Yasını tutuyor olabilir zaman: kaybettiği yılların yasını ve mizacını da saklayıp suçu biz insanlara atarken…

 

Atıfta bulunası bir öğüt mü yoksa hiçlik? Hani, dokunulmazlığın tarhında, bir bayat beyit belki unuttukları takılı göğün kancasına belki saplantılı bir âşık yine göle maya çalan bir tufan, dinginliğin haznesine buyur ettiği hüzün…

 

Yana yakıla tahliye ettiğimiz duygular da cabası: neye hürmeten ya da kefil olduğumuz basit bir gayrimenkul mü de aşkın tayfası hep kayıp, hep hüsran dolu aşk masalları…

 

Yuhalıyoruz birbirimizi keza kendimize methiyeler dizermiş gibi dizginlerimizi bırakıyor ve büyüdükçe büyüyor egomuz: engin bir dehliz; şatafatlı bir kale ve bükülmeyen bilek sonrası malum yine öpüp başımıza koyduğumuz sözüm ona saygınlığa vesile sözüm ona sevginin çatısında toplanmışız da başımız arşa değmiş…

 

Kıymetlerin kıymetsizliği sanki randımanı düşük yüreğin.

 

Zavallı methiyeler içten pazarlıklı.

 

Ah, bizim korunaklı dünyalarımız lakin illa ki buyur ediyoruz saf tutan yalnızlığı ve huzura düşman bir lanetin kumpasına haiz olmak da değil hani sadece tutarsız bir kelam buyurup içimizdeki kötüyü ve egoyu baş tacı belleyip başımız da dertten kurtulmazken.

 

Dünü öğütüp… ya, günün cılkı mı çıktı da biz mütemadiyen dünle ve yarınla iştigaliz?

 

Beynamaz bir sirk cambazı.

 

Düştü düşecek ipteki adam.

 

Ya, kafasını aslanın ağzına sokan o kısa etekli güzel kıza ne demeli?

 

Ve şühedası yüreğin ve cebelleştiğimizi ve destursuz güne başlayıp hayra yormadığımız rüyalar sözüm ona kahve falında çıkacak kısmetimiz belki de kısmetsiz ve boş vermişliğimiz…

Şimdimi toplayıp geldim, demekle iştigal.

 

Ah’ların boyadığı duvarlar; yüreklerin salaya düşkünlüğü ve bir med-cezir ihlali gibi güneşin ilişkisini kestiği bilumum gök elementleri.

 

Ne içinse artık.

 

Bir yıldızı görüp bir de hilal dilediğimiz.

 

Ve kırmızıya boyadığımız yine bayrağımızın asaleti ile övünüp aşkımızı, vatan sevdamızı yere göğe sığdıramadığımız.

 

Huzurun reveransı.

 

Belki de aşkın referansı.

 

Yüreğin kıblesi.

 

Aşkın huzmesi.

 

Kanatların serpintilere düşkünlüğü.

 

Düşkün mizaçların andığı Allah katında makbul sunumlar.

 

Doğamız.

 

Doğuramadıklarımız.

 

Doğmaktan gına gelmişken hele ki bin kez ölüp binlerce kez gözümüzü yeniden açtığımıza delalet.

 

Sabahın hünkârı…

 

Sıfatların şatafatı.

 

Zamanın seyisi olan ise sarkacın ta kendisi ve çalar saatlerin tarihe karıştığı ve de aklımızın git gide karıştığı…

 

Karışmasaydım keşke… demelerin meali aslında ikiden çok iken birin yalnızlığı.

 

Şimdimizi uyuttuk madem bir kuytuda hadi, ne duruyoruz? Zaman elbette şimdiki istifi ile dumura uğrattığı evreni çoktan tahakküm altına almadı mı?

 

Kurduk kuralı.

 

Kurmaca aşklar kudurmuş olsa da.

 

Korunaklı mazimizin ve gölgemizin öyküsüne bile hicap yüklemişken…

 

Kurda kuş olmadan gitmenin tam da vakti.

 

Hoşça kalın.

 

 

 


( Gitmenin Tam Da Vakti... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 31.08.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.