Ölüden bozma lanet dolu lahit yine
gecenin miadı dolmadan ölümü püskürtme ihtiyacım.
Haznesinde yangın var şehrin de
gecenin de aslında öfkesi bıçkın yürek bozgunu istilalar var sabah öncesi.
Öncemi sonramı toparlayıp terk
etmeliyim şehri ve sihrini tavaf ettiğim gecenin sakalını da kesmeliyim. Gerçi
sakalı yoksun bir geceyi ve sevgi özlemi çeken bir yüreği kim dinler ki.
Hayli yıprandım, demek de kar etmiyor
sanırım zaman aşımına uğradım ve aşınma payımla acınma ihtiyacını
denkleştirmeye çalışıyorum.
El yordamı ile ilerliyorum: bir şiir,
bir hikâye ve hayli meraklı gözlerle etrafını süzen insanlar. Görünmez olmayı
diliyorum an itibariyle ve gecenin üzerimi örttüğünü düşünsem de biliyorum ki;
bu kocaman bir yanılsama.
Tırnaklarını yiyen bir gece kuşu
aslında aşkın hulasası bin para aslında yürek pare pare… eh, nereye varacağım
da meçhul.
Bir gazaptan arda kalan aslında
hoşgörüsüne sığındığım insan benzeri gölge kaçkınları.
Aklımı yitirmem de an meselesi belki
de en hayırlısı. Yeme de yanında yat, dercesine unutulduğumu da unutup
unuttuklarıma bir çentik daha atacağım bilmeden üstelik unutulmanın lehçesi de
dozajı da ince bir nüans çevresinde gidip geliyor.
Hangi nankörse sevgimi lav eden.
Lal satırlarım konuşmaya mı başladı
ne günler sonra yoksa saatlerin yittiği gün özürlü düşlerimde ben iki metre
serilmişken hayatın giriş kapısına…
Yazıklar olsun bana.
Sene bilmem kaç ve hala giriş
kapısındayım oysaki şehir de şiir de istimlâk edildi ve yaşadığım bina da.
İşte geçit vermeyen bir dehliz: artık
nasıl düştüyse yolum buraya.
Burası neresi, diye sordum mu
biliyorum ki üşüşecekler başıma sonra da ayıkla pirincin taşını yoksa taşını
pilavın mı, demeliydim?
Boykot ettiğim yalanlardan arda kalan
gerçeklerim aslında tek gerçek benim hatta en gerçekçi yalan ya da en yalancı
gerçek.
Kibirleri ve kebirleri yarı yolda
kalmış şehir eşkıyaları aslında gecenin nuruna ve suruna yakışmayan aslında
şehre yakışmayan… ya, ben? Ya, ben nereye en çok yakışıyorum ya da
yaklaşıyorum?
Zanları, zarfları ve tüm zamirleri istifledim,
güne saatler kala aslında günü öteledim geceye nazire eden.
Köhne sıfatları da imha ettim. Ne
gam!
Ölsem ne gam!
Aslında imha edilmesi gereken tek
sıfat ve tek lanet benim.
Tek ayak üzerinde cezaya da kalmadım
okul hayatımda aslında başarılı bir öğrenci olma hakkına haiz ve maruz köhne
bir tahta silgisi lakabına nail oldum. Yazdım ve sildim. Derken yazıldım ve
silindim sonra da yazgımla muhatap olup bu sefer asla yeniden yazmaya
yeltenmedim yazgımı ne de olsa Allah katında aciz bir kul idim. Gerçi değişen
ne ki süregelen bunca zaaf dolu edim ve kayıp kalp ritmimle ben kendi kendimi
postalarken yazmaya dair ne düşse parmaklarımın ucuna.
Hoş bir reverans aslında kalemin
dansı ve benim yine ben’e referans olan bu anlamda tüm yalnızlığım ve
kırılganlığımla sekiyorum hayatın dama taşlarında sonra da kaldırım taşlarını
söküyorum yerinden ne de olsa yerimden yurdundan oldum giden gittiğinden beri
aslında giden ve dönmeyen de sadece benmişim.
Aşkımı lal ildim madem bir ömür boyu
ve hasreti bitimsiz… aslında kimi ne zaman kaybettim de mutsuzluğum hep uzun
soluklu oldu?
Kanayan hecelerin suyunu çıkarıyorum
sıktıkça aslında limon gibi de ekşiyen her satırı daha da sulandırıyorum gözyaşlarımla.
Ya ölmeliyim ya da yazmalıyım aslında
ölüm gibi yazamamak demek ki; her halükarda mutlu olmayı terk ettim ben.
Yazan mı yaşayan mı cinsinden bir
latife yine aksayan yürek sesimde ben nabzımı zaman zaman alamazken ve
insanlara nabza göre bir şeyler sunamazken.
Ölü kök hücresinde hayat denen
lügatin, aşka dair hangi söylencesi bu denli açık ve seçik?
Lades demeyi unuttum oysa ve hep de
eli bendeydi aşkın.
Lafı güzaf, mirim: hani, neresinden
baksan görüp göreceğin hep aynı hikâye…
Bir kulun doğumu ve yine doğumu
sanırım ölmek pek bir keyifli doğum öncesi bu da demek oluyor ki; mazoşist kimliğimle
yaşadığın sürece mutluluğu hayal etmek ne kelime?
İşte: kelimelerin bozguna uğradığı ve
uğrattığı gerçeği oysa ben değil miyim kelimelerin atlas yorgunluğunda kendince
mizansenler yaratıp çetrefilli iç dünyamı da bu düzleme yatıran derken ihlal
edilen sınırlarım ile sinirlerim arasında gidip geldiğim.
Mealim ne ise yine mecalim yettiğince
biliyorum ki; şükrettiğim her şeyin dönümü yine huzura denk aslında çok basit
bir denklem yine kazanımlarla kayıpların eşleştiği yeter ki; sevdiğim kadar da
dokunsun insanlar kalbime gerçi kırıkları yine batacakken en derinden varsın
derinlerde yeniden kök salayım belki bir gün bir baltaya sap olurum umuduyla.