BEK TAVATIRIMIŞ!

          Köylülük yerde bir çocuk dünyaya geldiği zaman ailenin çok yakınından gayrisi o eve bir müddet hiç uğramazlardı.

          İnanışa göre doğum yapan(lohusa) anne’ye ve yavrusuna ola ki gelen kadının gözü değerse, yada nazar ederse, veya " oğlumun"ya da "kızımın çocuğu olmuyor" diye kıskanırsa.

          Birde bunun yanında ziyarete gelen kadının eli, yüzü, giyeceği kirliyse veya o an için ‘ay halinde’ ise bu durum çocuk için pek iyi netice vermez, inanışa göre mikrop kapar, derdi belirsiz bir hastalığa maruz kalır, ya da annesiyle onu cin çarpar, enkabıt basar zihniyeti uyanırdı.

         Genelde anne ve çocuk ziyareti o zamanki kadınların görüşüne göre ’yarı kırkı’ ya da ‘tam kırkı’ çıkınca başlardı.

         Halise ile Dağıstan çiftinin evliliklerinden bir müddet  sonra adını İbrahim koydukları bir çocukları olur.

         Dağıstan M.D. Üretme Çiftliğinde çalışmakta, oranın hafta tatili olduğu anda köyün yolunu tutar, amcası koca Mıstık’la gözünü budaktan emeğini işten esirgemez çiftte, çubukta ona yardım ederdi. İlk önceleri babası Hacı Kırıkkale’ye bakkal dükkanı  açmış fakat işin bir ucu köyde bir ucu da Kırıkkale’de olunca iki tarafa yetişememiş tekrar köye dönüş yapmıştı.

         Ayşe yeğeni  Dağıstan’ın  çocuğu olduğunu duyunca pek sevinmiş bir o kadar da ”Acaba kime benziyor” diye meraka kapılmıştı. Hemen ertesi gün akşamdan sağdığı sütü pişirmesiyle sabah erkenden yanına alarak baba ocağı ağabeyinin evinin yolunu tuttu. Bu gidiş gelişler onu çok mutlu etse de ne de olsa el kapısı; ”kaynanam, kayınbabam ya bir şey derse” diye pek rahat edemiyordu.

         Kocası Hüseyin Almanya da çalışıyor sene de gelirse bir kez izne geliyor  belki bir ay veya yirmi gün sonra gidiyor, bu yüzden kaynana, kayınbaba eline bakıyordu. Gerçi şimdiye kadar onlardan bir kez olsun ”öte git” diyen olmamıştı. Diğer iki gelinleri Ankara da oldukları için Ayşe’nin sevgisi  onların yanında bambaşkaydı.

        Ayşe yeğenini ziyarete kaynana ve kayınbabasıyla beraber gitmek için zemin arıyordu. Bir gün evde otururlarken durumunu onlara açtı. Etem ağası da ”olur kızım müsait bir zamanda hep beraber hayırlı olsuna gider, hem de senin ’koltuğunu kabartmış oluruz’ kızım” dedi.

       Ayşe’nin sevinçten ayakları yere değmiyor,”Acaba ne götürsem, ne yapsam” diye telaşlanıyordu.

       O yıllarda şimdiki gibi” Ben ona şunu götürdüm de o bunu getirmiş”,veya ”Ben ona  şunu takmıştım  da o bunun yarısını takıyor; ayıp, ayıp” gibi hayırlı olsunlar ödünç olmuyordu. Herkes evinde neyi varsa veya  elinden “Karınca kaderince” ne geliyorsa ‘gözü aydınlığa’ onu  götürür ”Allah analı-babalı büyütsün, akıl-fikir versin” gibi dua ve temennilerde bulunulurdu.

        Müsait oldukları bir günün akşamın da  Etem’in elinde lüks lambası, hemen az arkasında hanımı Fati  ve gelini Ayşe olmak üzere yola düştüler.

        Yine her zamanki gibi köpekleri zor-zor da yanlarında idi. Zor-zor bir yandan geçtikleri küllükleri eşeliyor, bir yandan da onlara kuyruk sallamayı ihmal etmiyordu.

        Etem Fal öykülerini okuyanlar adama ;”Sen Etem’in  atmış, yetmiş yıllık öykülerini yazıyorsun, bir köpek bu kadar yaşar mı diye sormazlar mı" diyeceksiniz. Tabi  ki de yaşamaz. Ama bilinen o ki Etem amca her ölen köpeğinin yerine getirdiğine hep aynı ismi takmış, aynı renk olmasına gayret etmiştir.

        Evin kapısını çaldıklarında Dağıstan tarladan henüz yeni gelmiş sofrada karnını doyururken hanımı Halise de İbrahim’i emziriyordu. Kapıyı ”Hayırdır inşallah” diyerek aceleyle Dağıstan açarken Halise de çocuğu emzirmeyi bırakıp beşiğine yatırmıştı bile. Gelenleri sofraya buyur etseler de” Sağ olun biz o işi gördük” cevabını aldılar.

        Halise  çocuğu beşiğe yatırmış, sofrayı toplarken de bir yandan gaz ocağına çay suyunu koyuyordu ki İbrahim birden ağlamaya başlamıştı.

        “Vay yavrum, yiğenim, irbaamim ”diyen Ayşe halası onu kucağına almış, çocukta sesini kesmişti.

        Aradan geçen zaman içerisinde çaylar höpür, höpür içilirken boşalan bardaklar tekrar doluyor, Etem ağa lafladıkça gülüşmeler birbirine karışıyordu.

        İbrahim kucaktan kucağa ”Maaşallah” sesleri arasında dolaşırken ”Yavrum şu çocuğu az da bana verin de ben seveyim” diyen Etem’in kucağına gelini Ayşe çocuğu koyuvermişti.

        İbrahim akranlarına göre oldukça iri kıyım, esmer, gür gür kara göz ve kaşlara sahip,”Tam maşallahlık!  ,  Allah nazardan esirgesin le anılacak” bir çocuktu.

        Etem  amcası kucağındaki bu iri kıyım, kara yağız, güzeller güzeli çocuğu severken” Yavrum bunun adı ne,  Allah nazardan esirgesin, tü tü maaşallah, maaşallah…. Kırk bir kere maaşallaah”

        Dağıstan hemen ora dan  atıldı ”İrbaam, İrbaam. Adı İrbaam Etem ağa…”Az soluk aldıktan sonra

        “İrbaami mi nasıl buldun Etem ağa…?”Dedikten sonra alacağı cevabın neticesini  heyecanla beklemeye başladı.

        Etem ağa sorulan soru karşısında biraz şaşırsa da hazır cevap meziyetinin devreye girmesiyle hemen kendini toparlamasını bildi.

        “MAAŞALLAAH,  MAAŞALLAAH, BEK TAVATIRIMIŞ yavrum. Allah nazarlardan esirgesin, maaşallah, maaşallah…”

         Bu gün yaşı elli’yi az buçuk geçen İbrahim’i adı ve soyadıyla hangi köylüsüne sorsan cevap verirken biraz tereddüt geçirir, kim olduğunu birden bilemez "TAVATIR kim?” diye ufacık bir  çocuğa  dahi sorsan anında bilir.  

ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN

     Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmadım  

( Bek Tavatırımış başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 23.06.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.