Sekiz on arkadaş, belki de on beş var mıydık bilemiyorum, eski dostluğumuzu arkadaşlığımızı kutlamak için bir tavernaya gitmiştik... Günlerden sıcak bir haziran akşamı... Oturduk masalarımıza ufak ufak da demleneceğiz tabi... Müzik başlamış, piyanist şantör arkadaş eski hafif müzik parçalarından dem vuruyor, biz de bildiğimiz kadarı ile arkadaşa eşlik ediyoruz, kimi ellerimiz ile tempo tutuyoruz. Daha o zaman böyle kapalı yerlerde sigara yasağı da henüz başlamamış. Arkadaşlar hem rakılarından biralarından fırt çekiyor, hem sigaralarından... Bana da tutuyorlar sigara ''İsmail ne olur yak bir tane sen de.'' diye, ben bırakalı yıllar olmuş, şiddet ile ret ediyorum tabi, ben onu bir daha ağzıma alır mıyım?

Eski okul zamanlarından mahalle arkadaşlığımızdan bahsediyoruz, anılarımızı tazeliyoruz. Hepimizin yaşı ilerlemiş haliyle çoluk çocuğa karışmışız, torunu olan arkadaşlarımız bile var... Sahnede söylenen şarkılara iki sallan bir yuvarlan yavaş yavaş dağıtıyoruz kendimizi gece ilerledikçe...

Ben öyle sevmem pek içkiyi hatta arkadaşlarım ''İsmail yine mi meyve suyu içeceksin oğlum sen de amma kılıbıksın yengeden mi korkuyorsun?'' derler. Ben de onlara illa ki bir bahane bulurum, sevmiyorum içkiyi hepsi odur. ''Yok midem kaldırmıyor.'' deyip geçiştiriyorum. Allah var onlarda bilirler huyumu çok da ısrar etmezler...

Tabakların kırılma faslı geldi... Yanımızda kalantor bir adam varmış o kırdırıyor imiş tabakları... Ben de çok sinir olurum bu tabak kırma olayına... Sanırım ilk Yunanlılar ön ayak oldular bu işe, lakin yine de hiç sevmem... Adama bak yahu, tabakların parasını peşin peşin ödüyor, şakır şakır da o tabakları kırdırıyor, git garibanlara fakirlere ver o tabakları sevaba girersin, ama dinleyen, anlayan kim... O sırada saat de hızla ilerliyor kalkma vaktimiz de ufak ufak yaklaşıyor. Aslında gece ikiye üçe kadar da sürüyormuş ama biz o kadar oturamayız kanımca, yarın memuriyet var işe gideceğiz haliyle... Sonra şeflerden, müdürlerden fırçayı yemeyelim değil mi ama?

Gece on ikiye doğru gelirken bizim arkadaşlardan Şefik Ağabey de hesabı istedi garsona kaş göz hareketi yaparak. Beş altı dakika sonra hesap geldi... Biraz kabarık mı ne bu hesap? Hadi bakalım herkesin pamuk eller cebe... Birinden elli lira çıktı, öbüründen doksan lira, kimisi iki yüz lira çıkardı... Bayanlarda haliyle ellerini ceplerine attılar... Aslında onlara hiç ödetmez isek iyi ama hesap çok kabarık birader... Neyse onlarda çıkardı ceplerinden üç beş bir şeyler... Hesap pusulasına bir baktım sekiz bin altı yüz kırk sekiz lira... Offf ki offf! Hem de ne of! Biz de o kadar para yok ki... Şefik Ağabeye ''Ne olacak şimdi?'' diye elimle anlattım durumu... O da bilmiyorum anlamında bir kaç hareket yaptı... ''Toriği çalıştır bakalım İsmail'' diye kafamdan bin türlü düşünceler geçiyor. Paranın tamamını ödeyemezsek adamlar bizi ya iyice ıslatır ya da bulaşıkhaneye sokar orada sabaha kadar bulaşık yıkatır da ban mısın demezler...

Aklıma bir şey geliyor ama, dur bakalım. Şefik Ağabeye bir çıtlatayım. Zaten yanımda kulağına eğilip anlatayım durumu... ''Şefik Ağabey sen bir davul zurnayı çıkarttırsana sahneye.'' Şefik Ağabey şaşırmıştı... Döndü bana ''Ne yapacaksın oğlum hesabı ödeyemedik diye göbek mi atacağız yoksa?'' Hemen izah edeyim abime... ''Yok Ağabey yok sahnede halay çekeceğiz.'' Şaşırmıştı Şefik Ağabey daha da ''Sonra da dayağımızı yeyip oturacağız öyle mi?'' Anlatacağım anlatacağım... ''Ağabey burası nasıl bir yer düz ayak değil mi?'' cevap Şefik Ağabeyden ''Tamam doğru düz ayak.'' bombayı patlatıyorum. ''Ağabey hep beraber halaya kalkacağız davul zurna çalarken, ama kapıya yakın bir yerden de başlayalım. Çalarken çalarken davul zurna öyle oynaya oynaya kapıdan pırrrrrr anlıyor musun?'' Şefik Ağabey de biraz düşünür ''He vallahi olur mu olur afferin ulan İsmail kafan çalışıyor.'' Benim de koltuklarım kabardı hem de nasıl...

Gittim hemen davul zurnayı sahneye davet ettim, içeride ki sanatçıların odasından. Zaten de sıralarını bekliyorlarmış beni kırmadılar hemen geldiler... Başladı zurna önce bir uzun havaya... Kısa bir geçişten sonra başladı tam halaylık türküler... Hemen kaldırdım arkadaşları... Yanmışız ki ne yanmış, hepsinin kulağına da durumu açıklık ile anlattım. Ne yapacağımız bayanlarda dahil biliyorlar. Halay oynar gibi yapıp kapıdan fırtacağız.

Hoydaaa breeee! Elimde mendil başa geçtim. Sahne de dönüyoruz yavaştan yavaştan. Zurnacı da iyi döktürüyor, davulcu da tokmak ile varyeteler yapıyor. Arkadaşların gözünün içine bakıyorum. Kaş göz ile hepsini uyardım. Yavaş yavaş kapıya doğru kayıyoruz. Düz ayak zaten tavernamsı yer. Hadi bakalım beş altı metre kaldı neredeyse yırttık yırtacağız... Evvveeeet işte kapı Allah yardımcımız olsun rezil olmaktan da kurtulacağız... Davul zurna çalıyor son hızla... En başta ben olduğum için ilk önce ben gördüm dışarıda ki dolunayı, sonra peşim sıra hepsi gelmeye başladı, başladı da, o ne yahu! Bu adamların ellerinde sopalarla burada işi ne ki? Dur bakayım, bir iki üç dört, beş on beş on altı kişi hem de... Oy oy oy ki oy! Bam güm bam güm bam güm bize bir girişirler Allah ne verdiyse, yer misin yemez misin? Hayır yemeyiz desek, bu sefer de ne olur hatırım için bu sopa da benden size armağan olsun kampanyamız var biz üç vuruyoruz, bir sayıyorsunuz diyecekler mutlaka... Nitekim öyle de yaptılar. Sonrası mı? Doooğru mutfakta bulaşık ve ertesi günün menüsünü özenle hazırlamak için aşçıları Necdet Tosun göbekli Kemalettin Ağabeye yardım. Çok yardımseverizdir.

Adamlara bin dereden su getirerek borcumuzu ödeyeceğimizi, öyle kaçak göçek adamlar olmadığımızı saygın kurumlarda memurluk yaptığımızı anlatmamız da epey sürdü... Kalan borcumuz içinde birimizin üstüne senet imzaladık verdik ellerine... Bir daha mı cebimizde ki parayı ölçüp tartıp biçmeden eğlenmeye gitmek, aman aman uzak olsun bizlerden. Dersimizi aldık hem de ne ders, ne ders... Aşçıbaşı Kemalettin Ağabeyin dediğine göre haftada bir iki kere olurmuş bu halay olayına girip de buradan fırtmaya çalışmak, onu bildikleri içinde sürekli dışarı da patronun eli sopalı adamları olurmuş, gecenin ilerleyen saatlerine doğru... Biz de bu vesile ile öğrenmiş olduk, sağımız da solumuzda ki morluklardan sonra... 

( O Gün Halk Oyunları Tam Da İşimize Yarıyordu Ki başlıklı yazı AhmetZeytinci tarafından 12.04.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.