RUH ÇIKINCA İNSAN ÖLMEZ. YAŞATANDA ÖLDÜREN DE
ALLAH’TIR.
Ruh
Allah’ın zatından sadece insan olan bizlere üfürdüğü manevi rahmani
bedenimizdir.
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus
sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun
içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme
hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Ruh
hakkında çok az bilgi verilmiştir.
17/İSRÂ-85: Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve
mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen). Ve
sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait)
ilimden sadece az bir şey verildi.
Ruh
Allah’a ya ölmeden önce irademizle ölerek dönecek ve Peygamber Efendimizin
“ölmeden önce ölünüz “ hadisi şerifince ölmeden önce öleceğiz, ya da öldükten sonra ölüm melekleri
tarafından insan öldürülecek ve mecburen döndürülecek olan Allah’ın insanlarda
bir emanetidir. Aynı zamanda hata yaptığımızda bedenimizi terk edip, daha sonra
bize azap etmekle mükelleftir. Biz buna vicdan azabı diyoruz.
RUH EMANETTİR;
33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales
semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve
hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk,
teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu
yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
Allahütealâ burada "emanet"
adıyla "ruh"tan bahsetmektedir. Âyet-i kerime, ruhu teslim alanın
sadece fizik vücut değil, nefsle beraber fizik vücut olduğunu da ispat
etmektedir. Fizik vücut ve nefs beraberce ruhu teslim almışlardır. Çünkü
Allahütealâ çok zalim ve çok cahil ifadelerini kullanmaktadır. Bu, henüz
tezkiye olmamış bir nefsin ifadesidir. Kalbi %100 afetlerle dolu olan bir nefs
ve fizik vücut beraberliği, bir emanet kabul ediyorlar: Ruh bir
emanettir.
Bu ayet-i kerime fizik vücutla
birlikte nefsin de emaneti kabul ettiğini ispat ediyor. Cahil ve zalim olmak,
nefsin afetlerinin vasıflarıdır. İnsanoğlu, nefsin kalbindeki zalim hüviyetinin
sahibidir. Nefs, zalimdir ve cahildir. Hayata böyle başlar. Adım adım, nefs
tezkiyesini yaptıkça zulmetme hüviyeti yok olur; müşfik bir insan olur kişi. Ve
cehalet de yok olur; yerine ilim gelir, âlim bir kişi olur. Ve ruhumuz, fizik
vücudumuz ve nefsimize Allahütealâ tarafından verilen bir emanettir.
Ölünce herkesin ruhunu ölüm melekleri
Allah’a ulaştırırlar.
Ama dünyada yaşarken müşriklerin ve
münafıkların ruhları Allaha geri dönüp ulaşamaz;
33/AHZÂB-73: Li yuazziballâhul munâfikîne
vel munâfikâti vel muşrikîne vel muşrikâti ve yetûballâhu alel mu’minîne vel
mu’minât(mu’minâti), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
(Bu), Allah'ın münafık
erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları
azaplandırması ve mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların tövbelerini kabul
etmesi içindir. Allah Gafûr'dur (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren), Rahîm'dir
(Rahîm esması ile tecelli eden).
Burada Allahütealâ'nın emaneti (ruhu)
göklere, yere ve dağlara sunması ve insanın yüklenmesinin neyi ifade ettiği
anlatılmaktadır. Emanet olacak ki; o emaneti kişi Allah'a teslim etsin. Önce
ruhu bir emanet olacak; sonra fizik vücudu emanet olacak, daha sonra nefsi
emanet olacak, daha sonra da iradesi emanet olacaktır. Hepsini Allah'a teslim
edecektir.
Allah'ın nefs ve fizik vücuda bir
emanet vermesi, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve
müşrik kadınları azaplandırmak içindir. Kim emaneti Allah'a teslim etmek üzere
harekete geçerse; yani Allahütealâ'ya ulaşmayı dilerse o zaman kadın olsun
erkek olsun, o kişi, mü'min olur. Ve sadece Allah'a ulaşmayı dilediği için makamı
cennet olur.
Birinci etapta mü'min erkekler ve mü'min
kadınlar Allah'a ulaşmayı diliyorlar. Allahütealâ, onlara Rahmân esmasıyla
tecelli ediyor. Bu tecelli, kişinin üzerine 7 tane furkan verilmesini; o
kişiyi, gören, işiten ve kalbine ihbat koyarak, idrak edebilen bir hüviyet
verilmesini sağlıyor. Sonra göğsünü şerhederek göğsünden kalbine yol açmasını,
kalbinin nur kapısını Allah'a çevirmesini, huşûya ulaşmasını sağlıyor. Sonra
da, o devirde Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e ulaşıyorlar, 12 tane ihsan alarak,
ihsanla, tövbe ederek tâbî oluyorlar. Mürşidine ulaşıp tâbî olduğu anda da
Allahütealâ, onlara Rahîm esmasıyla tecelli ediyor. Böylece Allahütealâ'nın ona
mağfiret etmesi yani günahlarını sevaba çevirmesi söz konusu olur.
Allah
müsaade etmeden hiç kimseye bir musibet icabet etmez.
64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi),
ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in
alîm(alîmun). Allah'ın
izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah'a îmân ederse (âmenû
olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.
Peygamber
Efendimiz s.a.v. savaşta yerden bir avuç kum alıyor ve müşriklerin üzerine
atıyor. Her kum bir müşriğin gözüne geliyor. O zaman Allahütealâ ayette
Peygamberimize o kumu atarken sen atmadın atan Allah’tı ve onları siz
öldürmediniz öldüren Allah’tı diyor. Hiç kimsenin bir başkasını veya kendisini
öldürmesi mümkün değildir. Öldüren yalnız Allah’tır, kullar veya ölüme neden
olan şeyler sadece bir sebeptir.
8/ENFÂL-17: Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ remeyte
iz remeyte ve lâkinnallâhe remâ, ve li yubliyel mu’minîne minhu belâen
hasenâ(hasenen), innallâhe semîun alîm(alîmun). Onları
siz öldürmediniz ama onları Allah öldürdü. Ve attığın zaman da sen atmadın ama
Allah attı. Ve Allah, mü'minleri Kendisinden ahsen belâ ile imtihan eder.
Muhakkak ki Allah, işitendir ve bilendir.
Allah’ın
ruhumuza yaşarken geri dönerek kendisine ulaşması için emrediyor.
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış
olarak!
Bu
emir bir ölüm ve intihar emri değildir. Çünkü intihar etmek yasaktır.
4/NİSÂ-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil
bâtılı, illâ en tekûne ticâreten an terâdın minkum, ve lâ taktulû enfusekum,
innallâhe kâne bikum rahîmâ(rahîmen). Ey
îmân edenler (âmenû olanlar)! Birbirinizin mallarını batılla (haksızlıkla) yemeyin,
ancak sizin rızanızla yaptığınız ticaret hariç. Ve kendinizi (ve birbirinizi)
öldürmeyin (intihar etmeyin). Muhakkak ki Allah, size karşı Rahîm'dir.
4/NİSÂ-30: Ve men yef’al zâlike udvânen ve zulmen fe sevfe nuslîhi
nâra(nâren) ve kâne zâlike alallâhi yesîrâ(yesîran). Ve
kim bunu düşmanlık ve zulümle yaparsa, o takdirde biz onu yakında ateşe
yaslayacağız. Ve işte bu, Allah için kolaydır.
Ve
eceli gelmeden hiç kimsenin ne bir saat önce ne de bir saat sonra ölmesi mükün
değildir
16/NAHL-61: Ve lev yuâhızullâhun nâse bi zulmihim mâ tereke aleyhâ min
dâbbetin ve lâkin yuahhıruhum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), fe izâ câe eceluhum
lâ yeste’hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn(yestakdimûne). Ve
eğer Allah, insanları zulümleri sebebiyle sorgulayıp (derhal) cezalandırsaydı,
onun (yeryüzünün) üzerinde yürüyen canlılardan bir canlı bırakmazdı. Ve fakat
onları, belirli bir zamana kadar tehir eder (erteler). Artık onların ecelleri
geldiği zaman ne bir saat tehir edilir (ertelenir) ne de (bir saat) evvele
alınır.
Yaşatan
da öldüren de yalnız Allah’tır.
15/HİCR-23: Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnul
vârisûn(vârisûne). Ve
muhakkak ki; Biz, sadece Biz hayat veririz. Ve Biz öldürürüz. Ve varis olanlar
da Biziz.
Ölüm
koordinatları yani yeri ve zamanı Allah tarafından belirlenmiş bir kader olayıdır
ve değiştirilmesi asla mümkün değildir.
3/ÂLİ İMRÂN-168: Ellezîne kâlû li ihvânihim ve kaadû lev atâûnâ mâ
kutil(kutilû), kul fedreû an enfusikumul mevte in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne). Onlar (münafıklar), kendileri oturdukları
(savaşa gitmedikleri) halde, savaşa katılan kardeşleri için: "Eğer bize
itaat etselerdi, öldürülmezlerdi." dediler. (Onlara) de ki: "Eğer
(sözünüzde) sâdık kimselerseniz, haydi ölümü kendinizden savın."
3/ÂLİ İMRÂN-154: Summe enzele aleykum min ba’dil gammi emeneten nuâsen
yagşâ tâifeten minkum, ve tâifetun kad ehemmethum enfusuhum yezunnûne billâhi
gayrel hakkı zannel câhiliyyeh(câhiliyyeti), yekûlûne hel lenâ minel emri min
şey’(şey’in), kul innel emre kullehu lillâh(lillâhi), yuhfûne fî enfusihim mâ
lâ yubdûne lek(leke), yekûlûne lev kâne lenâ minel emri şey’un mâ kutilnâ
hâhunâ, kul lev kuntum fî buyûtikum le berezellezîne kutibe aleyhimul katlu ilâ
medâciihim, ve li yebteliyallâhu mâ fî sudûrikum ve li yumahhısa mâ fî
kulûbikum, vallâhu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Sonra (Allah), bu gamın arkasından sizin
üzerinize sükûnet veren bir uyku indirdi, içinizden bir grubu sarıp kaplıyordu
ve diğer grup, canlarını önemsemişti (canlarının kaygısına düştüler). Allah'a
karşı cahiliyye zannı ile haksız zanda bulunuyorlar: "Bu emirden bize bir
şey (bir nasib) var mı?" diyorlar. (Onlara): "Muhakkak ki emirlerin
hepsi Allah'ındır." de. İçlerinde sana açıklamadıkları bir şey
saklıyorlar. "Bu emirden bize bir şey (bir nasib) olsaydı, burada
öldürülmezdik." diyorlar. Eğer siz, evlerinizde bile olsaydınız, üzerlerine
katl (öldürülmeleri) yazılmış olanlar, yatacakları (ölüp düşecekleri) yere
mutlaka çıkıp giderlerdi. (Bu) Allah'ın sizin sinelerinizde olanı sınamak ve
kalplerinizde olandan (şüpheden), sizi temize çıkarmak (fitneden kurtarmak)
içindir. Ve Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.
Dünyada
ruhun Allah’a ulaşması iki türlüdür.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum
ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak
mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde
inanırlar.
Birincisi
Allah’a ulaşmayı dileyip mürşidimize tabi olarak ruhumuzu Allah’a döndürüp
ulaştırarak ermiş evliyası olmakla ve Peygamber Efendimizin dediği gibi
“ölmeden önce ölmekle…”
İkincisi
ise ecelimiz geldiğinde Allah’ın verdiği can enerjisinin ölüm melekleri
tarafından kesilmesi ile çıkan ruhun ölüm melekleri tarafından Allah’a geri
götürülmesi iledir.
1- Birinci dönüş mürşide tabiyetle tevbe ettikten sonra irademizle dönüşü;
4/NİSÂ-64:
Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum
iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le
vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen). Ve Biz, (hiç) bir Resulü, Allah'ın
izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka bir şey için göndermedik. Ve onlar
nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan
mağfiret dileselerdi ve Resul de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka
Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resul'ün mağfiret
talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.
40/MU'MİN-15:
Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî
li yunzire yevmet telâk(telâkı). Dereceleri
yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı)
dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine
ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün
geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ
edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
2- Ölümle ruhun Allah’a geri dönüşü.
Bu
nedenle hiç kimse ruhu çıkınca insan ölmez. Öldüğü için ruhu ve nefsi çıkar.
Bir
gün herkes eceli geldiğinde mecburen ölecektir. Önemli olan ölmeden önce
ölmektir.
32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe
ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek
(öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."
Ruh
çıkınca insan ölür diyen Kur’an’ı bilmeyen din adamlarına ve tüm Müslümanlara
duyurulur ki, ruh çıkınca insan ölmez. İnsan ölünce ruhu ve nefsi çıkar.
“İNSAN
YA; ÖLMEDEN ÖLÜR VE RUHU ALLAH’A ULAŞIR VE ERMİŞ, EVLİYA OLUR.
YA
DA; İNSAN CANI ALININCA ÖLÜR VE İKİNCİ DEFA MECBUREN RUHU ALLAH’A ULAŞIR.”
Allah razı olsun.
Burhan AKSU