Nereye mi gittim? Birçok insanın aklına en son gelebilecek bir yere: Çöp depolama alanına. Yüzlerce dönümlük bir arazide onlarca çöp dağı, kamyonların biri gelip biri gidiyor, bir çöp dağının tepesi kuşla dolu, karga, güvercin ve martılar. Çok sayıda köpek çöplerin içinde eşeleniyor. Eşelenen sadece köpekler değil, en az yirmi kişi çöpleri karıştırıyor, işine yarar bir şey bulursa torbasının içine atıyor. Hepsi de erkek. Beni gördüler, şöyle bir bakış atıp işlerine devam ettiler. Onlara doğru yaklaşıyorum, çerçöpün içinden geçerek. Yan gözle beni takip ediyorlar, belki de bir belediye yetkilisi sanıyorlar. İşlerine engel olabileceğim ihtimali kafalarının içinde dolaşıyor. Üzerimdeki giysiler çok yeni ve pahalı olmasa da onlarınkinden farklı. Görüntüm ve davranışlarım bu insanları tedirgin etti.
Ben de bir çöp dağını karıştırmaya başlayınca bana hayretle iki kişi baktı. Ne aramaya gelmiştim buraya, bu çöplüğe? Kendimi. Evet kendimi arıyorum, çünkü ben çöpüm. En azından şimdi, öyle olduğumu sanıyorum.
İlk elime gelen ağzı bağlı bir poşet oldu. Açmayı denedim, açamayınca yırttım. Çıkanlar: Tuvalet kâğıtları, yemek artıkları, çay posası, maden suyu şişesi, bir çatal, bardak kırığı. Fırlatıyorum poşeti kızgınlıkla. Niye kızıyorum ki? Daha ilk teşebbüste nasıl bulacaktım kendimi? O kadar şanslı mıyım? Hem, belki de bu bulduklarım benimdir....
Karıştırmaya devam: Mukavva kutular, tenekeler, pamuk, kusmuk, solmuş çiçekler, kedi leşi, yırtılmış kitap ve gazete sayfaları, boş poşetler, bulaşık süngerleri, fırçalar, kakalı çocuk bezleri, disket, kemikler, et, sucuk, peynir, çivi, iğne, küpe, 25 kuruş, kumaş parçaları, ayakkabı, şapka, çekomastik tüpleri, keser, sakız, parfüm şişeleri, ölü bir kuş, boş fişek kovanı, yumurta kabukları, ölü civciler birkaç tane Ve daha neler neler...
Ne umdum ne buldum? Çok şey ummuştum ama hiç bir şey bulamamıştım. Bir saatten fazla bir süre çöp karıştırdım. Aradığım orada yoktu. Artık gitmeliydim. Hemen bu karara varmamın sebebi tembellik olabilir. Zaten ağır bir gaz kokusu vardı ve bu nefes almamı güçleştiriyordu. Gerçi çöplüklerde metan gazı oluşabileceğini bilyordum ama bu gaz patlayıcı olmasına karşılık kokusuzdu. Öyleyse benim farkettiğim çürümüş maddelerden çıkan başka bir gaz olmalıydı.
Çöp depolama alanından beşyüz-altı yüz metre kadar uzaklaşıp bir tepeciğin üzerine oturdum. Dinlenecektim. Buradan çöp yığınlarının içinde yaşam mücadelesi veren insan, köpek ve kuşları seyrediyordum. Hafif bir rüzgâr vardı, gökyüzü mavi ve güneş altın rengindeydi. 
Bir çöp dağının tepesinde, beyaz renkli duman gördüm, giderek çoğalıyordu. Sonra birden göğe kocaman bir ateş sütunu yükseldi ve kulakları sağır eden bir patlama sesi. Burada bitmedi patlamalar ve alevler devam etti, sanki bir yanardağ faaliyete geçmişti. Şaşkındım. Çöp yığınları yanıyordu. Kaçışan iki köpek ve üç insan gözüme ilişti. Yaralı olmaları ihtimali yüksek. Bırakın ateşin içine girmeyi yaklaşmaya bile cesaretim yoktu. Gözlerim kamaşmış, kulaklarım hiç bir sesi duymaz olmuştu. Donup kalmışım, sadece bakıyordum. Acaba bilincim yerinde miydi? 
İtfaiye araçları gelinceye kadar ne kadar süre geçti, bilmiyorum. İtfaiye araçlarının sirenleri de mutlaka açıktır ama ben duymuyorum, tepelerindeki yanan ışıkları görüyorum. Ateş olan yerlere su sıkmaya başladılar bile. Ateşle birleşen su beyaz bir buhar bulutuna dönüşüyor, söndü sanıyorsun oradaki ateş ama sönmüyor, tekrar alevleniyor. Onlarca itfaiye aracı olduğunda da yangın sönmedi. Suyu biten araçlar tanklarını doldurmak için geri dönüyorlardı.
Saatler çabuk geçt. Yangın kontrol altına alınmış olsa da sönmedi. Etrafta gözlerim cankurtaran aradı. Bir tane bile yoktu. Onca itfaiye aracını gönderen yetkililer bir tane olsun cankurtaran göndermeyi neden akıl edememişlerdi? Burada insan da olabileceğini düşünemediler mi? Öyle ya, yangın çıkan yer bir çöplük; çöplükte de insan ne gezer!
Havadaki sıcaklık giderek artıyordu, belli ki yangın etrafı ısıtmıştı. Alevler kıvrıla kıvrıla gökyüzüne çıkıyordu, tıpkı raks eden bir kadın yani rakkase gibi. Kırmızı alevlere simsiyah dumanlar eşlik ettiğinde söner gibi oluyor, dumanın rengi fümeye dönüşünür dönüşmez tekrar kırmızı alevler hakimiyeti ele geçiriyordu. Ufak patlamalar da oluyordu. Deodorant tüpleri veya başka patlayıcı cisimler buna neden olabilirdi. Patlamalar rahatsız edici değil aksine hoşa gidiciydi. Bunu fark edince anladım ki kulaklarım artık normalleşmişti. İşin doğrusu bu yangını seyretmek bana haz veriyordu. Şimdiye kadar hiç tatmadığım bir haz... 
-Utan, utan! Başka canlılar acı çekerken, sen zevk peşindesin.
-Gene sen misin, vicdan denen karıştırıcı?
-Evet benim. Vicdanının sesi.
-Duvarın içinden nasıl çıktın, çıkarmam için bana yalvarıyordun. Şimdi nereye saklandın? Sesin ceketimin cebinden geliyor gibi.
-Cebinde değilim, ceketinin astarının içindeyim. Daha önce duvar içindeydim, şimdi burada. Yani vicdanının sesini hapsedecek yer bitmez insanoğlunda. Şimdi de işte buraya tıktın beni.
-Ben seni oraya hapsetmedim, yalan söyleme.
-Tabii elinle alıp da buraya koymadın ama düşüncelerinden iteleyerek buraya girmemi sağladın.
-Her neyse, kes sesini ya da defol git başka bir hapishaneye gir!
Beni lafa tuttuğu için bu vicdan denen densize çok kızmıştım. Seyirim yarım kalmış ve işte yangın da sönmüştü.
(Devam edecek...)
( Çapulcu Manyak-20 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 7.08.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.