen…
Ah nasıl güzel sevdim seni böyle…
İlyada, dan kalma bir destandı sevdam!
Seni sevmekten başka hiçbir şeye öykünemezdim.
Bir tek senin gölgen gelirdi gölgemin üstüne.
Senin kokundan başka koku tenime sinmez,
senin rüzgarından başka rüzgar saçlarımı dağıtmaz,
senin yağmurundan başka yağmur yağmazdı üstüme!
Sen gitmiş olsan bile…
Bir kadın gözlerime biraz derin baksa,
seni gördü gözlerimde!
Tozlu bir Tümülüs, ten çıkan,
küçük bir gözyaşı şişesiymiş kalbim!
Senden başka…
Kimse sığmadı içine…