Yalın ayak Tanrıların düşleri
İnsana dair düş/üşleri ihbar eden
yanlı
Zaman.
Dur, dendiği yerden kalan
Üzünçlerin koynunda büyüyen
Doğrunun tok sözüne haiz nice yalan.
İhbar ediyor kimisi kimini
Belli işte;
Kimsesizliğin şah damarı
Acıların da en hulasası.
Tırmıklar zamanla haset zamana yenik
düşen ise
Hep nefis.
Yorgunluğu kadar insan da tık nefes.
Zaman yasını tutar mı insanın ya da
yarası mıdır gocunduğu pervasız zamanın…
Bir ağıt gibi usul usul.
Bir akit belki de yerle göğün
birleştiği yürek çizgisi.
Şimdi mesafeleri kısaltıyor ve uçuşa
geçiyorum yine kirli tarihini zulmün fesih edip yerle yeksan olan düşlerimi
hangi minvalde sabit kılacağımı da bilmeden.
Ölü bir öfkesi var şehrin adeta sanki
uzayan bir kuyrukta her eklenen mürit yine takvimin sayfalarının her kopuşunda
içimde bir izdihama sebebiyet veren.
Küçüğüm hem de çok küçük.
Büyük olan ne sırlarım ne de
yaslarım.
Aslında asılı kaldığım dehlizin
duvarlarına çaktığım çivilerde çarmıha gerdiğim yalnızlığım kadar tedirgin ve
boyutsuzum.
Hangi nüans ise içimin fırtınasından
muzdarip iç organlarımın sürekli yer değiştirdiği o eksen.
Şimdi yüreğimin klimasını
çalıştırıyorum ve tüm acılarımı soğutup donduruyorum kim bilir klonladığım
duygularımdan yeni bir ben yaratırım.
Doyamadığım kadar da var hani.
Doyumsuz olduğum tek duygu; sınırsız
hissiyatımın külliyesinde mazlum sevdaların bakir tarlasına ekili özlem ve elem
sonrası ölümü dilemekle eş değer.
Aşk pazarında yürüdükçe…
Çetrefilli sorulardan bunaldıkça.
Hangisi olduğunu bilmeden seçtiğim o
doğru şık ümidi ile kendi sorularımın yanıtını ben bile bilmezken.
Göreceli vasıfları yine bilinmezin
sihrine vakıf ve aşkın tutacağında hep yanan yüreğin gam teli.
Belki bir ikindi vaktidir şiirin
hüznüne vakıf sarı bir reçinede ben mahmuzlarken hüzün ırkının son temsilcisi
olmaya aday.
Kıyama duran gecenin solundayım ve
mütemadiyen tepinen iç sesimin sağdıcıyım yoksa ne ererdim ne de kelimeleri
yorardım.
Kalıbımı bastığım yeni günün ilk
saatleri ve her saati bir yıla eş değer aslında bir gazabı şereflendiren bahar
coşkuma ket vuran bir gece infazı yine kâhin kalemim şapkasını çıkartırken ben
üşüyen hecelerimi soluğumla ısıtmaya çalıştığım.
Kambersiz hangi yangın?
Kambersiz hangi ölüm?
Aşka son dokunuş ne de olsa zaruri
bir tüketim hala ıslah edemediğim hüzün dağarcığım yine hangi sebepten öldüğüm değil
ne vakit dirileceğimin hesabını yaparken.
Zor olduğunu biliyorum da hani.
Ama neden zor olduğunu hala anlamış
değilim.
Altı üstü merhamet ve sevgi yüklü bir
âlemde dolduruşa gelen iç isyanları, yine yüreklerin beyitlerinde ben soğumaya
yüz tutmuş çay misali hüznümü ve beklentilerimi kıtlama yaptığım.
Yağdığım kadar yaşıyorum.
Yaşadığım kadar yazıyorum.
Yazacağım kadar da mutluluğa kıs kıs
gülüyor hangi melekse omzumda sıkkın ve bitkin ne de olsa çatık kaşlı kaderime
karşı pek bir kadirşinas yine yüklü omuzlarımda ben niyazlarıma soluksuz devam
ettiğim.
Gidip de teselli etmeliyim diğer
yarımı ve kalan son çeyreğimi de aramayı sürdürmeliyim ne de olsa çeyreğin
bütüne tekabül ettiği gerçeğini hala ispat edemedim insanlara.
İnsanlığımın hulasasında bir de dilek
tutmalıyım hani olur da kayan yıldızda takılı kalır gözüm ve niyazım.
Bir tekerlek gibi yuvarlanıp giden
yakarışlarıma nasıl ki izzeti ikramda bulunuyor kâinat ne de olsa umudun baş
şehri her yeni iklim yine içimizin tek maruzatı bile Allah nezdinde kayıt
altına alınırken hele ki yükünüzü paylaşmakla yaşamak arasında bir seçim yapma
şansına da sahip değilseniz.