Zanlı bir tutku olabilir ve de muğlâk.
Serpintilerin müdahil olduğu o yarı
açık pencere ve uçuşan tül perde.
Siyahın naif hüznünde bir radar kadar
hassas yüreğin tekabül ettiği o müstesna zaman dilimi ve öksüz kıblemde
doğurgan bir acı hacmine vakıf olup olmadığım da değil hani önem arz eden
sadece dibindeki uçuruma yakın bir seyir.
Sızan terinde mevsimin, üşüyen
vücudum ve buz kesen ellerim.
İştirak eden saatin sessiz
farkındalığı yine kelamın da özrün de nitelikli bir arayış içerisinde olup bir
vebal öngören o derya.
Kalemde saklıyım işin aslı madem…
demek oluyor ki gündelik hayatın eşliğinde çömez bir ergenim.
Hangi’mle muhalif…
Öngörümle yoksun…
Hacminde hicap.
Ve yürekte saydam bir tabaka.
Seyrelen gün ışığı oysaki güne henüz
erişmiştim öyle ya; sabahlayan bir yarasayım ara sıra sıcak ve nemli havadan da
nem kapması muhtemel. Gecenin kıpraşan teninde volta atan şiir benzeri
rüyalarım ve gönül gözümde çok ağır bir hava belki de algıların zemininde ben
neyden ibaret olduğuma hala kani değilken.
Yanlı bir sevgi olmayı dilerdim işin
aslı aslında sevdiğim insanları sevgimle iyi ve ihya eden.
Patavatsız bir hafta sonundan çıkıp
da adımlarken yeni haftayı… neye gebe ise yeni süreç aslımıza sirayet etmenin
temennisi ile niyazlarımız nasıl da buruk ve telaşlı.
Bir izci kampındayım adeta ne de olsa
çocukluğumdan bu yana bir elim yağda bir elim balda… baldan tatlı sevdiklerim…
görücü usulü evlenen güzel insanların revnak sessizliğinde… ah ki ah!
Aşka hürmeten, yeni yetme aşklara
bakıyorum da… esefle kınandığımı bilsem de gözümü alamadığım ne çok defolu
sevgi benzeri illet ilişkiler… yine de saygı duyup gözlerim kapalı geçiyorum.
Farkındayım farklılık arz eden ne ise
belki de uyluklarım köhne ve zavallı.
Ben ki; bir melteme özenip de bir
poyraz kadar soğuk.
Ben ki; zamandan ve mekândan uzak.
Ben ki tarifsiz ve kedersiz olmayı
dilerken…
Hırpani bir öngörü aklıma mukayyet
olmayı dilediğim belki zavallı bir beşer aslında kundaklandığından bihaber
aslında kurcalarken aklımı bunca yanlı keder… eh, ne olacak bu halim… demenin
meali ile sığınıyorum Rabbime ve hangi kefede olduğumu bilmeden kefen’imi
ısmarlıyorum usulca ve sessizce ve kabul görmüş olmayı dileyip Yaratıcı
nezdinde.
Bir kuşağın sonuyum belki de bir
kuşağın son temsilcisi. Aklımı seveyim ve yaşımı da umursamadan hala nasıl oluyor
da bir çocuk saflığında yapışıyorum yakasına tüm sevdiklerimin.
Gölgemle bile kavgalı iken sormayın
gitsin ahvalimle olan ne ise alıp veremediğim… demedim, demedim inanın ki:
sırlarım değil de vakıf olduğum ve sıdkımın sıyrıldığı sonra da kötülüğü ve
laneti tensiye edip…
Kursağımda yutamadığım hüzün.
Midemde derin bir sancı.
Eften püften dertleri olanlara gıpta
ile bakıp hazmetmeye çalıştığım bu yeni kaos.
Öncemden yoksun olsaydım keşke…
demenin de bir mazereti olmasa gerek.
Hayli yanlı belki yanlış bir terennüm
çöreklenirken göğe ben ilk kez görmüşçesine yollarını gözlüyorum sevdiğim
insanların ve en muteber ve sevecen kimliğimle sırtımı yasladığım gök kubbenin
en deli ve hüzünlü neferi olarak sadece başımı okşayan ellerini…