Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 13.05.2018
Okunma Sayısı : 1189
Yorum Sayısı : 1
Günün Yazısı

Bu Yazı 14.05.2018 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.

HZ. MUSA’NIN KAVMİNDEN DE, HZ. İSA’NIN KAVMİNDEN DE HİDAYET ÜZERE YAŞAYAN VE HİDAYETE ÇAĞIRAN ALLAH DOSTLARI MÜRŞİDLER VARDIR;

7/A'RÂF-159: Ve min kavmi mûsâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).                                                                                                                                  Ve Musa (A.S)'ın kavminden bir ümmet vardır. Hakk'a hidayet ederler (hidayete ulaştırırlar). Ve onunla (hak ile) adaletle hükmederler.

     Bu ayet-i kerime, Hz. Musa'dan sonraki, Musa kavminden devrin imamlığını deruhte eden, hidayete erdiren, peygamber olmayan Resullerin bir muhtevasından bahsetmektedir. Burada Allahütealâ'nın "bir topluluk"tan muradı, Hz. Musa ile aynı anda yaşamakta olan bir topluluk değildir. Hz. Musa ile aynı devirde yaşasalardı, hidayete erdiren sadece Hz. Musa olurdu. Ve onlar da sadece hidayete erdirmeye vesile olurlardı.

     Her devirde, bütün kavimlerde, herkesin yanı başında hidayete vesile olacak birileri mutlaka vardır (Maide-35). Hz. Davud'a kadar olan süreç içerisinde o devrin imamları, hidayete vesile olmamış, hidayeti gerçekleştirmişlerdir. Tabii bunlar, Hz. Musa'dan Hz. Davud'a kadar olan devreyi ihata ettikleri için: "Bir kavim, bir topluluk." diyor, Allahütealâ. Musa'nın kavminden bir topluluk, bir ümmet...

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).                                                                                                Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.

13/RA'D-36: Vellezîne âteynâhumul kitâbe yefrehûne bimâ unzile ileyke ve minel ahzâbi men yunkiru ba’dah(ba’dahu), kul innemâ umirtu en a’budallâhe ve lâ uşrike bih(bihî), ileyhi ed’û ve ileyhi meâb(meâbi).                                                                            Kendilerine kitap verilenler sana indirilene sevinirler. Gruplardan, onun bir kısmını inkâr edenlere şöyle de: “Ben, sadece Allah'a kul olmakla ve O'na şirk koşmamakla emrolundum. Ben, O'na davet ederim ve dönüşüm O'nadır (meabım, sığınağım, dönüş yerim O'dur).

     Allahütealâ, bütün insanları ve cinleri sadece Allah'a kul olsunlar diye yaratmıştır. Allahütealâ, Zariyat Suresinin 56. ayet-i kerimesinde buyuruyor:

51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).                                        Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.

     Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e de tabiatıyla aynı emri vahyetmiştir: "Bana ulaşmayı dile ve Bana kul ol" Allah'a ulaşmayı dileyen aynı zamanda takva sahibi olarak şirkten de kurtulur.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).                                                                                                                        O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).                                                                                                                    (O müşriklerden olmayın ki) onlar, dinlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

     Kulluğun sahâbe için başlangıç noktası, Allah'a ulaşmayı dilemektir.

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).                                                                                                                                  Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

     Kişi, mürşidine ulaştığı zaman ruhu Allah'a doğru yola çıkar. Nefs tezkiyesi ile birlikte, fizik vücut Allah'a kul olmaya başlar. Üç vücut da Allah'a kul olmak üzere harekete geçmişlerdir. Sonra ruh, Allah'a ulaşır, Allah'a kul olur. Ardından fizik vücut şeytana kul olmaktan kurtulup Allah'a kul olur ve Allah'ın bütün emirlerini yerine getirir; yasak ettiği hiçbir şeyi işlemez. Sonra nefs, daimî zikre ulaşınca Allah'ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanır. En sonra da irade, Allah'ın iradesine bağlanır; o da Allah'a teslim olur, yani kul olur.

     Şirk koşmamak da kul olmanın faktörlerinden bir tanesidir. Allahütealâ, Fussilet Suresinde buyuruyor:

41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).                                                                                                                                                                 Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?

     İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V) de "Ben, O'na davet ederim." demiştir. Ayet-i kerime, sanki Kur'an'ın bütününü ifade eden bir muhteva taşımaktadır. Rad Suresinin bu ayet-i kerimesi, dinlerin birleştirilmesi istikametinde özel bir önemi olan bir ayet-i kerimedir.

     Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e indirilene sevinenler, kendilerine kitap verilenlerden Hristiyan ve Musevî toplulukların içerisinde, Peygamber Efendimiz ve Sahâbe ile aynı hayatı yaşamakta olanlardı. Bunlardan Musevîler, Hz. Musa'dan o güne kadar gelen adetleri aynen devam ettirenler; Hristiyanlar da Hz. İsa'nın söylediklerini asırlardan beri yaşayanlardı. Ancak bu topluluklar içerisinde Allah'ı inkâr edenler de vardı.

     Bu ayet, Allah'a kul olmaktan, Allah'a şirk koşmamaktan ve Allah'a davet etmekten, Allah'a sığınmaktan bahsetmektedir. Kur'an kavramlarının birçoğunu muhtevasına alan özel bir ayet olup, Kur'an'ın temellerini vermektedir.

3/ÂLİ İMRÂN-110: Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).                                            Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ümmetin hayırlı kişileri oldunuz. Mâruf ile emredersiniz ve münkerden nehy edersiniz (men edersiniz). Ve siz, Allah'a îmân ediyorsunuz. Eğer kitap ehli de îmân etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mü'mindir ve onların çoğu da fâsıklardır.

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).                                                           O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

     İster ensar ister muhacirîn olsun, iki gruba da tâbî olunmuş, iki grup da mürşid olma şerefine ermişlerdir. "Hayırlı bir ümmet olmak" böyle gerçekleşmiştir. Bu hayrın muhtevası ma'ruf ile emretmek, münkerden alıkoymaktır.

     Öyleyse bütün sahâbe irşad makamının sahipleriydi. İrşad makamının sahiplerinin iki temel vasfı: hayırla emretmek, münkerden nehyetmektir. Böylece onların derecat kazanmalarına sebebiyet vermek ama derecat kaybetmelerine mani olmaktır.

     Bu, iki ayrı cepheden incelenmesi gereken bir konudur. Münkerden alıkoymak, nasıl bir olgudur?

     Ne zaman bir kişi mürşidine ulaşırsa, önünde diz çöküp tövbe ettikten sonra nefs tezkiyesine başlar. Nefs tezkiyesi boyunca kişinin nefsindeki afetler adım adım azalır. Bu azalma stratejisi içerisinde, kişi devamlı münkerden nehyolunacaktır. Yani nefsindeki afetler azaldıkça, ruhunun hasletleri gelip faziletler adıyla oraya yerleşecektir. Faziletler yerleştikçe kişi hep hayra dönük işler yapacaktır. Şerre dönük işlerinin oranı giderek azalacaktır.

     Böyle bir dizaynı yerli yerine oturttuğumuz zaman, dünya üzerindeki aksiyonları itibariyle, sahâbe, kendine tâbî olan tâbiine güzel davranışlarda bulunmalarını, namaz kılmalarını, oruç tutmalarını, zekât vermelerini ve özellikle zikir yapmalarını emretmişlerdir. Onlar da bunları gerçekleştirmişlerdir. Böylece sahâbe onları hayra davet etmiş ve hayra ulaştırmıştır. Aynı zamanda sahâbe onların yasakları işlemesine de mani olacak emirleri vermiş ve onlar böylece yasakları da işlemekten men olunmuşlardır.

     Sahâbe dünya üzerindeki işlemler itibariyle, tâbiine tebligatta bulunarak negatif şeylerden, günahlardan ve şerrden, münkerden men etmiştir. Onların o kötü işlemleri yapmalarına mani olarak, onlara derecat kazandırmışlardır. Bir taraftandan da her bir tâbiin, tâbî olduğu andan itibaren nefs tezkiyesine başladığı için, kötülükleri otomatik olarak azaltan bir mekanizmanın sahibi olmuşlardır. Nefslerindeki afetler azaldıkça, tabiatıyla kötülükten de nehyedilmişlerdir.

     Sahâbe gibi kitap ehlinden de bir kısmı Allah'a ulaşmayı diledikleri için mü'min olmak şerefine ermişler ama çoğu tâbî olmamıştır. Kendi mürşidlerine de tâbî olmadıkları cihetle kalpleri karanlıkta kalmış, küfür ehli olmuşlardır.

     Mü'min, önce Allahütealâ'ya ulaşmayı diler, daha sonra mürşidine ulaşır, önünde diz çöküp tövbe eder, Allah kalbinin içine îmânı yazar ve kişi hak mü'min olur.

     Bu tarz bir tâbiiyetle Hristiyanlardan ve Yahudilerden az bir kısım mü'min olmak şerefine ermişlerdir. Hz. İsa'dan Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘in devrine gelinceye kadar birbirlerinden almak suretiyle devam ettirdikleri güzellikleri yaşayanlar vardır. Her iki tarafta da küçük gruplar İslâm'ı yaşıyor. Geri kalan büyük topluluk ne yazık ki İslâm şerefinden mahrumlar.

     Nasıl bugün Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı hayatı yaşayanlar varsa, o zamanda da Hz. Musa'dan itibaren tâbiiyet yoluyla Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde yaşayanlara kadar ulaşan, Allah'ın emirlerine itaat etmek, yasak ettiği emirleri işlememek ve Allah'a teslim olmak keyfiyeti hep devam etmiştir.

3/ÂLİ İMRÂN-113: Leysû sevâ’(sevâen), min ehlil kitâbi ummetun kâimetun yetlûne âyâtillâhi ânâel leyli ve hum yescudûn(yescudûne).                                                                                           Onların (hepsi) bir değildir. Kitap ehlinden, gece saatlerinde kıyamda durup, Allah'ın ayetlerini tilavet eden ve secde eden bir ümmet vardır.

     Bu ayet-i kerimede Allahütealâ kitap ehlinden yani Hristiyanlardan ve Yahudilerden bahsediyor.

     Kitap ehlinden, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe gibi gece saatlerinde gizli gizli namaz kılan Allah'ın dostları vardır. Bu insanlar, kitap ehlinden yolda olanlardır. Allah, bütün peygamberlerine bu hedefe yönelik olarak emirlerini vermiştir. Hz. Musa zamanından bu yana nesiller boyunca hep tövbe ederek, tâbiiyette bulunarak, mürşidlerinin elini öperek Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrine ulaşılmıştır. O devirde de o insanlar Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı hayatı yaşamayı devam ettiriyorlar. Hz. İsa zamanından Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘e ulaşıncaya kadar geçen 600 yıl içinde tâbiiyetlerini sürdürerek aynı hayatı yaşıyorlar. Gece kalkıyorlar, kıyam ediyorlar, secde ediyorlar, Allahütealâ'nın Kur'an-ı Kerim’ini tilâvet ediyorlar ve zikir yapıyorlar.

3/ÂLİ İMRÂN-114: Yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yusâriûne fîl hayrât(hayrâti), ve ulâike mines sâlihîn(sâlihîne).                                                                                                                                        Onlar, Allah'a ve yevmil âhire îmân ederler, mâruf (irfan) ile emreder ve kötülükten nehyederler (men ederler) ve hayırlara koşarlar. İşte onlar, sâlihlerdendir.

     Secde eden, ayetleri tilâvet eden insanları sadece namaz kılanlar olarak düşünmek yanlıştır. Çünkü bu insanlar namaz kılmanın ötesine geçmişlerdir. Onlar yevm'il âhire îmân ederler. Yani her şeyden evvel ruhun ölmeden Allah'a ulaşmasına îmân ederler.

     Eğer doğum yevm'il evvel ise ölüm yevm'il âhirdir. Kıyâmetin yaratılması yevm'il evvelse, kıyâmet günü yevm'il âhirdir. Mürşide ulaşmak yevm'il evvelse ruhu Allah'a ulaştırmak yevm'il âhirdir.

     Yevm'il âhir, ruhun ölmeden evvel Allah'a ulaştığı gündür. Ma'ruf ile emretmek ve kötülükten alıkoymak mürşidlerin görevleridir. Mürşidler hayırlarda yarışırlar. Onlar salihlerdendir yani salâh makamının sahiplerindendir, Allah'ın 7 tane velâyet makamının yedincisine ulaşabilmiş olanlardır.

     Burada mürşide ait olan özellikleri veriyor Allahütealâ. Kendileri irfanı yaşıyorlar, İlm'el yakîni aşmışlar, Ayn'el yakînin ve Hakk'ul yakînin sahibi olmuşlardır. İşte bu insanlar Hristiyanların arasında da Yahudilerin arasında da mevcuttur ve dünya sulhunu kuracak olanlar, bütün dinlerden salâh makamına ulaşanlardan oluşacak ama hepsi İslâm hüviyetinde olacaklar. Çünkü onların hepsi Allah'a ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de teslim etmişler ve irşad makamının sahibi olmuşlar yani salâhın son mertebesinin sahibi olmuşlardır.

 

Allah razı olsun.

Burhan AKSU

( Hz. Musa’nın Kavminden De, Hz. İsa’nın Kavminden De Hidayet Üzere Yaşayan Ve Hid başlıklı yazı mihrimah tarafından 13.05.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.