Köylük yerde kadınlar arası dövüşler hiç eksik
olmaz. Eften, püften bahanelerle birbirine kakıç kakarlardı.
- Vay efendim falanın evinde niye bizim aleyhimizde atıp tuttun ayıp değil mi
gocaman avratsın sana yakışır mı…
- Senin oğlan benim gıza ayna tutmuş çok ayıp…
- Senin eşek kadar oğlun benim şuncacık el kadar oğlumu dövmüş. Hiç utanmanız
yok mu?
- Ben senin ekmeğini etmeye öndüç taktım da seni çağırınca niye gelmedin
utanmaz karı gibi ağız dalaşlarıyla birbirlerine küserlerdi.
Kadınların en çok buluştuğu yerlerin başını köy çeşmeleri çekerdi. Orada su
doldurma sıralarını beklerlerken dedikoduların en büyüğünü yaparlardı ki, su
doldurma sırasının kendisine geldiğini bilmezlerdi.
Eğer orada nişanlı bir gelin kız olur da su doldurma sırasını nişanlısının bir
akrabasına vermezse vay haline ki oradan ayrılınca arkasından atılanı,
tutulanı boş testiler almazdı.
Kadınlar arası dövüşler öyle vurdulu kırdılı olmaz, genelde “ağız dalaşı”
şeklinde birbirine kötülüklerini yüzlerine vurma, daha doğrusu “seyredenlere
duyurma” şeklinde ayırt edicisi olmadığı için sürer giderdi. Bazı kadınlar
olanları akşam kocasına bire bin katarak anlatır da onun sinir katsayısını
artırırsa olay erkekler arası dövüşü getirirdi.
Karacaörenli Müdür Memmet geçimini duvar ustalığı yaparak temin ederdi.
Köyün damı, duvarı onun usta ellerinde şekil alır bu yüzden de tercih edilen
ustaların başında gelirdi. Karacaören'de dam-duvar yapımı ya da tamiratı
olmadığı zamanlarda da yakın çevre köylere yanına aldığı birkaç ameleyle
günlerce sürecek yatılı çalışmaya giderlerdi. Bu gidişlerinin birinde yeni
uğradıkları falan köyde bir zengin adam yeni everdiği oğluna tam takım ev
yaptıracaktı. Adam evin yapımını “keseniye” olarak yaptırmak istiyor, Müdür
Memmet de amelenin yemesi, içmesi, yatması sorun olacağından bu işe
yanaşmıyordu. Uzun süren pazarlıklar sonucu araya girenlerin ısrarıyla
“gündelikçi” olarak çalışmakta karar kıldılar. İş günlerce, aylarca sürdüğü
için arada Karacaören'e gelip ihtiyaçlarını giderdikten birkaç gün sonra
bindikleri eşeklerle tekrar çalışmaya gidiyorlardı. Günlerden Cuma idi.
Günlerce çalıştıkları için ibadetlerini pek yerine getiremiyorlar, bu da
onları manen üzüyordu.
İçlerinde en yaşlı olan Müdür Memmet ile Bal Memmet, gençlerin de “Siz
Cuma'ya gidin, biz de biraz çamur karalım” diye bastırmasıyla abdest almak
için çalıştıkları yere biraz uzak gürül gürül akan bir çeşmenin yolunu
tuttular.
Çeşmeye doğru yaklaştıkça kalabalık bir kadın grubu oraya dolmuş, gürültü ve
ne denildiği anlaşılmayan bağırtılar ortalığı inletiyordu. Çeşmeye
yaklaştıkça durum daha da belirmeye başlamıştı.
Toplanan kalabalığın arasında iki kadın birbirine öyle bağırıp, çağırıp
hakaret ediyordu ki değme gitsin. Birbirlerine kızgınlıkla ettikleri
küfürler, ağza, dile alınacak sözler değildi.
Bal Memmet ile Müdür Memmet ister istemez kalabalığın yanına iyice
yaklaştılarsa da kadınlar onları “erkek” diye hesaba katmıyor, ellerine
geçirdikleri su dolu bocaları, testileri, kovaları birbirinin üzerine
fırlatıyorlardı. Bu yüzden de üstleri başları yaşardığından “su dökülmüş
kediye” benziyorlardı. Tabii ki onları seyreden kadınlar da bundan nasibini
alıyordu.
Öyle ki bu kadınların çığırtkanlığından köy imamının caminin toprak damı
üzerine çıkıp okuduğu “Cuma salası” duyulmuyordu bile.
Kalabalık içerisinde bulunan yaşlı bir kadın, iki erkeğin dikkatini çekmek ve
belki ayırt ederler düşüncesiyle, “Ne yapayım sakalım yok ki sözüm tutula”
diye sesini onlara duyurmak için yüksek bir tonda çıkardı.
İki Mehmet birbirine bakıştı. Bal Memmet’in sakalı yoktu, ama Müdür Memmet
yaşı itibarı sakal bırakmıştı. Bal Memmet, Müdürü biran süzdükten sonra, “Bu
iş sana düşer Memmet ağa” dedi.
Kendi kendine bir yaşlılık kısvetine bürünen Müdür Memmet, kadınlara
yaklaştıktan biraz sonra,
- Fışkılar ayıp değil mi! Şurada iki komşusunuz, yaptığınız size yakışır mı?
Ayıp ayıp hadi evinize gidin…
Kavga eden kadınlardan bir tanesi belki de ayırt edecek biri çıkar mı diye bekliyor
mudur yoksa erkekleri görünce utandığındanmıdır her neyse oradan hızla uzaklaşırken diğeri ona doğru atılıyordu ki Memmet
ağa onun önüne geçip, “Çekil fışkı, yeter gayri evine git dedim duymadın mı?”
dedi.
Kadın ne kadar hırçınlaşıp azdıysa, “Çekil önümden yadırgı . Şimdi
senin bam teline nebiyim neylerim” deyip diğer kadının arkasından koşup
gitti.
Böyle bir hareket beklemediğinden şaşkınlık geçiren Müdür Memmet önce başını sağa sonra sola çevirdi olmadı sağ eliyle şapgasının altındaki buram buram ter akan kafasını kaşıdı o da olmadı.Hesabı şaşıran bakkala dönmüştü, eliyle düşünceli düşünceli biraz sakalını karıştırdı . Ne diyeceğini bir türlü bulamıyordu .Biraz sonra
arkaya dönüp onun hareketlerini dikkatlice takip eden Bal Memmede çekingen bir tavırla “Bam teli ne demek ula Baloğlan?" diye sordu.
Bal Memmet biraz düşündükten sonra, “Ağızdaki dudağın çene kısmına denir
Memmet ağa” dedi.
.Müdür Memmet bu söze çok içerlemişti .Bir kadından böyle bir hakaret görmek şu yaşında bayağı zoruna gitmişti..Yarı küfürlü bir öfkeyle,
" Vay fışkı vay... İyi ki azıcık üst kısmına şey etmemiş. Yoksa içimiz dışımız
bok dolardı Memmet'im "dedikten sonra besmele çekip abdest almaya başladılar. 23 02 2012.ERDOĞAN ÇALIŞKAN. Yaşanmış gerçek öyküler.
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için
yazmadım.