Makale / Eğitim Makaleleri

Eklenme Tarihi : 26.03.2018
Okunma Sayısı : 1551
Yorum Sayısı : 0

BEKLENTİ, HOŞGÖRÜ, SEVGİ VE MUTLULUK

     Bize yapılan haksızlıklar bizi üzüyor mu ?

     Dışımızdan iki şekilde etki alırız. Ya bu bir fayda veya menfaattir, ya da zarar yani hayırdır. He iki halde de bizim için menfaatler söz konusudur. Birisi bize bir iyilik yapmıştır. Bunun neticesinde bir menfaat elde etmiş oluruz. Bu tabiî ki iyi bir şeydir ve biz bundan sevinç duyarız. Ya da bize birisi bir kötülük yapmıştır. Bu olaydan dolayı maddi bir zarar görmüş olabiliriz. Bu da bize kötü gözüken şer bir olaydır ve bundan üzüntü duyarız. Halbuki bu kötü olay eğer sabredebilir ve etkilenmezsek bizim için hayırdır. Çünkü bu olay karşısında, Allah bize yapılan bu haksızlık ölçüsü kadar sevapları karşı taraftan alıp, anında bizim hesabımıza yazacaktır. Sonunda bize kötü gözüken bu olayda bizim için hayır olacaktır. İşte esas mesele bizim bu olaylar karşısında göstereceğimiz duygusal tepkilerdir. Bu duygular ya iç ve dış dünyamızda bizi mutsuzluğa ya da mutluluğa götürecek olan davranış biçimlerini oluşturacaktır.

2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).                                                                                      Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o, sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o, sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

     Önemli olan olaylar değil, bizim bu olaylardan aldığımız etkilerdir. Bir olaydan bir kişi az etkilenirken, diğeri çok etkilenebilir, Veya bir başkası hiçbir şekilde etkilenmez. Etkilenmemizin en büyük sebeplerinden birisi başkalarının bize karşı bizim istediğimiz şekilde bir davranış biçiminde bulunması beklentimizden kaynaklanmaktadır.

     Beklenti içinde ve mutsuzsak sebebi nedir acaba ?

     Hayatın en önemli bir düş çıkmazı...

     “Beklenti”

     Allah başkalarının sahasına girmeyin diyor. İnsan sonsuz hürriyetin sahibidir ama insanlara zarar vererek başkalarının sahasına girerseniz hudutları aşarsınız ve cezalandırılırsınız. Siz kendi sahanızdaysanız “Allah’ın” sahasındasınızdır.

     Allah için hizmet yapın, başkalarını mutlu edin ve bütün imkânlarınızı kullanın. İşte o zaman mutlu bir insan olursunuz. Eğer siz başkalarına yaptıklarınızdan karşılık bekliyorsanız kendi sahanızdan ve “Allah’ın” sahasından ayrılıyorsanız o zaman mutsuz olursunuz. Nefs ve şeytanın emrinde olursunuz. Bu sınır tecavüzüdür. Şeytana fırsat verirseniz sizi hep kullanır.

     Kendinizi başkalarına karşı üstün görmeyin. Allah size hak ettiğinizi verir. Şeytan size çok akıllı olduğunuzu hissettirir. Kendinizin farklı olduğunuzu görmeyin. Vazifeniz Allah’ın emirlerini yapmaktır. Beklentiler sizi yerden yere vurur. İblis asli davanızı unutturur.

     Allah için olun, başkaları için yaşayın, aklı ve zamanı başkalarını mutlu etmek için harcayın. Menfaatten elinizi çekin. Allah sizi mükâfatlandırır. Size verilen her görev mukaddestir. Bu gün Allah için ne yaptım diye kendinize sorun. Allah hazinelerin sahibidir. Sizin iyi davrandıklarınız size kötü davranıyor ve sizi enayi yerine koyuyorlarsa bunu böyle gösteren şeytandır.

     Bir gülüşünüz bile o kişiyi mutlu eder. Bir güzel söz o kişiyi düşmüş olduğu hüzünden kurtarır. Hz. Ömer her gece ben bu gün Allah için ne yaptım, kimleri mutlu ettim diye kendisine sorarak nefsini hesaba çekermiş.

     Aldatan aldanır. Allah ne derse şeytan tam tersini söyler. Size sizin iç sesinizi kullanıp seslenerek kendi düşüncesini sizin düşüncenizmiş gibi hissettirir.

     Ne gibi  beklentilerimiz olabilir?. Örneğin neye ne çok üzülürüz? Haksızlık yapılınca, kötü muamele ve hakaret edilince, hakkımız yenince, emeğimiz görülmeyince, değer verilmeyince, fedakarlıklarımız bilinmeyince .

     Ne gibi “beklentilerimiz” olabilir;

     İşte haksızlık yapıldığında aslında karşımızdakinden adil olması beklentisindeyiz. Karşımızdakilerden, emeğimizi görmeleri, değer vermeleri beklentisindeyiz. Ve bu beklentimiz karşılanmayınca da üzüntü içindeyiz. Aslında yukarıdaki cümlede baktığımızda, kendi sahamızda değil, karşımızdakinin sahasına girip onun bir şeyler yapıp yapmaması noktasında fikir olarak müdahalemiz olduğunu görüyoruz ki, insanların yanlış yapma ya da yapmama, haksızlık yapma ya da yapmama, emeği görme yada görmeme gibi kendi serbest iradeleri ile karar verecekleri yapıdan kendimize üzüntü çıkardığımızı görüyoruz.

     Oysa işin bu kısmı onların davranışları ve onların kararlarıdır ki, "haksızlık yapmak, yanlış yapmak" ve Allah'ın indinde bundan dolayı gerekiyorsa derecat kaybetme hakları vardır.

     Yani bir insan hırsızlık yaptı diyelim. İçindeki iki sesten biri yapma dedi, diğeri yap dedi. Bilir ki, yaparsa bu davranışının sonunda hapis var, ama o sırada nefsi ağır basıp yanlış olanı seçebilir ve sonucuna da katlanması gerekir. Sonuçta ''yanlış yapmayı" seçme özgürlüğünü kullanmış ve seçiminin bedelini de ödemek durumunda kalmıştır. Onun serbest iradesi ile yanlışı seçmesinden dolayı, olduğunu iddia ettiğimiz bizim aldığımız tavır his düşünce, bizim kendi sahamızda onun davranışından bağımsız gerçekleşen iki ayrı olaydır aslında. Biz de kendi serbest irademizle o yapılana karşı bir duygunun seçimini yapıyoruz;' öfkelenmek veya hoş görmek. Yani işin bu kısmı da bizim elimizde.

     Sonuçta fark etmeliyiz ki serbest irademiz ile nefsimizin taleplerine uyup uymama özgürlüğünü Rabbimiz bu dünyada bize vermiş. Sadece sonucunda da o yanlışı, adaletsizliği vs. işlemekle kaybedeceklerimizi ve işlememekle kazanacaklarımızı da başta ortaya koymuş. Ama diliyorsan işle ve sonuçlarına da katlan diyor.

     Şimdi Rabbimiz bizlere bu serbestliği vermiş iken, bizim sorularımız genel de şöyle oluyor "Neden bana bunu yaptı?" "Şimdi böyle düşünmesi gerekmez miydi? " "Burada haksızlık etmedi mi? " Ve görüyoruz ki bu sorular aslında hep karşı tarafın serbest iradesi ile yaptığı seçimleri yargılama soruları. Yani değiştirebileceğimiz alanda değiliz, kendi sahamızdan çıkmışız, karşıdakinin sahasına girmişiz. Onun neyi seçip seçmemesi gerektiği üzerine düşünüyoruz.

      Halbuki karşımızdakinin yanlışı da seçme özgürlüğü ve bundan dolayı derecat kaybetmeyi seçme özgürlüğü var. Rabbimiz karışmıyor ama biz karışıyoruz "neden bunu seçti" diye. Bir de üstüne üstlük onun bu fiilinden yapımıza göre az veya çok etkileniyoruz. Ama işte unutuyoruz ki, karşımızdaki kişilerin yanlış yapma özgürlüğü var ve orası onların sahası. Bu onun bedelini ödemeyecekleri anlamına gelmiyor aslında. Her kim bir haksızlık yaparsa, seriul hisab olan Rabbimiz ona bunu anında ödetiyor. Burada önemli olan bizim bu olaylardan aldığımız etkilerdir.

      İşte bu noktada top artık bize geçiyor, o davranışını seçti ve diyelim haksızlık yaptı. Bu onun seçimi, onun yaptığından etkilenip etkilenmememiz tamamen bizim kararımız. Eğer beklentiyi büyütüyorsak etkileniriz. Yani karşımızdakinin ne yapması gerektiğini düşününce beklenti oluşuyor. O neyi isterse seçebilir, emeğimizi görmeyi veya görmemeyi, bizi hiçe saymayı ya da saymamayı vs. Bu onun seçimi deyip, insan Nefsine de uyabilir ruhuna da uyabilir, "Yanlış yapma özgürlüğü var" deyip. Beklentimizin yanlış olduğunu, başkasının sahasında olduğumuzu fark edersek, o zaman oradan çıkarız ve bize istediği gibi (ruhu ile ya da nefsi ile) davranma özgürlüğünü ona verdiğimizde, biz de kendi sahamızda bundan etkilenmeyiz. Sonuçta bu onun seçimi, Rabbimiz bile ona karışmazken biz nasıl karışabiliriz ki?

     O zaman insanların yanlış yapabilmeleri, yanlış karar verebilmeleri, haksızlık yapabilmeleri, o anda nefsi ve ruhu arasındaki kavgadan yenik çıkabilmeleri son derece olağan bir durum ise lütfen bundan dolayı etkilenmeyelim, çünkü onların bize karşı davranış seçiminden bağımsız olarak, bizim onlara karşı oluşturacağımız duygusal davranış biçimi tamamen bizim seçimimiz olacaktır. Bizdeki seçim o kişiye karşı ne hissedeceğimiz; öfke, kırgınlık, üzülme, acıma, hoşgörü ve belki de sevgi… Bu duygulardan hangisini o olay üzerine geliştireceksek, işte o bizim serbest irademizdedir.

     Şimdi biz ilk üç ( öfke, kırgınlık, üzülme ) duygularını içimizde yeşertirsek, bunun sonucu olarak depresyona düşeriz. İç dünyamızda da, dış dünyamızda da, sıkıntılar ve mutsuzluk yaşarız.

     Eğer biz (acıma, hoşgörü, sevgi ) duygularını içimizde yeşertirsek, bu hisler hiçbir zaman içimizde de, dışımızda da negatif bir etki oluşturmayacaktır. Üstelik iç dünyamızda da, dış dünyamızda da bir sulh ve sükûn meydana getirecek ve daima yüzü gülen, kalbi sıcak bir insan olarak mutlu bir hayatımız olacaktır.

     Olayları ayırmamız gerekmektedir. Karşı tarafın davranışları ona ait, onun bu davranışlarına karşı bizim yeşerteceğimiz duygular ve meydana getireceğimiz olaylar bize aittir.

     Karşı tarafa ait bir şeyin olumlu veya olumsuz yapılmasından dolayı bizim üzülmemiz yanlış. Çünkü bu onun kararı. Serbest iradesi ile o davranışı yapma özgürlüğü var. Burada bizi bağlayan bir şey yok, onun davranışını değiştirmek kısmı bizim müdahale edebileceğimiz alan değil, orası onun alanı.

     O zaman eğer bir olaydan etkilendiysek önce bakalım:

     İblis bize hangi soruları sorduruyor,

     Onun sahasında dolaştıran soruları mı? niye öyle yaptı? ama ben bunu hak etmedim, ama bu bana karşı büyük haksızlık vb.

     Bu sorular bizim sahamızda değil, bizim değiştirebileceğimiz olaylar değil, oraya müdahale etmemiz mümkün değil, orası onun sahası deyip, derhal bu sorulardan çıkmalıyız.

     Kendi sahamıza gelelim. Ben etkilendim. Neden? Çünkü beklenti içindeydim, bana iyi davranılması, hakkımın verilmesi, hakkımı yememeleri, beni küçük görüp hakaret etmemeleri vs. Ama böyle bir beklenti hakkım var mı? Aslında yok, çünkü serbest iradeleri ile insanların yanlış yapma özgürlükleri var. Hak enfüsi bir olaydır, bireyseldir. Adaletse afaki yani toplumsaldır. Bu durumda Allah’ın vermiş olduğu bir hakkın başkaları tarafından gasp edilmesi söz konusudur. Burada adalet mekanizması devreye girer. Bu yüzden mahkemeler ve hâkimler vardır. Haksızlığa uğrayan kişi ya bu mahkemelere başvurarak hukuken bu dünyada hakkını geri alabilir, ya da seriul hisab olan Allah’ın el-adl esması uyarınca ilâhî adalete durumu havale edebilir ve haksızlık yapıldığı anda karşı taraftan kendisine geçen sevapları daha uygun görebilir. Her iki şekilde de hakkı zayi olmayacaktır.

     Duygularımızı yönetmek, başkalarının serbest iradeleri ile nefislerine uymalarını ve bunun bedelini ödemeyi seçmelerinin kendi tercihleri olduğunu hatırlamaktan geçiyor. Onların sahasında cirit attıkça mutsuz olmaya mahkûmuz, üstelik sonuç almamaya da. Çünkü başkalarının ne yapmaları gerektiğini düşünmenin ne onlara ne de bize aslında bir faydası olmayacaktır. O taraf zaten ne yapması gerektiğini fark etse yapardı. Biz ondan yana düşünüp, ona şefkatle yaklaşıp, en güzel şekilde haksızlığı dile getirme yöntemini seçersek, onun kaybetmemesi için takındığımız duygu "ona yardım etme" isteği ise ve onun bu yaptığı haksız davranışı karşısında bile hoş görüp onu sevdiğimizi belli ediyorsak, bu hem bizim iç dünyamızda bizi sükûn ve mutluluğa, hem de dış dünyamızda mutluluğa ulaştıracaktır. Böylece insanların sevgi ve saygılarını kazanmamıza sebep olacaktır.

     Etrafına negatif etkiler yayan bir kişi bu olaylardan iki defa etki alacak, sonuçta kötü davranışta bulunduğu kişilerden daha büyük bir mutsuzluk yaşayacaktır. Negatif etki alan bir kişi ise bu davranış karşısında pozitif bir yaklaşım gösterir, hoşgörü ve sevgi ile yaklaşırsa, o kişide bunun karşılığı olan mutluluğu iki misli olarak yaşayacaktır.

     Eğer biz negatif etkilenmemeyi başarıp bir de karşımızdakine o davranışına rağmen pozitif duygularla, ona yardım etme, o yanlışı tercih ettiği için (o daha çok etkilenecek çünkü) ona nefse yenilmeme açısından yardım etmek üzere sevgi besleyerek hoşgörü besleyerek yaklaşabilirsek, kendi duygularımızla beraber karşımızdakilerin duygularını da  pozitife çevirebiliriz. İşte o zaman Allah’ın istediği istikamette doğru düşünen ve ilişkileri  olumlu pozisyona oturtmuş insanlar olarak  huzurlu ve mutlu bireylerin oluşturduğu sevgi toplumunu oluşturabiliriz..

41 / FUSSİLET - 33 Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).                                                                                                                  Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?

41 / FUSSİLET - 34 Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun).                                                                                                                                                                                                                       Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur.

41 / FUSSİLET - 35 Ve mâ yulakkâhâ illellezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm(azîmin).                                                                                                                                             Ona (kötülüğü iyilikle karşılama hasletine), sabredenlerden ve hazzul azîm (en büyük haz) sahiplerinden başkası ulaştırılmaz.

41 / FUSSİLET - 36 Ve immâ yenzeganneke mineş şeytâni nezgun festeız billâh(billâhi), innehu huves semîul alîm(alîmu).                                                                                                        Ama şeytandan sana mutlaka vesvese gelecektir. O zaman Allah'a sığın. Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi bilendir.

     Biz bu düşüncelerle duygularla içi dünyamızda mücadele ederken şeytanın da vesvese vereceğini söylüyor. Bizi karşıdakinin sahasında dolaştıracak ve mutsuz edecek düşünceleri söyleyecek: o sizi ezdi,  çok büyük haksızlık etti vs.

     Biz de iyi ama bu onların yaptıkları, onların yaptıklarından biz mesul değiliz diyerek, başkalarının hakkında olumsuz bir düşünce içine girmemeliyiz. O zaman Rabbimize sığınalım ve ondan yardım isteyelim o içimizdeki feryadı en iyi işiten ve en iyi bilendir. Doğru düşünce biçimine geçmek için ona yönelelim ve zikirle ondan yardım isteyelim.

     Peki bu doğru davranış biçimini nasıl kazanabiliriz?

     Nefsimizin afetleri ile bunu yapmak pek de kolay görünmemektedir.

3 / AL-İ İMRAN - 119 Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).                                                                                                                                                      İşte siz(müminler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îman edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca "biz iman ettik " dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uclarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün." Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.

     Peygamber Efendimiz ve Sahabe-i Kiram 1400 sene önce Tasavvufu yani Kur’an’ın tamamını yaşayarak bunu başarmışlar ve kendilerinden sonra gelen Tabiin, Tebeüttabiin, Etbeüttabiin ve günümüze kadar onların yolunu takip eden YUNUSLAR, MEVLANALAR, HACIBAYRAM-I VELİ, HACIBEKTAŞ-I VELİ, SOMUNCU BABA, EMİRSULTAN gibi sayısız nice ALLAH dostlarına örnek olmuşlar ve bundan sonrada olacaklardır. Kur’an eğer tamamı yaşanırsa bunun GARANTİSİDİR.

     Bunun için birinci olarak olmazsa olmaz kural samimi olmak, içimiz dışımız bir olmalı ve ellerimizi açıp gönülden Allah’a yönelip, onun dostu olmayı, evliyası olmayı yani ölmeden evvel ruhumuzu Allah’a ulaştırmayı dilemeliyiz. Allah’a yolculuk bir adımla başlar. Önemli olan şeytan ve tağuttan kurtulup o bir adımı atabilmektir. Bırakalım gerisini en güçlü dost olan Allah yapsın.

     “Ne mutlu Allah’ın dostu olmayı gönülden dileyenlere…!”

     “Ne mutlu Allah’ın dostu olanlara…!”

Allah razı olsun

Burhan AKSU

 

 

( Beklenti, Hoşgörü, Sevgi Ve Mutluluk başlıklı yazı mihrimah tarafından 26.03.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.