El kişileri, yoksulluk içinde isyan etmeden ve itiraz etmeden kalmalarını istiyordu. El’in sözüne taat ve itaat içinde olanları El, çok çok övüyordu. El kendisine ikna olacak kişileri (kulları-köleleri) kazanmak için El’in kendi siyasetini yayacak olan kişileri, bölge iklimi içine gönderdi. Gönderilen bu El kişileri, fakirleri yoksulluğa ikna ediyordu. El kişilerin yoksulluğunun kutsuyordu. El yoksulluğu yüceltiyordu.


Zamanın akışı mutlak monarşiyi aştıktan sonra oligarşin ittifakların belirmesi yönünde akıyordu.  Bay erki tarzı oligarşin ittifakların bir araya gelip, bir oturum yaptıkları her bir seans ile taraflar bir araya gelmiştiler. Bir oligarşi yapı içinde ittifak olacak bu oturumların birinde Yehova eksenli tevhit yapıcılar, sonraki kanlı başarılarına bakınca bir an ileri olan zamanın ruhunu taşıyor olarak görünüyorlardı.


Bir Yahova peygamberi olan İl-ya (El-ya), iki yüz elli tane El Baal’in peygamberi denen bu apilularla tartışmıştılar. Sonunda güya El Baal’in mana yayıcılarının tartışma da başarısız olmaları nedenle Elya grubu da bu apiluları öldürmüştüler. Bu tür tartışmalarla, bir tecelli ya da bir mucize beklemek meşru olan tarafı belirleme mantığıydı.


Çünkü zorunluluklarla belirlenen inşa tarihi içinde El, zorunlu olan bu “ilk ilahi kolektif hafızadan” kopmuştu.  Tarihi olan ve geçmişten gelen gelenekle meşru olan durum, bu ilahi tarihli hafızaydı. El bu nedenle meşru değildi. İster istemez tarihin bu ilahi manalı kolektif hafızalı diyalektiği, El’i karşı taraftan değil kendi kişileri nezdinde onaylatma ve ikna olma üzerinde meşru olunmaya zorluyordu.


Oluş karşıtıyla birlikte nedenli oluştu. El, kolektif karşıtı içinde nedenle olmak zorundaydı. Sosyo toplumlarda sistemin zorunlu nesnel öznelliğe rağmen nesnelliği özne nesnel neden ile de söyleye bilirsiniz. Nesnelliği öznel neden söyleyip sistemi inşa etmek pek olasıydı. Bu durum tıpkı bencilliğin kendini groteski ilik içinde evrenin merkezine koyup ta, evrenin kendisi için olduğunu algı etmesi gibiydi. El sisteminde de tüm üretim hareketi, mülk sahipliğinin hak edişine göre olan bir belirlenimdi!


Kısaca doğadaki neden sel oluşun sosyal ve toplumsal algıdaki karşılığı meşruiyetti.  Bir şeye bu böyle dediğiniz de nedenini ya da meşruiyetini demeniz gerekir. Bu nedenle kolektif oluşa göre kişi mülk sahipliğini söyleyen El’in kendi meşruiyetini de söylemek zorundaydı. Bu nedenle El, meşruiyet arayışı içine sokulmuştu. İlah ve El birbirine göre söylenir olmanın mantık bilincine dönüşmüştü. Kuru olarak meşru olamıyorsanız, ıslak olarak meşru olacaktınız. Önceniz ıslaklıksa; siz de ıslak olarak meşru olamıyorsanız ıslak olamadığınız yerde sürece kuru oluşu meşru edecektiniz. El böyle bir kişi öznellikti.


Yani zıtların varlığı ve birliği içindeki belirimle; nesnel yolla meşru olamıyorsanız öznel yolla meşru olacaktınız. Somut olarak meşru olamıyorsanız; soyut olarak meşru olacaktınız. Tıpkı zengin olarak belirememenin fakir olarak belirmesi gibidir. Bu da El’in o şekilde meşru olamıyorsan, bu şekilde meşru ol, kabili bir zorunlu olmamanın belirimini, yine zorunlu oluşun gereğiyle tersinden meşru oluyordu. Tersten soyut durumla meşru olmak, karşıdaki kolektif iradeli belirmiş, işler eşmiş durumun üzerini örten bir söylemiyle; kişi sahipli iradeyi nesnel öznelliğin iradesi gibi bir yanılsatma üzerinde meşru olmak zorundaydı. El doğru olanı, yanlışla; gerçek olanı yanılsatmayla meşru ediyordu. Yanlışı ve yanıltması da gelecekteki sistemin adaleti ve hukuku olacaktı. Hukuk El sistemine göre aranacaktı.


Böylesi bir meşrulaşmanın içinde, kolektif paylaşma hakkını, mal sahipliği hakkına göre pay edilmesini   söyleyen İbrahim’in El’ini siz görmüyordunuz. Ama İbrahim, Musa Kendi El’i olan rablerini türlü tecelli içinde görüyorlardı! Açlığın giderilmesi bağlamıyla; sahipliği olmayanın, sahipliğe doğru; fakir olanın, zengine doğru bir çekilme eğimi vardı.  Sahiplerin de zenginlerinde bu sahiplikten kaynaklı muktedir oluşlarından ötürü sahiplerin (El’in) bir irade basıncı vardı. Mülk kişide kalmıştı iradesi güya El’deydi.


Kısaca enerji sağlama yönelimli eylemleriniz nedenle, enerji sağama kaynaklarını elinde tutanlardan biri olan İbrahim’e sizin eğiminiz vardı. Neydi bu eğilim? Fakirliğin zenginliğe eğilimiydi. Bölük-bölük olan ve her bir bölüğü on binlerle ifade edilen koyun, keçi, sığır, eşek, sıpa sürüleriyle; iş ve aş veren İbrahim’in zenginliği, iş-aş umuduyla olan fakir kişileri kendisine çekiyordu.


Zenginliğinin çekimiyle irade olan İbrahim, kendisine mülkü verdiğini söyleyen kendi El’ini (yani kendi kendisine danışmasını) somut olarak gördüğünü söylüyordu. Siz de sizdeki fakirliğin zengin İbrahim’e olan eğiminden kaynaklı duygu ve düşüncenizle siz de İbrahimli-sizli yani zenginle-fakirle olan bu ilişki ortamını yamultup, eğip büküyordunuz. Böylece aş-iş donanımlı İbarhim’e ikna oluyordunuz


İnşacı süreçler kişilerin soyutlama gücünü de geliştiriyordu. Bu tinsel gelişmeler karşısında İbrahim’in El ile söyleşmesini göremeyenler; iş-aş sahipliği olan bir ortam sürecin içindeydiler ve bu süreç, iş-aş ağırlığının baskı ve basıncı nedenle sizi sahiplere doğru çekiyordu. İş-aş sahipli alanın kendi çekim ve kendi kütle (irade) ağırlığı; gerilmiş çarşaf yüzeyini bükme gibi ortamı eğiyordu.


Eğilen ortam bükülüyordu. Ve bu çekim alanındaki eğme bükmenin ortamı yamultması nedeniyle ortam sizi İbrahim’e doğru yönelimle olmaya ve sizin İbrahim’e göre bir anlayış içinde olunmaya doğru sizi zorluyordu. Sizin gözünüz de El’in İbrahim’le olmayan tecellisini siz, ortamın kırınım veren yansımaları nedenle siz bunu İbrahim’in söylediği gibi anlıyordunuz.


Açlığa ve işe doğru olan eğiliminiz sizi böylece gerçekleri yamultma yapmağa zorluyordu. İşte siz bu izafiyetle İbrahim ile El’i arasındaki söylemce tecelli görüye ikna oluyordunuz. İknaının karşılığı aş ve işti. Yamulmuş ortamlarla bu görüşüz lükünün görü gibi görülmesine mutavassıt olan ortamlardı. Bükülmüş ortam sizi söylendiği gibi bir iradeyi, söylendiği gibi anlayıp anlatmanıza aracılık eden bir ortamdı. Ortamın mutavassıt bir ortam olması nedenle siz, bu görüşmüşlüğü herkese göre olmayan ve salt El adamına göre olan bir “mucize anlamıyla belirtmeye” başlamıştınız.


Yamulmuş ortam sizi, herkese görünmeyen ve herkesle tecellisi olmayanı anlamanıza vesile oluyordu. Siz bu yamulma içindeki şeyleri söylenen yamulmaya göre anlamağa hazırdınız. İknaca hazır olmanın sizdeki ikna edilmiş olma şekli; ortam eğimi içinde olan sizlere, bu eğimi mucize diye belirtmenin mana anlaması oluyordu. Süreç hem ortam ilişkisiyle eğiliminizleydi (aşa işe olan eğiliminizdi). Hem de kendi kendinizin ikna anlamasıydı. Ve de ortam içindeki kişilerin üzüm üzüme baka baka kararır örneğindeki gibi birbirini etkimle ve birbirinden etkilenmesiydi.


Etkilenmeyi mucize olarak belirtiyordunuz. Sonra da siz bu mucizeden, mucize söylemlerden etkilenir oluyordunuz. Herkesle olmayan, herkese görünmez olana tanıklık izhar etmek hem mucizeydi hem de sizin bu mucizeye inanıp ikna olmanızdı. Bu iknaa oluşla o ortam eğimine biati bir tabii olmanızdı. Kısaca bu efektif bir hayali El’in oluşmasıydı.


İbrahim’in Musa’nın vs. kendi El’leri ile yüz yüze bir tecelli ile görüşmüş olma söylemi, somut olandan kopuşun soyut ve gölge söylenmesiydi. Kendisine göre ezeli olandan kopuştu. El’in ilahi olan tarihi hafızadan kopmasıyla El’in ezeli olma meşruiyeti de yok oluyordu. Doğrudan meşru olamayan dolaylı meşru olacaktı. Doğrudan meşru olamamanın dolaylama yol üzerinde meşru olmasıydı.


Ezeli olan mana somut, canlı-kanlı; içlerinde olan, dokunulan ve kendileri ile irade olan; kendileri olan ilahi meşruiyetti. Söyleyen de söyletilen de kendisiydi.  Görende görünende kendisiydi. İlahi dönem kişilerinin kıyasını oluşan algısı bu” gerçek somutluktu”.  El manalı durumda gören de görünen de söyleyen de söylenilen de kendisi olmayacaktı. Aslında böyle birisi de olmayacaktı.


Böyle birisine mutavassıt (aracı) olan ortam durum nedenle; sahipliği olan kişi malı mülkü olan kendi sahipliğini görecekti. Yani kendisini görecekti. Kendi kendisine içten konuşup mutavassıt ortamla bunu önce fısıltılı sonra sesli söyleyecekti. Açıkçası konuşan da konuşulanda, kişinin üretim hareketi üzerinde gasp ettiği sahipliği içinde kişini kendisini yeniden merkeze koyan kişi bencilliğidir. Sosyal durum öncesinin “yalın groteski ilik belirimle olan durumu” totemi ilahi mana anlayışlı groteski durum olup üretim hareketi üzerinde irade olmuştu. Yalın groteski iliğin elinde ne sosyal güç vardı ne de toplumsal güç vardı.


Totemi ilahi iradeyle ürettiriyor ama sürece ilki yalın groteski Batlamyuscu ego santrik anlayışla irade ve hüküm ediyordu. Yalın groteski ilik içinde totemi ilahi bilinç olmamakla paylaşan değildi. Ama totemi ve ilahi bilinçle “en az durumla doyma ve sağlama olan” paylaştırmasıyla ikna ettiği kişilere kolektif ürettiriyordu. İlahi sahiplikle somut ve ezeli olamayan kişi benci kişi sahipliği El ile soyut ve ezeli olacaktı.


İlahi dönemli kişilerin yüz yüze görüşmelerinden algı olan somut meşruiyet ilik; İbrahim’in kendi El’i ile görüşmesini İbrahim’in söylüyor olmasına tanıklık etmeye dönüşecekti. Söyleyen de söylenende somut değildi ama “söyleneni söyleyen aracı İbrahimler” somuttu, bu da iknaa olmanıza yeterdi! Yetmezse açlık, işsizlik ve zorbalık belirecekti. Tarihsel hafızayı kaybeden tarihsel olmayan hafızayı buluyordu. Gerçeği kaybeden gerçek olmayanı buluyordu. Sahipliğin kendi üzerine kendi etkisiyle iç düşünmesi yapan İbrahimler, Nemrutlar; dışta sahipliği kendisine verenin olmanın sözcüsü olmakla aracı konumda konuşan sahiplerdi.


( Osmanlıda Kısmi Bir Etkin Hafıza 8 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 27.06.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.