Sıfatları yorabilirim bilumum ismin sol hizasında da bir satır aralığı: sonra da deşerim heceleri ve irili ufaklı soru işaretleri eklerim bir yandan aklımın lehiminde içimin kırıntılarını topladığım bir tabak büyüklüğündeki yüreğim.

 

Öyle minyon göründüğüne bakmayın kelimelerin: can çıkar huy da çıkar, kabulünden benimkisi. Huylarımı rafine ettiğim bir güzergâh yine aklımın peştamalı hangi imgeyse geceye damgasını vuran.

 

Kem gözlerin methine istinaden daha da küçüldüm bu aralar. Eşrafın sitemi de bire bin katarken, uyutulduğum hücremde bir iğne başı kadar minik içimdeki huzur aslında aklımın balyalarına hürmeten, leb demeden leblebiyi yutanlara isyanım.

 

Bir gölge iken körelen, bir yastık kadar da yumuşak ve yapışkan yine aşkın mizacı, sonramı güncellemek adına eş dost hatırına şunca kelam sonra da diri bir hüznü baş tacı ettiğim bir yandan da içime kurt düşüp de kurdu evlat bildiğim bir anne sıcaklığında yine içimin ilklerini iliştirdiğim şecerem.

 

Bir yanımda hüsranla yolculuğum diğer yarımı ise el yordamı görücüye çıkardığım bir ilkbahar yorgunluğu.

 

Anam babam, derdim tasam hep yorgun: içimin mizacının yorgun tayfası ve öbek öbek aklın hizasında sıra dışı bir tümsek: kayıp düşmeme ne hacet hepten yüzüm gözüm çizik içinde.

 

Aklımın perendelerine eşlik eden hoşluk ve şefaat zincirinden iri yarı bir tümce yine adam boyu sevdaların göz hizasında kuru sıkı atış yaptığım bir talim değil de bir terbiye çerçevesinde, bir vesikalık gülümseme yine yüzüme yapışan ve kaygan zeminde takla atmaya dünden razı içimin ifşasında dış görünümü hayli yorgun belki de metazori bir güdümleme.

 

Sanatın zirvesinde bir adam.

 

Aşkın kisvesine kulp takan hüsran yüklü beyanı yine evrenin vuku bulduğu bunca sözcükle yıkanıp da hecelere bölündüğüm kadar paramparçayım.

 

Aslıma itaat ettiğim.

 

Yalanları kulak ardı ettiğim.

 

Yalan söylemekten aciz bir kuru kafama bir de atalarıma methiyeler dizdiğim.

 

Solumda yangın. Sağımda Rahman.

 

Yüreğimde yorgun ve tezat bir yönerge yine kendi ayağımla kendimi idam sehpasına attığım.

 

Zakkumların kokusuna hasretim belki de anne kokan her çiçeği sahiplenmemdir yine yürekten yüreğe akan ırmağın kuruyan haznesinde bir kelime ekip de zihnimin derinlerine bir hikâye ağacı yaratacağıma inandığım.

 

İnandığım martavallar.

 

Sevip de sevilmekten haz etmediğim.

 

Acıdan beslenen ruhum.

 

Acımak değil de aykırılığımı ört bas etmek adına bir de yalnızlığımın kabrine çiçekler ektiğim.

 

Eğriden doğruya geçiş hali hazırda bilek gücümden bihaber aslında aşkın rövanşında ben nefreti öğrenmeye kalkışıp da yüzükoyun serildiğim.

 

Sevmeyi öğretirken gelip de çaldılar kapımı.

 

Sevmeyi arz etmiştim sevilmekten yana derdimi kıstas bilip bu kez alay ettiler, diyenlerin yalancısıyım.

 

Bir tebessüm daha donuyor dudaklarımda.

 

Bir güne daha eksiliyor beyaz sayfadan ve beyazı katık ediyorum gecenin karasına banıp aslında aşkı heba ediyor yüreğim belki de yüreksizliklerine bakıp daha da seveceğim geliyor.

 

Bir kıyımdan kaçarken bir de yağmuru beklerken tutulduğum doluya şükrüm ve minnetim.

 

Adam gibi sevmeyi öğrenemedi gitti insanlar.

 

Kadın, dediler. Tırmıklarını gösteren ahkâmlarla çocuk yanımı deştiler belki de maruz kaldığımı inkâr ettim.

 

İddia ettiler.

 

İtirazım döndü hep hangi makamsa hangi kanatsa hangi yaraysa daha de derine uzandı ve uzandım; uzattığım değil de kısaltmayı beceremediğim hayat hikâyem.

 

Bir güldüğüm ve bir kez daha ve tehir etmeyi umduğum hüznümü sağaltan bir duyguydu kırılganlığın ayyuka çıktığı aslında gök kubbenin nazarında kopuk ayağı kaderin, donuk yüzü hayallerin ve bitimsiz umutların ket vurulduğu o aydınlık odada yeşeren bilumum hatıra ve mazi kalıntısı üç beş resimle boy ölçüşen cüssesi şiirlerin.

 

Yarım yamalak bile sevmeyi beceremezken ne anlamı kaldı benim büyük ölçekli sevgi hikâyelerimin?

 

Sevmeyi yakıştırdım kendime madem sevip de dirilmeyi sadece ben mi şart koştum da her acımı sevgiye katık yaptım sonra da büyüdüm gözlerinde kaderin: aslında küçülen göz bebeklerimde hep kayıt dışı sevgiler mimledi nefreti; nefret hasreti unuttu aslında bizler unuttuk merhameti ve sefaletin başrolünde sefa sürdük kendimizce.

 

Şimdi cılız sesi kalemin ve şakrak kahkahalarımı unuttuğum dünümde, bir meziyet bellediğim hüznü giyindim satır aralarına düşmüşken yolum.

 

Yoldan çıkmamak adına lav ettiğim tüm olumsuz duyguları mademki yatırdım masaya vakti gelmiştir ölümün en azından hazin makamında bir sonla gerildiğim bu çarmıha ilişmesinler hani olur da çıkan rüzgârda çözülür iplerim ve karışırım sonsuzluğa.

 

 


( Cılız Sesi Kalemin... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 12.03.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.