HUŞU SAHİBİ
OLMAK,
Allah’ın yardımı Kur’an’ı yaşayanlaradır.
Allah’ın yardımının kişiye ulaşması devrin Resul’ünün, ve nezirlerin davetine
icabet etmesiyle mümkündür.
39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ
izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun
minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû
belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne). Kâfirler,
zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin)
kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden
(sizin aranızdan) olan Resuller gelmedi mi ki, size Rabbinizin ayetlerini
okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler)
dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
67/MULK-8:
Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum
hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur.
Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir
(uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
67/MULK-9:
Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in
entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize
nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz
ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10:
Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl
etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.
Resulün ve nezirlerin davetine
uymayanlar hevalarına uyan dalalette kalanlardır.
28/KASAS-50:
Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu
mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil
kavmez zâlimîn(zâlimîne). Bundan
sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa),
bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye
değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır?
Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
Allah’a ulaşmayı dileyenlerin
kalplerine Allah’ın göğüslerinden kalplerine nu yolu açtığı yani kalplerini
şerh ettiği için rahmet nuru sızar.
6/EN'ÂM-125:
Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid
en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi,
kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne). Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun
göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı
dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar.
Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine azap verir.
Burada önemli bir olgu vardır: "Allah'ın dilemesi" Allah'ın hidayete
erdirmeyi dilediği kişiler vardır, dilemediği kişiler vardır. İnsanlar olayları
yaşar ve olaylardan müspet veya menfi sonuçlar çıkarırlar. Olayları yaşadıkları
zaman başka insanların hidayet üzere olmasına mani olmayan yani onların
dalâlette kalmasını sağlayacak kötü niyetli bir hareket halinde olmayanları
Allah seçer ve 2. basamağa ulaştırır. Bu basamaktaki kişi eğer Allah'a ulaşmayı
dilerse 3. basamağa geçer ve bundan sonraki basamakları yaşayabilecek ehliyetin
sahibi olur. Olgular dizisine baktığımız zaman Allahütealâ'nın kişiyi
seçtiğini, onu karar arifesine getirdiğini, kararını Allah'a ulaşmayı dilemek
istikametinde vermesi için ona birçok şeyler gösterdiğini, etrafındaki
olaylarla ispat ettiğini görürüz. Ve kişi, Allah'ın kendisinden beklediği şeyi
yaparak Allah'a ulaşmayı diler.
Allahütealâ bu ayette iki nevi
insandan bahsediyor: "Kimi de dalalette bırakmayı dilerse onların da göğsünü
açmaz. Onları, göğüsleri sıkışarak, nefes alamaz bir şekilde göğe yükseliyormuş
gibi hissettirir. Bu, azaplı bir yükseliştir." Allah'ın dalâlette
bırakmayı dilemesinin nedeni bu kişilerin Allah'a ulaşmayı dilememeleridir.
Yani biz neyi dilesek Allah da bizim için onu diliyor.
Burada kesin bir olgu vardır.
Allah'ın, Allah'a ulaştırmayı dilediği insanların varlığı ortaya çıkıyor. Kim
Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı diler. Bir insan
Allah'a ulaşmayı dilemezse gideceği yer cehennem olur.
39/ZUMER-22:
E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi),
fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin
mubîn(mubînin). Allah
kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir
nur üzere olur, değil mi? Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay
haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.
Bu nur kalpte huşuya sebep olur.
57/HADÎD-16:
E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele
minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul
emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah'ın zikri ile ve Hakk'tan inen şeyle (Allah'ın nurları ile), âmenû
olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi
mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman
geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi
olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
Allah'ın zikri kalplere rahmet,
fazl ve salâvât nurlarını ulaştırır. Bu nurlar kalpte HUŞÛ oluşturur. Zikir
yapılmazsa kalpler katılaşır. Onların çoğu fasıktırlar.
Huşu sahibi olabilmek kalbe rahmet nurunun girmesine bağlıdır. Kalbine
rahmet nuru girenler huşuya ulaşabilirler ve hacet namazı kıldıklarında
mürşidlerini görebilirler.
2/BAKARA-45:
Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel
hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve
muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû
sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46:
Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar
(o huşû sahipleri) ki, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki
olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde
inanırlar.
Allah razı olsun.
Burhan AKSU