Hüzne bulanmış yüzümü esefle
yıkıyorum ama çıkmıyor aksanı kayıp şiirlerimin yüreğime bulaşmış dizelerinde,
rahmeti katık yapmanın verdiği aşkı derinden çok derinden soluyorum.
Kursağımda kaldı güneşin batan yüzü:
yutkundum ve yutkundum sonra da ufuk hizasında geniş açılı bir hüzün üçgeni
çizdim.
Hipotenüsü olmayan dik açılı ve dar
menşeli kayıplarımla da lal satırlar ektim içimin biteviye savsaklanan
kımıltılarına.
Bir yazardan yola çıkacaktım ki kayıp
gitti ellerimden satırlar ve ben bir yatır meziyetine nail olduğumun
düşüncesine kapılıp vurdum kendimi yollara.
Bugün mezar ziyaretim var aslında ve
ben dualarımı sığındığıma şükredip de yolluyorum ölü sevgimin mezarına.
Bir aşkı parselleyen ölü yanım.
Ölümü diliyorum epeydir ama aksanı
olmayan bir şarkıdan başka hiçbir seçenek sunmuyor Yaratan.
Hüznümü sahiplenmek çok da kolay
olmadı sevgili yazarım hele ki seninle tanışmamıza vesile olan o ilk kitabının
ardından içime ektiklerim soldu bir gecede.
Dumura uğrayan varlığım ne de olsa
sendin olması gereken ben ve zamanında bana sunulan fırsatları kaçırmasaydım
seninle aynı üniversitenin amfilerinde karşılaşabilirdik.
Israrla yazıyorum sevgili yazar ve
asla seninle karşılaşmak gibi bir niyetim yok. Kalemini sevip sevmediğime gelince…
koca bir çuvalda fink atan hangi denemene atıfta bulunabilirim ki?
Seninle benzer olma ihtimali vardı
yazdıklarımın lakin sana benzemek yerine başka bir ihtimali giyindim ve ben
olmayı seçtim.
İfrata kaçan o kadar çok yabancı
sözcükle karşılaştım ki sunumundaki yazılarda, akla karayı seçtim hani anlamını
iyice sindirmek adına ve bir ara bayağı aynı eksendeydim seninle ta ki aldığım
eleştiriler doğrultusunda Türkçeyi Türkçe gibi sunmak için epey çaba harcadım.
Belki de seninle paralel addedilen üç
beş yazıya bakarak ahkâm kesmek koca bir saygısızlık ne de olsa otuz sene önden
giden bir yazarın kimliğini sorgularmışçasına bir hava hâsıl oldu. Asla böyle
bir niyetim yok sadece hayallerimiz ve çocukluğumuz oldukça yakın iklimlerde
seyretmiş.
Zaman öteleyebiliyor insanı ve geçen
süre sonunda fark ediyorsun kendine ne kadar uzak kaldığını. Belki de bu
uzaklığı sabit kılıp asla kendimi keşfetmeye kalkmamalıydım ama bir şekilde
buldum içimdeki saklı mizacın asılı kilidinde, ben, doğru cümleler ve belgeler
aramak adına devindiğim şunca zaman belki de bir arpa boyu yol gidemediğim ya
da kendimi kendime sunmak adına bir şekilde kendimden nefret etmeyi
becerebildiğim.
Öykündüğüm hiçbir hikâyen yok ne
yazık ki hiç birinin sonunu getiremediğim ve günümüz Türkiye’sinde benzer
yazılar yazmış olma ihtimalini düşünüyordum da… büyük olasılıkla aforoz
edilmiştim.
Kaygılanmalı mıyım peki?
Ya da fazlaca beni boğan duygularımı
aldırmalı mıyım?
Yoksa kimseye aldırmadan yazmaya
devam mı etmeliyim?
Konudan konuya atlama hususunda bir
ayrıcalık sunuyorum işte ve sadece yazılarından tanıdığım bir kadın yazarı
mercek altına yatırıp bir eşkâl yaratmaya çalışıyorum.
Sevip sevilmemek asla önem arz etmezken…
sanırım bu da bir ayrıcalık ve duyduğun aşkın bir anda hiçliğe düşüp sadece
duyarsızlığa ayarladığın yürek frekansın.
Yoğunluktan geçiş yine o kör noktada
baktığın değil de gördüğünün seni görüp görmemesi asla önem taşımazken üstelik
bir anda değişen bir rota sonra da güncelliyorsun tüm duygularını ve aşk
mutluluğu doğururken his kaybı, aniden ölüm güdüsüne dönüveriyor.
Ölmekten kasıt aslında hiç doğmamış
olma istemine bir parantez açıp, neresinden dönülse kardır hayatın, deyip bir
noktayı şerh düşmek nüfus kütüğüne. Gerçi ne muhtarını tanıyorum yaşadığım
semtin ne de umurumda. Aslında o muhtarı bir kez yolda gördüm ve ne yazık ki
aniden lanet okudumdu onun duyarsızlığına. Yine muhitten, aklı evvel bir
vatandaş ve yolda yürürken attığı çığlıklara peşinen ön yargıyla yaklaşmıştı
mahalle muhtarımız. Bol kahkahalı bir cüppeyi giyinmişti muhtar kimliğinin
üzerine. Tahmin et bakalım, sevgili yazar: bu bir ironi mi yoksa gerçeğin
izdüşümü mü? Sorun etme, dedikleri kadar da var hani ve ne yazık ki her şeyi ve
herkesi sorun etme huyumla başa çıkamayıp sadece kendime yükleniyorum.
Kiplerle dolu bir hayatım var üstelik
emir kipleriyle.
Çocukluğuma atıfta bulunduğum hangi
mizansen ise sadece kısır döngünün hüviyetine bürünüp kendime acıma duygusuyla
yüzleşiyorum akabinde bir çıkış noktası bulup kendimi sevmeye kalkıyorum ve
derken pekişen nefret dürtüsü lakin hissettiğim sadece kendime: sanırım
başarısızlıklarımla dalga geçmeyi meziyet bildiğim yetmezmiş gibi benimle de
kafa bulanlara verdiğim bir tepki ve yine duygularımı yansıtamadığım ve asla da
tepki vermeyi beceremediğim gibi yazma güdüsüyle karaladığım üç beş deneme ya
da şiir.
Hikâyelerim örtülü ödenek gibi ve
hepsini çeyiz sandığıma sakladım.
Sandıklarım bir de sandık dışı her
yere savurmuş olduğum karalamalarım.
Belli ki beynimin gri hücrelerinin
baskısına dayanamayıp sadece kendimi sorguladığım.
Büyüyen tek şey acılarım ve geçmek
bilmeyen yaralarım ve eklenen yeni yamalar.
Delik deşik ruhum ve dikiyorum sözüm
ona.
Diken üstündeyim genelde ve senin
huzurundan nasiplendiğimi görüp kendime kızıyorum neden bu denli korkak
olduğumu derinlemesine sorgulayıp asla da bir çıkış noktası bulamazken.
Meziyetlerimiz… men ettiklerimiz hele
ki menfaatlerimiz.
Say sayabildiğin kadar.
Sev sevebildiğin kadar’la çıkmıştım
yola hem de daha dün gibi ve bu emir kipini şiar edindim.
Sevdim hem de kimseye aldırmadan ya
da içinde ne sakladığını bilmeden lakin zaman geçtikçe kabuk değiştiriyor her
şey ve herkes.
Bilinmeyen ne varsa saklıyorlar
aslında sandıklarımı artık sanmaktan vazgeçip emin oluyorum sanmadığım ne ise.
Kim kimden nasıl ayrışıyorsa.
Kimselere benzemediğimi söyledi bir
dostum dün. İyi de ne açıdan, filan diye sormadım çünkü onunla hemfikirdim keza
halen de. Ama neye yaradığını çözebilmiş değilim.
Hakkın nazarında artı bir puan ama
yine de cennete gideceğimi pek sanmıyorum sonuçta sevaplarım kadar günahlarım
da var. Gerçi Allah ile kul arasında kimse giremez denip de yoluma çıkan o
kadar çok sanrı ve sanı var ki ve sancılanan bünyem artık kaldırmıyor bunca
teyakkuzu.
Siperim de yok ki saklanayım.
Sinemde sakladıklarım… Ah, bir de
sindiremediklerim. Görmezden gelmeye çalışsam da içimde biriken bir şekilde
infilak ediyor ve beni seven insanları üzüyorum.
Sonlanmasını istediğim çok şey var
bir de başlamak adına bir türlü kendimi şartlayamadığım.
Ve vazgeçtiklerim bir de ihtimal
dâhilinde olanlar.
Bazı cümleler insanların beynine
öylesine güçlü bir şekilde yüklenmiş ki… Hayır, korkmuyorum asla: evet,
kimseden korkmuyorum çünkü saklayacak hiçbir şeyim yok, demek isterdim lakin
herkes gibiyim işte bu noktada ve bu anlamda hayatımı didikleyen insanlardan
asla haz etmiyorum ya da birileri artık ne uyduruyorsa ne de olsa sıfat
yapıştırmayı seven çok insan var ve kendine dönüp bakmadan karşısındaki neyi
yapmıyorsa bile suçlu addedilirken yine bazıları tarafından.
Güçlü bir ışık gözlerimi ve yüreğimi
alıyor ve evet, başladı işte Yaratan ile kurduğum sohbetin ilk yansıması.
Şizofren addedilenlere bakıyorum da…
gerçi sınıflama yaparken sayısız kıstas var ve elbette uzman değilim lakin
insan pazarında çok insana kıyılabilmekte ve korkularımızı bastırıp birbirimize
atıfta bulunuyoruz ve en büyük ayrımcılığı kendi içimizde yapıyoruz.
Aflarımı diziyorum her gece.
Affedemediklerimi de.
Belki de en çok kendimi affetmiyorum
çünkü hayallerim hep ket vurdu gerçeklere yoksa tam tersi mi? Ne de olsa
hayallerin girift taslağında ben bol gerçekli hikâyeler yazıyorum ve bil ki;
kimseyle de paylaşmaya niyetim yok en azından şimdilik.
Sonrası dediğim o zaman dilimine çok
da vakıf değilim hani ne de olsa kendimi uyutuyorum ve unutuyorum da sonra da
dirileceğimi tahmin edip çok derinden ölmeyi diliyorum ve bil ki; ölüyorum da
hatta an itibariyle bir ölü ile konuştuğunu farz edebilirsin aslında en
nüktedan ve de en gerçekçi diyaloglar yine ölülerin tasarladığı tıpkı
Yaratıcının uzun vadeli planlarında örtündüğümüz değil de ördüğümüz sevdaların
ve acıların nirengi noktası iken içine düştüğümüz şüphe aslında içimize düşen
aslında düştüğümüz o kör kuyu.
Diğer kitapların geçen hafta adresime
ulaştı ama bil ki çoğu da laf salatası, demeyeceğim ama kitap okumayan bir
toplumda kaç baskı yaparsan yap hele ki gerçekten yüreğini koymuşsan zor işin…
ne de olsa otuz yıllık tecrübenden bir çıkarım, yazdığım bu son satır.
Okuyucu minvalinde senin sadık bir
okuyucun olmaya niyetim yok ne de olsa defalarca sadık bir okuyucu olmaya
niyetlendiğim onca yazar an itibariyle hapishanede volta atarken kim bilir ne
yazmayı planlıyordur?
Ve inan ki; artık benim de yazmayı
planladığım hiçbir yazı yok. Şevkimi çalanlara teşekkürü bir borç bilirim.
Buna rağmen kopmak da çok kolay değil
ve haddim olmadan yaşayıp mutlu olmayı diliyorum.
Hüznümü ben ısmarlamadım sevgili
yazar.
Evet, bu gün bir mezar ziyaretim
var/dı ama gitmeyi düşünmüyorum zira mezardaki yakınlarıma da kırgınım tıpkı
evrenin benden benim de evrenden ümidi kestiğim gibi.
Kimsesizler mezarlığında yatan bir
dostumu andım an itibariyle hem de çok yakınlarda Hakkın rahmetine kavuşan ve
onu çok özledim hele ki yaşayan ölülerden tamamen bir beklentim olmadığı
gerçeğini vurgulayıp rahmet okurken.
Dilediğin kadar yaz ve ben sadık bir
okuyucun olmayacağım gerçeği ile ıkına sıkıla okuyacağım bazı yazılarını belki
de yazmak okumanın çok önüne geçip de aşkla düştüğüm satırları mezarım belleyip
ölümü arz ettiğim gerçeği ile… dedim ya; ben ısmarlamadım hüznü sadece kesişti
yolum hem de yazmaya başladığım ilk gün kurguladığım mutluluğun bir fiyasko olduğunu
öğrenip.
Sevgimle.
Kim bilir ne zaman düşecek yolum
yüreğine yeniden…