Zaman mı yalpalıyor ne yoksa içindeki hezeyanı ve heyecanı yeniden bölmek mi istiyor salise farkıyla tezat bir dilimde yine bir asra denk düşen ölümlü yüz yılı…

 

İnsan gibi naif.

 

İnsan gibi de zalim.

 

Sesi soluğu çıkmayan bir kadından alacaklı iken evren, satırlara düşüyor yolu meleklerin.

 

Bir üst katında yaşayan masumiyet ve tutanaklara geçen aciz yüksünlüğü ve aciz tınısı yine iç sesine kezzap döküp ölümüne susmak.

 

Derinlerde çok hem de.

 

Azıcık da sevgi ekseniz ya içinizdeki çorak toprağa.

 

Aldatıyorlar ve vakur dolu bir serzenişle bilemiyorlar aslında aldandıklarını.

 

Kuru çeşmelere düşüyor yolu şairin.

 

Kuru tebessümler birikiyor ömrünün iç cebinde ve aksayan illa ki kendine yüklendiğinden değil de yük olmamak adına sevdiklerine.

 

Çok mu kuru bir yoldaş adına sevgi denen ya da kurgulanan bir öyküde sırf iki insan arasında yeşerecek sonra da yeni kurdukları düzen ile Tanrı’ya şirk koşacaklar.

 

Hangi koşmada saklı böylesi bir aşk ya da hangi şiire düşer yolu sevdiğine değil de kendine âşıksa insan.

 

Kırık bir heceye yüz sürmek aslında lal satırlara dökmek istediği yine içinin kırıntıları.

 

Körebe oynayan belki ikilem yüklü oyunların çağladığı çocukluk günleri.

 

Ehli keyif ise insan sormayın gitsin.

 

Sürmenaj olmuş bir nefse kim söz geçirebilir ki?

 

Karaçalısı belki de kurulu düzenin.

 

Yoldan çıkanlara aldırmadan başını sağa sol çevirmeden önüne odaklanan ve duyguları kilitlenen insanlara tepki vermeden büyüyen o yorgunluk.

 

Bir sancıyı yâd edip dünden bakiyesi yine ruhun.

 

Gözü olmayan bir maskeye kondurduğu iki çukurla içine düştüğü çukuru görmezden gelip hibe ettiği mezar yine ölünün kanında üreyen o ölümcül bakteriyi tek solukta tüketen ve tünedikçe hayata ölümü dilenen bir sığınmacı yürek.

 

Kepaze benliğin de haritasında bir izdüşümü yine duyguların istikametinden bihaber sadece sözcük bazında sınırlı bir sayı ile hayatı irdelediğini sanıp gelişim denen sürece ihanet eden.

 

Zamirlerin yoksun kıldığı belki’lerin köhne muhabbeti aslında zamanaşımına uğramış düşünce enflasyonunda tırnaklarını geçirmek yine ihtirasın baş rolde olduğu.

 

Masumiyet mi kolaya kaçmanın diğer adı?

 

Öyle ya; ilk sırada bencil arzular ve müsterih olmak ne kelime sadece içinin Tanrısına tapınıp kurak bir arazide yavru kuşları avlamanın verdiği zevk sayesinde göğe eren başı insan denen canlının aslına ihanet edip duraksamadan tahayyül ettiği zalim fıtrat ve köhne yoksunlukları dillendirmeden en çoğuna tamah edip her şeye haiz olmasından ötesi yok iken yine arzu denkleminde.

 

Aklımın muadili bir şiirin peşindeyim hele ki şiir yazmak ne kelime,  şiirler dokurken evren, yine teğet geçtiğim sarkacında imgelerin, bir tehdit gördüğüm içimin şakıyan sayacı.

 

Mevsimler ihlal ediliyor… sancılı ölüm.

 

Ölüm kirli bedenlerin değil bilakis temiz ruhların daha da arındığı bir mertebe, derken şairce bir hüzün…

 

Konakladığımız yarım adalar ve dökülen taşlar yine dökümlü eteğimizden belki de kına yaktığımız bir hidayet özlemi.

 

Dünden uzanan münafık bir yoksunluk.

 

Dünü reddeden gün.

 

Günü erteleyen yarın.

 

Yarından korkan diğer yarım…

 

Hayır, hayır, demediğimin de teyidi yine geceyi merkez bilip, aşka da hürmet besleyip olur olmadık bir hevesle cımbızladığım cümleler.

 

Koruyucu ayetler, diyen bir söylemden kucakladığıma dair huzuru kimselere kaptırmak istemezken…

 

Teyakkuzunda duyguların, rahmete rağbet eden o tecelli yine ikram edilen hazanla yatıp kalktığım belki de öfkeli mizaçlardan payıma düşen hatta ayıp bildiğim ne ise uzağında: hem cümlelerin tekelinde hem de mevsim kadar arsız bir sevgi mağduru.

 

Gölgeler nasıl ki kayıtsız ve nasıl ki gölge etmezdik birbirimize fi tarihinde… diyebilmek nasıl ki meziyet/ti bir zamanın dökümünden bir de içimizde yaralar henüz kabuk bağlamamışken…

 

Pişkin bir cümle belki de peşine düştüğüm. Sersem sepelek üstelik gün derken ömrü hibe edip, teyakkuzda olmanın verdiği huzuru yâd ettiğim her yazı’mda, ben yazgıma sitayişte bulunup nasıl oluyor da bunca alıp veremediğim var/mış kendimle, diyebilmenin bir özür mü bir lütuf mu olduğunun da ayırtına bakamadığım.

 

Kinayeli bir gün/dü ve dışarıda geçirdiğim zamanın örtüsüne de yenik düştüm madem… matemlerden doğan neşemi saklı tutmakla nasıl da haddimi aştım.

 

Boyumdan büyük konuşmuşum.

 

Kulvarında at koşturan deyişler… ne gam!

 

Sırra kadem basan dostluklar ve güzel insanlar… sizi çok özledim… demenin meşrebi yine aştı amacını demem o ki; korunaklı dünyalarımızda hiç de o kadar rahat ve mutlu değiliz.

 

Sivrilen bir mizaç; sevinen bir yetim; gülen bir ağaç ama çıplak vücudu ile utandığı yetmiyormuş gibi üşüdüğünü de gizleyemeyen.

 

Kaynakçamız ne ola ki?

 

Babamın yalancısıyım ne de olsa o da babasının yalancısıymış ve o da babasının ve…

 

Düşüşe geçen gece. Gecenin menkıbesi bir şiir. Şiirin rahmeti ne çok duygu. Duygunun tekelinde beden. Bedenin tekelinde evren ve…kaos.

 

Göğün yangınlarında bir homurtu.

 

Ciğerleri hayatın belki de kuru sıkı tebessümler çağrıştırıyor.

 

Müebbede çarptırılan hüzün. Katsayısı elem ve acı. Acı hepten doğurgan zaten anaç yapıda doğa aslında doğa bile küskün ve kızgın ve hepten kırgın.

 

Mevsimleri lav etti Yaratan. Sonra da düşüşe geçti mevsimler. Dikildi ayağa rüzgâr ailesi. Yağmur da dindi rahmeti de sonlandırdık madem geriye ne mi kaldı?

 

Bir çocuktan daha çocuk.

 

Bir kadından daha anaç.

 

Bir anadan bir babadan değil de yoktan var eden Tanrı’nın sunumunda kaderimizi ifşa etmenin bir methiye babında telakkisi sonra da sırra kadem basan kar bulutları ve kar masumiyetinde kim varsa çaldırdıklarının peşinde aslında sevginin ve merhametin peşinde.

 

Zamandan bile bıkkın saniyeler. Saniyeler bile eksileni tensiye edip birer hurafe misali sahip çıkıyorlar milatlarına.

 

Dün düşerken gözümüzden.

 

Gözümüzden sakındığımız.

 

Sakındığımız kadar da uzağındayız.

 

Uzak bildiğimiz ise aslında içimizin titreşime vakıf olamamanın verdiği o hezeyan.

 

Muaf tutulduğumuz o tutanak aslında sayacın ibresinin takılı kaldığı o boş hazne ve bizler boşluğa düşmektense boşa düşmüş bir vatandaşmışçasına sahip çıkılmadığımız değil de sahip çıkamadıklarımızı esefle kınarken ve bihaber asaletten ve mutluluktan, birbirimizin hayatlarını kurcalamayı ve kurgulamayı maharet bildiğimiz… ve işte geldi zamanı.

 

Dünden yansıyan aslında yadsıdığımız yine yansıyan iç sesimizin boşlukta devinen o hüsranına bile yenik düşmenin acısı.

 

 


( Kaos... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 26.04.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.