FİLİSTİN
MESELESİ
YAHUDİLİK ( MUSEVİLİK ) NEDİR ?
Yaşayan ilâhî kaynaklı dinlerden, mensûbu
en az olan bir din. Günümüzde yeryüzünde yaklaşık 15-24 milyon dolayında Yahûdî
olduğu tahmin edilmektedir.Kuranda hz.İbrahimin hanif dini (İslam dini)
olduğu belirtilen ve zaman içersinde
tahrif edilen Yahûdili'ğin, dinler tarihinde özel bir yeri
bulunmakta ve bu din, en eski ilâhi kaynaklı din olarak nitelendirilmektedir. Mâzisi birkaç bin yıl geriye giden bu dinin başta gelen özelliklerinden biri İsrail oğulları ile Tanrı arasındaki "ahd'e kutsal kitaplarında geniş
yer ayrılmasıdır. Bu nedenle bu din, bir "ahid dini" olarak da
bilinmektedir. İsrail oğullarının başına gelen bütün sıkıntıların, onların bu
ahde uymamaları, verdikleri sözü tutmamalarından ileri geldiği, hem kendi
mukaddes kitaplarında, hem de Kur'an-ı Kerîm'de belirtilmektedir.
Bu din, Bâbil Sürgünü'nden sonra millî bir
din haline getirilmiştir. Ancak bu din, tek Tanrı'ya, vahye dayanan mukaddes
kitâba ve peygamberlere yer vermesiyle millî dinlerden; millileştirilip bir
ırka tahsis edilmesiyle de, ilâhî dinlerden farklı bir durum arz etmektedir.
Aslında bugünkü Yahudiliğin bir din mi, ırk mı, yoksa millet mi olduğu, pek net
değildir. Tartışmaya girmeden onun kendine has özellikleri ve nitelikleri
bulunan bir din olduğu, benzerinin Yahûdilikte din ve ırk içiçe girmiş
olduğundan birini diğerinden ayırmak güçtür. Onun en güzel tanımını, mukaddes
kitaplarında yer alan "Balam" hikâyesinde şöyle izah edilmektedir:
"İşte ayrıca oturan bir kavimdir ve milletler arasında
sayılmayacaktır"(Sayılar, 23/9).
Yahudiler, mukaddes kitaplarında yer alan
ifadelere dayanarak kendilerini, dünya milletleri arasından seçilmiş kavim
olarak görürler. Tanrı, bu kavmi Sina'da kendine muhatâp kılmış, onlarla
ahidleşmiş, onlardan buyruklarına uyacakları konusunda söz almış ve Hz. Mûsa'nın şahsında onlara Tevrât'ı göndermiştir. Bu dinin odak noktası, Kudüs'deki
"Süleyman Mâbedi”dir. Tahribinden önce bu Mâbed'in bir odasında "Ahid
Sandığı" bulunmaktaydı. Yahûdiliğin sembolü, "Yedi kollu
şamdan" ve "altı köşeli
yıldız" (Hz. Dâvûd'un yıldızı)dır.
Günümüzdeki Yahudi İsrail Devleti resmen
"gelenekçi yahudiliği" benimsemiştir.
Şimdi bu kavmin dünya literatüründe
"Yahûdî, İbrânî, İsrail oğulları" gibi terimlerle adlandırılmasının kısaca
açıklanmasını yapalım.
Yahudî: Hz. İshâk'ın oğlu Hz. Yâkûb'un on iki oğlu vardı; dördüncü oğlunun adı
"Yuda" veya "Yahuda" idi. Bu nedenle onun adına dayanarak
İsrailoğullarına, "Yahudî" denmiştir. Filistin'in göneyinde kurulan
Yuda veya Yahuda Krallığı da, ayrıca bu adın kaynağı olarak ileri
sürülmektedir. Çünkü (Ürdün'ün batısı, Samiriye'nin güneyindeki bölge, yuda
veya Yahuda adına nisbet ediliyordu. Esaretten sonra genel olarak halk
"İsrailliler" diye adlandırılırken, şahıslar birbirine
"Yahudi" diyorlardı.Böylece onların torunları da günümüze kadar bu
adla anıldılar.
İbrânî: Bu kelime, "İbrî" veya
"Hibrî" kelimelerinden gelmektedir. Bu kelimeler, M.Ö. XV-XIV.
yüzyıllarda Filistin'de görülen göçebe bir kabîlenin adıdır; "öte tarafın
insanları" anlamında, Fırat ve Ürdün nehirlerinin öbür kıyısından gelmiş
olan göçmenleri ifade eder. Yahûdîlere bu ad, Ken'an
ülkesinin yerlileri tarafından verilmiştir. Bu konuda Yahûdî mukaddes kitabında bilgi verilmektedir (Tekvîn, XI/27-28; Tesniye, XXVI/5-6).
İsrâîl: Bu kelime, Yahudi inancına göre Tanrı
ve insanlarla güreşip yenen anlamında Hz. Yâkûb'a, Tanrı tarafından verilmiş bir lâkabdır. Bu husus, Tevrât'ta
yer almaktadır (Tekvîn, XXXII/28; XXXV/9-15; Hoşea, XII/4-5). Yahûdi Ansiklopedisinde kelimenin asıl anlamının belirsiz olduğu, Tevrat'ta "Tanrı ile güreşen"
şeklinde yer almasına rağmen, "Tanrı ile mücâdele eden" anlamına
gelebileceği belirtilmektedir. (The Universal Jevish Encyc, V/613). Taberî ise,
Hz. Yâkub'a gece içinde Allah'a giden anlamında "İsrâil" dendiğini
yazmaktadır (Taberî, Thiru't-Taberî, I/320). Ayrıca on iki Yahudî kabîlesi de
"İsrail” adıyla anılmaktadır (Çıkış Hurûc, III/16). Ancak, bu adın, Hz. Süleymân'dan sonra ikiye ayrılan ülkenin kuzeyinde kalan bölümünü teşkil eden kabîlelerin krallığını nitelendirmek üzere kullanıldığını belirtmek gerekir. Bununla birlikte Bâbil Sürgününden sonra Yahûda
(Yuda)'ya geri dönen İbrânîler, Yahûda kabilesine mensup olmalarına rağmen, genel olarak "İsrailliler" adını aldılar.
Yahûdî inancına göre bu ad Yâkûb'a, Tanrı tarafından verilmiştir. Bu nedenle Yahûdîlik milli bir din, Yahova da
millî bir tanrı olarak kabul edilmiştir.
YAHUDİLİĞİN TARİHİ SEYRİ ;
M. Ö. İkinci bin yılın başlarında
Yahudilik Hz. İbrahim'in oğlu İshak'la sahneye çıkmıştır. İshak'tan sonra Yakub
(a.s) yerine geçti (İbn Haldun, Tarih,2/40). Yakub'un diğer adı
"İsrail" idi. Dolayısıyla Yakub'un oğullarının adıyla anılan on iki
kabile de İsrail oğullarını oluşturdu. Bundan sonra Yusuf (a.s)'un daveti
(Taberî, Tarih,1/185) üzerine Yakub ve oğulları Mısır'a göç ettiler (İbn Esir,
Kâmil, 1/155).
Yahudilik, sözün tam manasıyla İsrail
oğullarının Babil'de geçirdikleri sürgünden sonra inkişaf etmiştir.Yahudilere
mahsus hükümleri havi muharrif Tevrat'a göre, Yahudiler yabancılarla
evlenemezler. Bu durumda kendilerini ileride üstün ırk saymalarına neden olacak
vahim sonuçlara ulaşmıştır (A. Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, 110).
M. Ö. İki binlere değin İsrail oğulları
Mısır'da üçüncü sınıf insan muamelesi gördüler, orada tutsak kaldılar. Ta ki
kavmin içinden (İsrailoğullarından) Musa'nın, onları Firavun'un zulmüne karşı
Hak'la gelip kurtarmasına kadar. Hz. MUSA İsrailoğullarını Mısırdan firavunun
zulmünden kurtarak Ken'an iline ulaştırmıştır.
Yahudiler Ken'an ülkesinde başta Filistinliler
olmak üzere çeşitli topluluklarla savaşmak zorunda kaldılar, İ.Ö 990 dolayında
Hz. Davud'un peygamberlik ve liderliğiyle bileşik bir devlet (krallık) şeklinde
örgütlenerek Kudüs'ü ele geçirdiler.
Hz. Davut'a (a.s) gönderilen Zebur adlı
semavi kitap, Tevrat'ın hükümlerini tasdikleyici olarak geldi. Bu yüzden
Yahudilik İsa'ya kadar sürecektir.
İ. Ö. Dokuzuncu yüzyıldan beşinci yüzyıla
kadar Aramiler, Asurlular ve Babillilerle çeşitli savaşlar sürmüştür. Babilin
Yahuda Krallığını ele geçirmesi ile İsrail oğulları yeni bir sürgün dönemine
giriyordu.
Kuran’da bu konu şöyle anlatılmaktadır;
17 / İSRA -
4
Ve kadaynâ ilâ benî isrâîle fîl kitâbi le
tufsidunne fîl ardı merreteyni ve le ta’lunne uluvven kebîrâ(kebîren).
İsrailoğullarına
kitapta (Tevrat'ta), “Yeryüzünde iki kere fesat çıkaracaksınız.” diye
bildirdik. Ve gerçekten, büyük bir üstünlükle gâlip geleceksiniz.
Allahüteala ayette iki defa güçlü olacaklarını ve her
ikisinde de fesad çıkaracaklarını bildirmektedir.
Birinci güç
devresi geldiği zaman Allah Hz. DAVUDU onlara Peygamber olarak görevlendirdi.
2 / BAKARA -
246
E lem tera ilel melei min benî isrâîle min
ba’di mûsâ, iz kâlû li nebiyyin lehumub’as lenâ meliken nukâtil fî
sebîlillâh(sebîlillâhi), kâle hel aseytum in kutibe aleykumul kıtâlu ellâ
tukâtil(tukâtilû), kâlû ve mâ lenâ ellâ nukâtile fî sebîlillâhi ve kad uhricnâ
min diyârinâ ve ebnâinâ fe lemmâ kutibe aleyhimul kıtâlu tevellev illâ kalîlen
minhum vallâhu alîmun biz zâlimîn(zâlimîne).
Hz. Musa'dan
sonra İsrailoğulları'ndan ileri gelenleri görmedin mi? Kendi peygamberlerine:
“Bizim için bir melik beas et (görevlendir) de Allah yolunda savaşalım.”
demişlerdi. (O Peygamber de) dedi ki: “Eğer savaş sizin üzerinize yazılırsa
(farz kılınırsa) sizin savaşmamanızdan korkulur.” (İleri gelenler): “Biz niçin
Allah yolunda savaşmayalım? Yurtlarımızdan ve oğullarımız (arasından)
çıkarılmıştık.” dediler. Fakat savaş onların üzerine yazılınca (farz kılınınca)
onlardan pek azı hariç, hepsi yüz çevirdiler. Ve Allah, zalimleri bilir.
2 / BAKARA -
247
Ve kâle lehum nebiyyuhum innallâhe kad
bease lekum tâlûtemelikâ(meliken), kâlû ennâ yekûnu lehul mulku aleynâ ve nahnu
ehakku bil mulki minhu ve lem yu’te seaten minel mâl(mâli), kâle
innallâhestafâhu aleykum ve zâdehu bestaten fîl ilmi vel cism(cismi), vallâhu
yu’tî mulkehu men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Onların
Peygamber'i onlara dedi ki: “Muhakkak ki Allah, sizin için melik olarak Talut'u
beas etmişti (görevlendirmişti).” Dediler ki: “Bizim üzerimize onun melikliği
nasıl olur? Melikliğe biz ondan daha çok hak sahibiyiz (daha çok lâyığız). Ve
de ona maldan bir genişlik (servetçe bolluk) verilmedi.” (Peygamber de)
“Muhakkak ki Allah, onu sizin üzerinize (melik) seçti ve onun ilmini
(bilgisini) ve cismini (kuvvetini) artırdı.” Ve Allah, mülkünü dilediği kimseye
verir. Ve Allah, Vâsi'dir (rahmeti ve ilmi herşeyi ihata eder), Alîm'dir (en
iyi bilendir).
2 / BAKARA -
248
Ve kâle lehum nebiyyuhum inne âyete
mulkihî en ye’tiyekumut tâbûtu fîhi sekînetun min rabbikum ve bakiyyetun mimmâ
terake âlu mûsâ ve âlu hârûne tahmiluhul melâikeh(melâiketu), inne fî zâlike le
âyeten lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Ve onların Peygamber'i, onlara dedi
ki: “Muhakkak ki onun melikliğinin âyeti (delili), içinde Rabbinizden sekînet
ve Hz. Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktığı şeylerden bakiye (kalıntı)
bulunan, meleklerin taşıdığı bir tabutun (tahta sandığın) size gelmesidir.
Muhakkak ki bunda, sizin için elbette âyet (delil) vardır, eğer siz
mü'minlerseniz.”
2 / BAKARA -
249
Fe lemmâ fesale tâlûtu bil cunûdi, kâle
innallâhe mubtelîkum bi neher(neherin), fe men şeribe minhu fe leyse minnî, ve
men lem yat’amhu fe innehu minnî illâ menigterafe gurfeten bi yedih(yedihî), fe
şeribû minhu illâ kalîlen minhum fe lemmâ câvezehu huve vellezîne âmenû meahu, kâlû lâ tâkate lenâl yevme bi câlûte ve cunûdih(cunûdihî),
kâlellezîne yezunnûne ennehum mulâkûllâhi, kem min fietin kalîletin galebet
fieten kesîraten bi iznillâh(iznillâhi), vallâhu meas sâbirîn(sâbirîne).
Böylece Talut, askerlerle (ordu ile)
(Kudüs'ten) ayrıldığı zaman dedi ki: “Muhakkak ki Allah, sizi bir nehir ile
imtihan edecek. Bundan sonra kim ondan içerse, artık (o kimse) benden değildir.
Ve kim ondan (doyacak kadar) içmez ise sadece eliyle bir avuç avuçlayıp içen
hariç, o taktirde muhakkak ki o bendendir.” Fakat onlardan ancak pek azı hariç,
(o sudan doyasıya) içtiler. Nitekim o (Talut) ve îmân edenler birlikte (nehri)
geçtikleri zaman: “Bugün bizim, Calut ve onun askerleri ile (ordusuyla) (savaşacak)
takatimiz (gücümüz) yok.” dediler. O kendilerinin muhakkak Allah'a mülâki
olacaklarını kesin olarak bilenler (yakîn hasıl edenler) ise şöyle dediler:
“Nice az bir topluluk, Allah'ın izniyle çok bir topluluğa gâlip gelmiştir. Ve
Allah, sabredenlerle beraberdir.”
2 / BAKARA -
250
Ve lemmâ berazû li câlûte ve cunûdihî kâlû
rabbenâ efrig aleynâ sabren ve sebbit ekdâmenâ vensurnâ alel kavmil
kâfirîn(kâfirîne).
Ve (Talut'un askerleri), Calut ve
onun askerlerinin (ordusunun) karşısına çıktıkları zaman şöyle dediler:
“Rabbimiz üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı (düşman karşısında) sabit kıl ve
kâfirler kavmine karşı bize yardım et.”
2 / BAKARA -
251
Fe hezemûhum bi iznillâhi, ve katele
dâvudu câlûte ve âtâhullâhul mulke vel hikmete ve allemehu mimmâ yeşâu, ve lev
lâ def’ullâhin nâse, bâ’dahum bi ba’din le fesedetil ardu ve lâkinnallâhe zû
fadlin alel âlemîn(âlemîne).
Nihayet Allah'ın izniyle onları
hezimete uğrattılar. Ve Davut, Calut'u öldürdü. Ve Allah ona (Davut'a),
meliklik (hükümdarlık) ve hikmet verdi ve ona dilediği şeylerden öğretti. Ve
eğer Allah'ın, insanları birbiriyle defetmesi olmasaydı, yeryüzünde mutlaka
fesat çıkardı (yeryüzünün düzeni bozulurdu). Lâkin Allah, âlemlerin üzerine
fazl sahibidir.
İlk İsrail iktidarı Davut peygamberle başlar. Talut
liderliğinde Calut’a (Golyat’a) karşı girişilen savaşta İsrailoğulları
bölgenin zorba kavmi olan Filistinlileri yenerek (o gün taş ve sapan kullanan
taraf İsrailoğullarıydı, teknolojik üstünlük Golyattaydı. Ama Davut, Golyat’ı
sapan taşıyla öldürdü. Ne ilginç değil mi?. Tarih tersinden tekerrür ediyor
sanki) o topraklara yerleştiler.
Hz.Davuttan sonra kendilerine hz.süleyman peygamber olarak
görevlendirildi.Hz. Süleyman devrinde en güçlü dönemlerini yaşadılar.
Süleyman Mabedi’ni (bugünkü ağlama duvarı o mabede ait) inşa ettiler.
Büyüdüler, geliştiler ve muazzam teknolojilerle büyük ordular oluşturdular.
Seba melikesi Belkıs’ın tahtının getirilmesi olaylarını hatırlayın.
Hz. Süleymandan sonra azıttılar ve bir süre sonra azgınlıkları
dört bir yana sirayet etti. Sataşacak kimse kalmayınca birbirlerine düştüler.
Devlet kuzey ve güney İsrail diye ikiyle ayrıldı.
17 / İSRA -
5
Fe izâ câe va’du ûlâhumâ
beasnâ aleykum ibâden lenâ ulîbe’sin şedîdin fe câsû hılâled diyâr(diyâri), ve
kâne va’den mef’ûlâ(mef’ûlen).
Artık ikisinden birincisinin
vadesi (zamanı) geldiği zaman, (çok çetin) kuvvet sahibi kullarımızı sizin
üzerinize gönderdik. Böylece evlerin aralarına girip (sizi) aradılar ve
vaadedilen, yapılmış oldu.
Tabii bozgunculuk
yapmakta boş durmadılar. Amalikalılarla savaşıp dururken, dönemin
Amerikası olan Babil (Güney Irak) kralı Nebukadnezar,
ordusuyla gelip Kuzey İsrail’i tar umar etti ve Süleyman Mabedini yıktı.
Halkını zincire vurup Babil’e götürdü.
Ardından Ninova (Kuzey Irak) hükümdarı güney İsrail’e
saldırdı ve o da onu haritadan sildi. Halkını da köleler edinip getirdi ve
Kuzey Irak’a yerleştirdi. Tevrat’ın Ester bahsi, onların
macerasını anlatır.
Şimdi tekrar İsra suresine dönelim ve Kur’an’ın bu
hadiseleri nasıl aktardığını görelim:
“Kitapta İsrailoğulları'na şu hükmü verdik: "Muhakkak siz
yeryüzünde iki defa (iktidar olup) bozgunculuk çıkaracaksınız . Ve nitekim o iki
vaadden ilkinin zamanı geldiğinde, son derece zorlu ve güçlü kullarımızı (Babillileri
ve Ninovalıları yani Iraklıları) üzerinize gönderdik de sizi
evlerin aralarına kadar girip
araştırdılar. Bu, yerine getirilmesi gereken bir sözdü ve gerçekleşti”
‘İsra, 4-5) Ayetleri gereğince ilk iktidarları feci ve kanlı bir
şekilde sona erdi.
Yahudilik kendi tarihinde Büyük
İskender'in İ.Ö. 322'de Filistin'i ele geçirmesi ile İ.Ö. 4-2 y.y'lar
Helenistik bir dönemin başlangıcı olmuştur. Helenistik dönemde Suriye, Anadolu,
Babil ve İskenderiye'de Yahudilik önemli merkezler elde etmişti. Bu dönemde
Yahudiliğin kutsal metinleri Yunanca'ya tercüme edildi. Mısır'da zengin tarih,
şiir, felsefe birikimi Yunan bilgisiyle oluştu.
Bu dönem için biraz farklı bilgi şöyledir:
Aşağı yukarı M.Ö. Üç yüz senesinden M.Ö. yüz beş senesine kadar Yâhudi dini
büyük bir devir yaşamıştı. Selevkyalı hükümdarların, Yahudileri Helenistik
fikir ve siyaset sistemlerine mecbur bırakmalarına karşı 175-143 seneleri
arasında Makkabe'lerin isyanları sayesinde Yahudiler evvela dinî, sonra da
siyasî hürriyet elde etmişlerdir. Selevkyalıların devrini müteakip Romalı
hakimiyet devrinde tekrar Filistinli vatanperestlerin birçok isyan hareketleri
meydana gelmiştir.
O zaman da, Eski Ahid çeşitli kaynaklardan
gelen, çeşitli yazar tertip edicilerin izlerini gösteren rivâyet, hikayet,
tarihi ve şairane kısımlarının bir kül haline getirilmesinden sonra şimdiki
şeklini almağa başlamıştır (A. Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, III).
"Yahudiliğin Helenistik dönem"i
İ.Ö. 63-İ.S.135 arasında süren Roma egemenliğine kadar devam etti.
Roma egemenliği sırasında bağımsız devlet
fikri yoğunlaştı. Hristiyanlığın ortaya çıkmasıyla birlikte o yıllar Yahudilik
en önemli mezhep çatışmaları yaşadı.
Birbirini takip eden başarısız
ayaklanmalar Yahudilikte büyük yıkıma yol açtı. Bunun ardından (doğal olarak)
Yahudilik kendi içine dönmeye başladı. Bu dönem, "Talmud'un
geliştirilmesi" adıyla II. yüzyıldan XVIII. yüzyıla değin sürdü. Filistin
ve Babil'deki amoralar Filistin ve Babil talmudlarını vücuda getirdiler.
Bunlardan Babil Talmudu Yahudi yaşamının o zamanlardaki temelini oluşturdu.
Akdenizdeki Yahudi topluluğu V. yüzyılda parçalandıysa da Yahudi takviminin
korunması ve hahamların çabalarıyla Avrupa'da Yahudi topluluğu tutunabildi.
Diğer yandan Filistin'den Babil'e geçen hahamlık kurumu Yahudiliğin Şeriat
sistemini bu yeni ülkenin şartlarına başarıyla uyguladı. VII. ve VIII. yüzyılda
İslâm'ın genişlemesiyle birlikte "goon" adıyla anılan Babilli Yahudi
önderler kendi geleneklerini bütün yahudi toplumlarına ulaştırdılar.
Ortaçağda Yahudilik, kültürel köklerini
Babil'e dayandıran Sefardi Yahudileri (ki bunlar Endülüs-İspanya'da idiler.
Bunlar Müslüman-Arap kültüründen etkilenmişlerdir) ve Aşkenazi yahudileri (ki
bunlar da Avrupa'nın latin-hristiyan kültüründen etkilenmiş Fransız-Alman
Yahudileridir) türünde biçimlenmişlerdir. Yine XII. yüzyılda Alman Aşkenazileri
arasında Hasidilik, XIII. yüzyılda Provence ve Kuzey İspanya'daki Talmud
akademilerinde ortaya tefekküre dayalı olarak çıkan bir Kabala türü de Yahudi
mistisizminin en tipik örneklerini oluştururlar. Bütün bu sayılan kültürlerin
arasında çeşitli çatışmalar ortaya çıktı. Gerek bu çatışmalar, gerek hristiyan
yöneticilerin baskıları ve gerekse 1306 yılında Fransa'dan Yahudilerin
sürülmesi Yahudi kültürünü çözümsüz ve bağlılarının açıktan dinî bağlılığı
söyleyememesi dolayısıyla dinin bağlılar açısından kendi içinde kalmasına sebep
olmuş, bu durum XVIII. yüzyıla kadar sürmüştür.
XVIII. yüzyıldan sonraki en önemli hareket
Haskala adıyla bilinen Yahudi aydınlanması olarak gerçekleşti. Bu dönemde
Haskala özellikle Rusya'da ruhbanlık karşıtı bir harekete dönüştü, toplumsal ve
ekonomik reform talepleriyle birlikte gelişerek yayılma ortamı buldu. Batı
Avrupa'da 1800-1815'te Napolyon döneminde başlayan "Yahudi Reformu
Hareketi" de Haskala'nın ürünü sayılır. Reformcu yahudilik Almanya'da
1840'larda kurumlaşırken Avrupa'nın büyük bölümünde başarısız kaldı. Ancak
ABD'de yaygınlaştı.
Yine bu yıllarda "fanatik
yahudilik" (1845) Almanya'sında görüldü. Fanatik Yahudilikte de günümüze
değin sürecek gelenekçilik hakimdi.
XIX.y.y'larda dindışı özellikleriyle
"siyonizm hareketi" reform hareketlerinin sonuçlarından birisi olması
açısından önemlidir. Siyonist hareket ulusal canlanma ve ana yurda dönme
yönünde geliştirdiği plan ve programla 1948'de İsrail Devleti'nin kurulmasını
sağlayacak kadar Yahudilik açısından başarılıydı.
II. Dünya savaşı sıralarında Nazi
Almanya'sının giriştiği Yahudi soykırımından bu yana Yahudilerin yerleşim
açısından temel olarak Avrupa'nın dışında İsrail, SSCB ve ABD'de toplandıkları
dikkat çeker.
Günümüzdeki Yahudi İsrail Devleti resmen
"gelenekçi yahudiliği" benimsemiştir.
Bu gün için Yahudiler arkalarına almış oldukları güç odakları,ve büyük
devletlerin de desteğiyle iyice güçlenmişler ve güçlerini
artırmaktadırlar.Güçleri arttıkça etraflarına karşı saldırganlıkları düşmanlık
ve zulümleri de artmaktadır.Zulümlerinin artması bu kavmin ikinci güç
devresinden sonraki kendi sonlarını da hazırlamaktadır.(www.farkliyiz.com
sitesinden faydalanılmıştır.)
17 / İSRA -
6
Summe redednâ lekumul kerrete aleyhim ve
emdednâkum bi emvâlin ve benîne ve cealnâkum eksere nefîrâ(nefîren).
Sonra sizi, onlara karşı tekrar
(yeniden zafere) döndürdük. Mallarla ve oğullarla, size imdat (yardım) ettik.
Ve sizi, nefer (cemaat) olarak daha çok kıldık.
Allah ahir zamanda yine kendilerine
yardım edeceğini ve bu nedenle ikinci defa insan sayısı bakımından çok ve maddi güç
olacaklarını ve etraflarına karşı zafer kazanacaklarını belirttikten sonra;
17 / İSRA -
7
İn ahsentum ahsentum li enfusikum ve in
ese’tum fe lehâ, fe izâ câe va’dul âhıreti li yesûu vucûhekum ve li yedhulûl
mescide kemâ dehalûhu evvele merretin ve li yutebbirû mâ alev
tetbîrâ(tetbîren).
Eğer ahsen davranırsanız, kendi
nefsiniz için en iyisi olur. Eğer kötü davranırsanız, artık (o da) ona
(nefsinize) aittir. Böylece sonrakinin (ikinci fesadınızın) vadesi geldiği
zaman yüzünüzü karartsınlar ve mescide ilk defa girdikleri gibi girsinler. Ve
üstünlük sağladığınız şeyleri mahvedip, helâk etsinler (yok etsinler).
Allah İsrail oğullarını açık bir şekilde ‘barış’a
çağırıyor. Ve diyor ki: “(Bütün bu taşkınlık ve bozgunculuğunuza rağmen) eğer iyilik ederseniz kendinize
iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük ederseniz o da (kendi)
aleyhinizedir”
Eğer benim çevresini mübarek kıldığım Kudüs’ün etrafında, barışı
tehdit etmeye devam eder ve huzuru bozarsanız. İkinci ve son vadimi gerçekleştiririm.
Son vaad (ahiret) geldiği zaman, (yine Babil ve Ninovalılar gibi
öyle güçlü kullar göndeririz ki) yüzlerinizi daha da 'kötü duruma
soksunlar', birincisinde ona girdikleri gibi mescid (Kudüs)e girsinler
ve ele geçirdiklerini 'darmadağın edip mahvetsinler.'
İşte Kur’an’ın ifadesiyle İsrail’i bekleyen akıbet!
hadis-i şeriflerde ise daha çok kıyamet alametlerinin
zikredildiği bölümlerdeki kaynaklarda kıyamet alametleri sıralanırken, fitnenin
artması, Yahudilerin Müslümanlara yönelik taşkınlık ve zulmü inanılmaz
boyutlara varınca, sabır sınırı taşıp artık bu zulme bir dur demek isteyen
Müslümanların kendilerini bulup cezalandırmasından çekinen Yahudilerin
bulabildikleri her yere kaçıp saklanacağından söz ediliyor.
Hadis-i Şerif’te, Yahudilerin taşların ve ağaçların bile arkasına saklanacağı,
buna karşın Gargat ağacından başka bütün taş ve ağaçların: "Ey Müslüman,
Ey Allahın kulu, Yahudi arkamdadır, gel onu öldür" diyeceği ifade
ediliyor. (Buhârî, Tecrid, IX, 73; Tirmizî, Birr, 25; Fiten, 2; et-Tâc, I, 25).
Bahsi geçen hadis-i şerif Sahih-i Müslim’de; “Öyle ki Yahudiler taşların ve
ağaçların arkasına saklanacak ama ağaç ve taş dile gelerek 'Ya Müslim! Ey Allah
(c.c.) kulu! Gel, bak benim arkamda Yahudi var, buraya gizlendi, benim arkamda,
gel onu cezalandır. diyecek. Sadece 'gargat' ağacı bunu söylemeyecek çünkü o
Yahudi ağacıdır” buyuruluyor. (Kitab-ul Fiten H. 2239).
İşte bu hadis’te, Yahudiler zulüm ve bozgunculukta o kadar
pervasız ve o kadar insafsız hale gelecekler ki sonunda Allahın vadi gelecek. O
zaman geldiğinde, taşlar bile arkasında saklanan Yahudiyi ele verecek,
deniliyor.
Kabbalacılar da bunu kabul ediyor ve ona son savaş anlamına Armageddon
diyorlar. Sonun başlangıcı için de en geç 2012 tarihini veriyorlar. Kur’andaki
‘güçlü kullarımızı yeniden üzerinize göndeririz’ ifadesinde adı geçen ‘güçlü
kulların’ da Hz. ‘Nuh’un çocukları’ diye bilinen Türkler olduğunu da
biliyorlar.
Önünde sonunda Türkiye’nin İsrail’e müdahale edeceğini
bildikleri için de sürekli Türkiye’yi, ‘hakimiyetleri altında’ tutmaya çalışıyorlar. Amerika’nın ve
Avrupa’nın ve yerli işbirlikcilerin marifetiyle tabii… (Bakın Tevratın Şifresi
kitabı)
Kabalacı siyonistler o savaşta yenileceklerini ve tarumar
olacaklarını biliyorlar. İsrail’de taş üstünde taş kalmayacağını da biliyorlar.
Ama elde ettikleri teknoloji siyaseten
etraflarındaki ülkelerde yaptıkları
maniplasyonlar ile o savaşın öncesindeki sebeplere müdahale ederek neticeyi
değiştirmeye çalışıyorlar.
Ama ne kadar neticeyi değiştirmeye Çalışsalar da zulümleri
artmaya devam ederse Allah onları ikinci defa güçlü bir kavim eliyle mutlaka
cezalandıracaktır.Bunun ayak sesleri Yeni Osmanlıların sesi olarak duyulmaya
başlanmış ve başbakanımız tarafından DAVOS’ta tüm dünyaya ilan edilmiştir.
Mazlumların
ahı hiçbir zaman zalimin yanına kar kalmamıştır.Bundan sonrada da
kalmayacaktır. Ama Allah bizlerin sabrını
ölçmektedir.Böylece bazı kişileri şehitlik makamına ulaştırmak için
olayları vesile yapmaktadır.Zalimler zulüm yaptıkça mazlumları onların eli ile
mükafatlandırmakta ve sonunda yine insanların eliyle zalimleri cezalandırıp hakimiyetlerine son
vermektedir.ALLAH her şeye kadirdir. Yeter ki sabırla ona güvenip çalışalım ve
ALLAH için olalım.
Burhan AKSU