Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 9.06.2018
Okunma Sayısı : 1043
Yorum Sayısı : 0
Günün Yazısı

Bu Yazı 10.06.2018 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.

NEFSİMİZE ZULMETMEK, HAYIR VE ŞER ALLAH’TANDIR DEMEK..

     Amentü şerhindeki hayır da şer de Allah’tandır demek Allah’ın ayetlerinde olmayan ve dine sonradan eklenen bid’attır. Bid’atı dine eklemenin büyük bir günah ve sorumluluğu olduğu gibi, bir bid’atı halka doğru diye sunarak halkı yanlış bilgilendirmek bu günaha ve sorumluluğa ortak olmaktır. İnsanlar nefisleri ile yaptıklarından sorumludurlar. Her kes cenneti de cehennemi de nefisleri ile yaptıkları davranış biçimleri ile kazanırlar. Hem şerri işleyerek günaha gireceğiz, hem de suçu haşa Allah’ın üzerine atacağız. Yani Allahütealâ’mı bize günah işletiyor? Kişinin serbest iradesi ve sorumluluğu nerede kalıyor. O zaman imtihana ne gerek vardı? Cennete ve cehenneme ne gerek vardı…     

2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

     Savaş, ölmek veya öldürmektir. Onun için kıtal ismini kullanmıştır Allahütealâ. Burada katletme müessesesi, insanı öldürmek vardır. 

     Ayet-i kerime, Allah'a ve insana göre ölçülerin ne kadar değişik değerlendirildiğini çok açık bir şeklide ifade etmektedir. Allah'a göre hayır, derecat kazandıran; şer ise kaybettiren bütün olaylardır. Derecat kazandıran olaylar Kur'an’ı Kerim'de genel anlamda hayır, sevap, hasenat olarak geçmektedir: Bunların karşıtları da şerr, günah ve seyyiattir.

     Çaldığı mal için memnun olan hırsız her hırsızlık yaptığında derecat kaybeder. Malı çalınan kişi ise üzgündür. Çünkü ondan beklediği faydaya ulaşamamıştır. Böyle bir dizaynda malı çalınan kişi hayra üzülmektedir. Hırsız onun malını çaldığı için kaybettiği dereceler malı çalınana pozitif olarak kaydedilmiştir. Onu hayra ulaştırmıştır. Olaylarda kişinin sevinmesi veya üzülmesi Allah'ı hiç alâkadar etmez. Sevinmeye göre olaylar hayır; üzülmeye göre şer olmaz. Vatanın tehlikeye düştüğü bir noktada savaşa katılan bir insan yara aldığında belki canı acır ama bu, onun için büyük bir hayırdır. Hele şehit olursa hayırların en büyüğüdür. 

     Eşyanın tabiatı gereği birçok insan ölümden korkar. Özellikle fizik vücutlar ölüme karşı hassastırlar ve kişinin fizik vücudu korkuyu yaşar. 

     Bütün güzellikler Allah'ın yolunda olmakla birlikte yürür, bütün çirkinlikler de şeytanın yolunda olmakla yürür. Allah'ın yolunda olan insanlar eninde sonunda sonsuz bir mutluluğa ulaşacaklardır. İradelerini de Allah'a teslim ettikleri noktada hem cennet saadetinin hem de dünya saadetinin tamamı onlarındır.

     Demek ki; Allah'a göre şer kavramı, bize derecat kaybettiren (günah kazandığımız) tüm davranış biçimleri ve olaylardır.

     Hayır kavramı ise; bize derecat (sevap) kazandıran tüm davranış biçimlerimiz ve olaylardır. 

     Nefse zulmetmek hataya düşerek günah işlemektir. Nefsine zulmedenler günahkâr insanlardır. En çok günahkâr insan en çok nefsine zulmedendir.

     Ayetlere göre doğru olan, hayır Allah’tan şer nefsimizdendir. Şerri serbest irademiz ve nefsimiz afetlerinin doğrultusunda şeytanın vesvesesi ile kendimiz kaza ederiz, yani işleriz.

     Peygamberler bile başlangıçta Nebi olarak görevlendirilmeden önce dalalette oldukları zamanda nefsleri ile hataya düşmüşlerdir. Yani nefslerine zulmetmişlerdir.

     Kur’an’da Allahütealâ hataya düşerek nefslerine zulmeden Nebi’leri ayetlerle bizlere örnek olsun diye bildirmiştir.

     Hz. ADEM A.S.’mın nefsine zulmettiğini itiraf etmesi.

7/A'RÂF-23: Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve in lem tagfirlenâ ve terhamnâ le nekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
İkisi şöyle dedi: “Rabbimiz, biz nefslerimize zulmettik, şayet Sen bize mağfiret ve rahmet etmezsen, biz mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz.”

     Hz. Âdem ve Havva Anamız, hatalarını idrak etmişlerdir. Bütün insanlık tarihi boyunca önemli olacak olan faktörler, burada Allah'ın rahmet göndermesi ve hüsrana uğramaktır. Allahütealâ, Havva Anamız'a ve Âdem (a.s)'a, hayatlarının her saniyesinin filme alındığını, kaybedilen derecelerin, kazanılan derecelerden fazla olduğunda cehenneme gidileceğini, ateşlerde yanmalarının söz konusu olacağını öğretmişti. Ve onlar hüsrana düşmeyi de, Allah'ın rahmet göndermesini de, Allah'ın kendilerine mağfiret etmesinin de anlamını biliyorlardı.

     Hz. YUNUS A.S.’mın nefsine zulmettiğini itiraf etmesi.

21/ENBİYÂ-87: Ve zennûni iz zehebe mugâdıben fe zanne en len nakdire aleyhi fe nâdâ fiz zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn(zâlimîne).
Ve Zennûn (Yunus A.S), gadaba gelerek (öfkelenerek) gitmişti. Böylece ona muktedir olamayacağımızı (hükmedemeyeceğimizi) zannetti. Sonra karanlıklar içinde (şöyle) nida etti: “Senden başka İlâh yoktur. Sen Sübhan'sın (her şeyden münezzehsin). Muhakkak ki ben, zalimlerden oldum.”

     Hz. Yunus, bir gemiye biner, zanneder ki denizin ortasında Allah ona ulaşamaz. Geminin yelkenleri açık ve rüzgâr da olduğu halde açıkta gemi durur. Gemidekiler işin farkına varırlar. “Aramızda mutlaka yanlış yapan birisi var. Onu arayalım, bulalım.” derler. Hz. Yunus: “Aramanıza gerek yok, söz konusu olan benim.” der. Ve kendini denize atar. Allahütealâ'nın gönderdiği çok büyük bir yunus balığı Hz. Yunus'u yutar. Hz. Yunus, yunus balığının karnında, karanlıklar içinde Allah'ın nelere muktedir olduğunu idrak ederek Allah'a yalvarır: Allah'tan kaçacağını sanarak başka birisine değil, kendisine zulmetmiştir. 

     Allahütealâ onun bütün düşüncelerini bildiği için her an, her şeyden haberdardır. Çünkü ilmi ve rahmeti bütün insanları, canlıları ve cansızları, bütün boyutlarda kuşatmıştır. Allahütealâ'nın rahmeti ve fazlı, her şeye kaadir olan Allah'ın bir uzantısıdır. Eğer Allahütealâ bir dağın konuşmasını istiyorsa dağı, bir kuşun konuşmasını istiyorsa kuşu konuşturur. Dağlara da zikir yaptırır ama bunun adı artık zikir olmaz. Bu tesbihtir. Kimler Allah'ın adını “Allah, Allah, Allah, Allah” diye söylerse, eğer bunu söyleten o varlığın iradesi değilse, Allah'ın İradesi ise o zaman tesbih olur. Nitekim Enbiyâ-79'da Hz. Davut'un talebi üzerine Allahütealâ dağlara da kuşlara da zikrettirdiğini yani Allah zikrettirdiği için onlara tesbih ettirdiğini ifade etmektedir.

     Hz. YUSUF A.S.’mın nefsine zulmettiğini itiraf etmesi.

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun). 
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).

     Doğuşlarından itibaren insanların nefslerinin kalpleri afetlerle doludur. Allahütealâ'nın hedefi, bu afetleri yok etmektir. Ve kişi bunu kendi iradesini kullanarak yapmak mecburiyetindedir. Bunun için Allah'a ulaşmayı dilemek ve ardından Allah'tan alınacak 12 ihsanla O'nun gösterdiği irşad makamına ulaşmak ve zikir yapmak söz konusudur.

     Bir insan, Allah'a ulaşmayı dilemedikçe, nefsinin tezkiye olması, temizlenebilmesi, kurtuluşu hiçbir zaman mümkün değildir. O insan dünya hayatını yaşadığı halde Allah'a göre ölüdür. Çünkü gözlerindeki hicab-ı mesture ile baktığı için irşad makamını başka insanlardan ayıramaz. İrşad makamının söylediklerini kulakları duyar ama kulaklarında vakra olduğu için anlayamaz, mânâsına varamaz. Kalbinde ekinnet olduğu için kalbine indirdiği konuları idrak edemez. Bu ekinnet idraki önler. 

     Ne zaman bir insan Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah onun kalbindeki Allah'a ulaşma talebini işitir, bilir ve görür. Gördüğü anda Allah Rahman esmasıyla o insana tecelliye başlar. Bu tecelli, o insanı ölüyken diriltir. Kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı, kalbindeki ekinneti alır, yerine ihbat koyar. Artık kişi irşad makamına sadece bakmaz, onu görmeye başlar. Kişinin kulakları irşad makamının irşada dair söylediği şeylerin mânâsını anlamaya başlar. Ve kişinin kalbindeki idraki önleyen ilâhi bilgisayar (ekinnet) alınıp, yerine idraki sağlayan başka bir ilâhi bilgisayar (ihbat) takılınca, kişi kalbiyle idrak etmeye başlar.

     Ve böylece gözleri görmeyen, kulakları duymayan ve idrak edemeyen bir kişi olması hasebiyle ölüyken; Allah'ın Rahman esmasıyla tecellisi üzerine; gören, işiten ve idrak eden birisi olur. Böylece kişi ölüyken diriltilmiştir. Ve daha sonra 12 ihsanla kişi mürşidine ulaştırılır.

     Mürşidine ulaşıp tâbî olduğu zaman (ki mürşidi Allah gösterir, ulaştırır, mürşid sevgisi verir, bütün ibadetleri Allah sevdirir) bu ayet gereğince Allah Rahîm esmasıyla tecelliye başlar, bütün günahlarını sevaba çevirir, kalbine îmân kelimesini yazar. Kişi zikir yaptığında Allah'ın katından salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl o kişinin göğsüne gelir. Göğsünden kalbine ulaşır. Kalbinde îmân kelimesinin etrafında toplanmaya başlar. İşte bu toplanma, kişinin nefs tezkiyesi yapmasıdır. 

     Ne zaman Allah'ın rahmeti ve fazlı kalbe ulaşırsa îmân kelimesinin etrafında fazıllar toplanmaya başlar. Fazılların îmân kelimesine yapıştığı ve işgal ettiği sahada şeytanın karanlıkları, afetler barınamaz, bir daha normal standartlara dönmemek üzere orasını terk eder. Ve kalp giderek ruhun kalbindeki hasletlerin paraleli olan Allah'ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen nurlarla (Allah'ın fazıllarıyla) dolar. Fâtır Suresi bunu söylüyor: 

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).                                                                                                 Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah'adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah'a döner, ulaşır).

     Hz. MUHAMMED MUSTAFA S.A.V Efendimize Allahütealâ’nın hayrın Allah’tan şerrin ise nefsinden olduğunu söylemesi.

4/NİSÂ-79: Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsik(nefsike), ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen), ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
Sana iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah'tandır. Ve sana kötülükten (seyyiattan) ne isabet ederse, o taktirde o, kendi nefsindendir (derecat kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır). Ve seni, insanlara Resûl olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter.

     Allah insanlara zulmetmez. İnsanlar günah işleyerek nefslerine zulmederler.

12/YÛNUS-44: İnnallâhe lâ yazlimun nâse şey'en ve lâkinnen nâse enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Muhakkak ki Allah, insanlara (hiç)bir şeyle (asla) zulmetmez. Lâkin insanlar, kendi nefslerine zulmederler.

     Allah ile insanlar arasındaki ilişkide, Allahütealâ'nın insanlara zulmetmediği, insanların kendi nefslerine zulmettikleri bir vakıadır. Allahütealâ'nın insanlara zulmetmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Yani Allah'ın yaptığı kader unsuru olan hiçbir olay, bir insanın derecat kaybetmesine sebebiyet veremez.

     Eğer bir insan bir başkasına zulmetmişse, bir irade bir başka iradeye zarar vermiştir. Zulüm yapan kişi zulmettiği için derecat kaybetmiştir ama zulmettiği kişi bu sebeple derecat kazanmıştır. Zalim; zulmeden, derecat kaybedendir. Mazlum; zulüm gören, zulmedenin kaybettiği derecatı kazanandır. Zulüm olması için haksız bir davranışın var olması lâzımdır. Allahütealâ'dan hiç kimseye haksız bir davranış ulaşması mümkün değildir.

     Bir insan bir başkasına zulmettiği taktirde derecat kaybeder. Bu, kendisine de zulmettiği mânâsına gelir. İster Allah'a ait olan bir ibadeti yerine getirmesin, ister Allah'ın yasak ettiği bir fiili işlesin, ister bir başkasına zulmetsin, kendisine zulmetmiştir. Bir insanın kendisine zulmetmesi, derecat kaybetmesiyle anlaşılır. Ama her kim zulme uğrarsa o kişi derecat kazanır, kaybetmez.

     Sonuç olarak Allah, kullarının hiçbirisine zulmetmez. Ama insanlar kendi nefslerine zulmederler.

4/NİSÂ-85: Men yeşfa’ şefâaten haseneten yekun lehû nasîbun minhâ ve men yeşfa’ şefâaten seyyieten yekun lehu kiflun minh(minhâ) ve kânallâhu alâ kulli şey’in mukîtâ(mukîten).
Kim güzel bir şefaatle (iyilik yapılmasına) yardım ederse, ondan (o iyilikten) onun bir nasibi olur. Ve kim kötü bir şefaatle (günah işlenmesine) yardım ederse onun da ondan (o şerrden) bir payı olur. Ve Allah, her şeye mukayyet olandır (gözetendir).

     Kimse kimsenin günahını yüklenmez ama kim başkalarına hasenat için yardımcı olursa hasenat yapanlar (hayır işleyenlerle) birlikte o da deracat kazanır. Kim de seyyiat (kötülük işlenmesi) için yardımcı olursa şer işleyenle birlikte o da derecat kaybeder. 

Allah razı olsun

Burhan AKSU

 

( Nefsimize Zulmetmek, Hayır Ve Şer Allah’tandır Demek.. başlıklı yazı mihrimah tarafından 9.06.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.