Haiz olduğum o tık nefes duyguyla başlamak zorunda kaldım daha doğrusu bitiş çizgisine yakın, yeni bir hamle yapıp yeniden start aldım sanırım en eksantrik mecra yine kıblemle sert bir çıkış yaptığım hayat çizgisi.

 

Planladığım ne ise uçup gitti hoş uçuşan renk renk balonlardan sonra uçuşan notaların eşliğinde ben de uçmuyor muyum günbegün yalıtıldığım inancıyla, hayatın hangi basamağında durduğuma bile emin olamazken.

 

Sürecin ihya ettiğini söyleyemeyeceğim zira karanlığın en meczup rengiyim tıpkı yüreğin atılı o boş arazilerde fink atan ve sayısız cereyana maruz bırakılan benliğim kadar da kara kuru niyazlarda asla samimi bulmadığım kim ise peşi sıra lanet okuyan.

 

Aklımın inanılmaz bir aksanı var belki de hayatın aksayan ritmine tezat yine bir iklimden diğerine geçmek an meselesi iken.

 

Çözemediğim çok şey var akabinde: edebiyatın neye denk düştüğü ya da yazdıklarımın edebiyatla ilintisinin olup olmadığı sanırım gözlemlediklerinden de öte okumaya dair bir eksende ben eski yazılarımı görüp de nerede eksiliyorsam ve eskidiğim kehaneti ne de olsa günbegün yaş alıyoruz ek olarak da yas.

 

Zamana ve mekâna tekabül eden hangi açılım daha net bir ifade ile kimiz biz?

 

Yazdıklarımız kadar gerçek mi yoksa yazmadıklarımız ölçüsünde gerçek dışı ve aldatıcı mı?

 

Bir şiir olmak isterken bir destana denk düşen yine aklın ritminde illa ki ters giden bir şeyler var ve doğru orantılı acılar yine açıklamakla saklamak arasında gel- git yaşadığımız.

 

Hikâyelerin boyunduruğunda bir kahraman olmak gibi bir niyetim var belki de yine aşk romanlarında yaşanan büyük aşklara paye verirken okuyucu, nasıl oluyor da ısrarla kendi romanımızı yazmamak konusunda direniyoruz?

 

Oysaki her günümüz bir sayfasına denk düşüyor o yazılmayan romanın ve yeni bir gün daha derken gün bitimi ve mecazi bir yolculuk yine fıtrat ne giyinmişse üstüne: kah hüzün kah neşe kah sıra dışı bir sezi belki nefretini sonlandırmayan kim ise yine payımıza düşen bunca olumsuzlukla illa ki öğrendiğimiz tüm negatif duygular ve sarsıcı olaylar hatta basit bir kelamda takılı kalıp afalladığımız gün boyu üstüne üstük ömürlük bir hezeyan yine içine düştüğümüz o kaosun perde arkası.

 

Her oyuncu rolünü oynarken beyaz perdede ya da hayat sahnesinde, yazılanların neresi gerçek neresi düş gücünün ürünü peki?

 

Ya da okuyucudan almak istediğiniz tepkiyi niye sunmaz ki okuyucu ve çekimser kalır her okumada ya da yazan kişinin ismini görüp de bir ön yargı ile mi yaklaşır o asla okumayacağı yazıya?

 

İşte boyutsuzluğun gücü tüm olup biten…

 

İşte evet, işte sevginin ısrarcı inadı hala nasıl oluyor da insan yazmaktan kendini alamıyorsa?

 

Düşünce aktarımında tek tabanca aslında tüm duygularım ve birbirinin üstünü örterken düşünceler, onca duygu aslında yalıtılmışlığın iz düşümü yine benliğin çeperinde ve doğasında saklı iken muhteviyat: kim için yazıyorsak, sorusuna asla bir açılım getiremez iken…

 

Yazmazsak ne mi olur, sorusunun cevabı ise ölümden beter ise.

 

Yazmakla yaşamak arasında bir seçim yapmak zorunda kalsam büyük ihtimalle yazmayı tercih ederdim, demekten de geri duramıyorum işte hele ki yazarak dolu dolu geçen bir altı yılın ardından ne susmaya yeltenirim ne de durduk yerde överim kendimi.

 

Sunumunda doğanın mecburi istikametler var yine gelişimin asla sonlanmadığı ve büyümekle küçülmek arasındaki o irrasyonel korelasyon.

 

Taban tabana zıt olduğum ne çok insan ve gündelik hayatın getirisini ben bir kayıp olarak görüp gün bitiminde duygular kazan kalem kepçe, illa ki karalama güdüsü.

 

Farklı olması adına çaba gösterdiğim yine kendimi tekrarlamamak adına belki de benliğimle sayısız ben yaratıp farklı kimlikleri gözlemleyip onlar gibi düşünmeye çalıştığım hele ki yazıma birincil tekil şahısla başladım mı kendime lanetler okuduğum…

 

Zaruri olan ihtiyaçlarımız ve ilk sırada bedensel gereksinimiz gibi gözüküp duygusal anlamda pek çok şeyi geri plana attığımız gerçeğine kapılıp bir şekilde nefsimizi doyurduğumuz ve sahip çıkamadığımız yine elimiz ve dilimiz iken nasıl oluyor da iyi ve mutlu olmayı başarıyoruz? Ki kendime sorduğum sayısız sorudan biri ve ben sesli düşünürken bir şekilde kaleme aldıklarım…

 

Şehir ile eşleştiğim sayısız duygu hulasası tıpkı İstanbul’un yalnızlığına tanık olup bunca kalabalık içerisinde hala yalnız olduğumu kendime sunmam oysaki ne çok insan içimde saklı ve ne çok insan salınan oysaki her biri kurmalı bebek gibi sadece hayatını idame ettirip bir şekilde de incitmeye meyilli üstelik bunu isteyerek ve yürekten ifa ediyorlar.

 

Zanların yürüdüğü.

 

Zamirlerin çürütüldüğü.

 

Şahısların kimliklerine sahip çıkması adına birbirine kinayeler yüklediği.

 

Ben de herkes gibiyim belki de yine de öykündüğüm hiç kimse yok, demekten de imtina etmiyor ve avaz avaz bağırıyorum yine iri puntolarla yazmaktansa sessizliğimi küçük ve gölgeli harflerle biçimlendiriyorum.

 

Akla zarar-ım belki de ya da etrafımdakilere zarar ne de olsa benzemektense sadece Allah’ın şekillendirdiği sağ duyuma sahip çıkıp bir şekilde özümü korumakla mutluluğu sahiplenmek arasında gidip geliyorum…

 

Ve şimdi evet, şimdi, koskocaman ölçekli bir engebeye rast gelip dar ölçekli neşemle attığım kahkahayı evrene sunuyorum lakin güldüğüm yine kendimim ve tüm saçmalıklarımla sahip çıktığım o meczup benliğim üstelik hiçbir sıfata tabi olmadan ve asla da iz düşmeden evrene ne de olsa bir nokta olmaktan bile acizim belki bir nokta adayı lakin gücüm bile yok iken sonlandırmaya… o zaman yola devam yine üç noktanın azizliğine uğradığım kadar da aşikar iken hala nasıl oluyor da yaşamak ve yazmak arasında deli gibi gidip gelirken…

 

 


( Yazmazsak Ne Mi Olur... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 28.05.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.