Eklem yerlerinde doğurgan iklimlerin, canhıraş sözcükler haykırıyor ismimi.

 

Ellerimin doğası, her sulak arazide yaşlarımın nemine maruz kaldığım bir rivayet babında kıydığım dünlerim.

 

Gaipten gelen kelama banıyorum duyguyu: her kefil olduğum zincire bir yenisini ekliyorum aklımın düş’üşlerinde bir kıyama durduğum gerçeklerin de gerekçesi.

 

Saf tuttuğum hülyaların atar damarında ve pompalanan kirli kanımla yer değiştiren umutlar… bir şiir doğuruyorum ve yeni yetme bir öykü yine iklimsiz göğün rahmetine selam verdiğim ve durduğum her nöbette ben açtığım bayraklarımla muhalif olduğum yeryüzü.

 

Bir kuramı sahipleniyorum belki de duyu ötesi bir minvalde ben reşit olmayı dilediğim özgürlüğün namelerine dokunuyorum bir nota meziyetinde içimdeki her hıçkırık.

 

Hünkârıyım aşkın.

 

Beynamaz sitemlerin piriyim.

 

Affet beni Tanrım.

 

Nereye kadar gideceksem artık belki lal bir alfabenin kayıtsız imleçlerinden biriyim.

 

Belki suyun kenarında öksüz bir nilüfer.

 

Belki bir seferiyim ömrün, cafcaflı söylemlerinde kara kuru kızların nispet yaptığı bir sarı şafak yine minnet vermediğim, doğaüstü güçlerin seferber olduğu illet bir gölgeyim.

 

İçimin ahkâmlarında şiirler kıyıyorum.

 

Kıyılan yüreğim kime zimmetli ise.

 

Kayıp giden yıldızın kuyruğuna da tutunabilsem keşke.

 

Dedim ya: yoksa hala demedim mi?

 

Bir şiir olasım var bu gece ama şiir yazdığımdan değil: şiir gibi gördüğüm her insan ve her izan.

 

Satırlara tutunmak bu/ymuş demek ki.

 

Ben ki en sulu göz tayfasıyım mahremin: ben ki kuru sıkı bir tebessüm çağlarken içimde evrilen bunca duyguda kara kutusunu yüreğin sunuyorum her çatallı sesi iblise yorarken.

 

Şahit melikelerimin eşliğinde… bir melek olasım var bu gece.

 

Kanatlarında şahikanın, yabana atılır da değil hani aşk.

 

Şehit düşmek mümkün olsa keşke her şiire büründüğümde her şairi gözümde büyüttüğümde…

 

Ölmekle kalmak arasında bir ikilem yine maruz kılındığım belki maruzatlarım en asil endam iken hiçsizliğin şaibeli düzeneğinde…

 

Kayıt altına almakla kayıpların şeceresinde hep bir dengesizlik. Zamanı öldürüp aslında ölümümü ısmarladığım gayri Müslim bir coğrafyada ben külliyen yalan, diyenlere rahmet gönderip bir fıtratın bir fıkra nezdinde eğilip bükülmesine de anlam veremezken.

 

Zamanı aklıyorum aklım sıra.

 

Akla zarar her yürek her methiye ve her kabzaya çentikler attığım o göreceli tufan yine savrulduğum dize dize.

 

Zaaflarımın gölgesinde nefsime zuhur eden bir tat adeta yazmayı şevkle istirham eden ilham perime de bir gönderme yaptığım her yasımı katık yapmakla şaibeli bir hayatı görmezden geldiğime de tanık iken evren.

 

Dedim ya… kaygısızım bu gece ve kayıtsız şartsız şerh düşüyorum mevsimi olur olmaz bir sağanak görüp de minnet duyduğum tabiat anaya da en çok soruyu ben sorarken.

 

Unutulmakla unutmak arasında bir mevsim mi ne denk düştüğüm?

 

Göreceli bir methiye sunarken gökyüzü…

 

Şahit tuttuğum kuşlara kuş bakışı bakabilsem keşke oysaki ben telaşımla, acımla hep yürüyorum: onlar ise tepemde uçan alıcı kuşların cenderesine maruz kaldığımın da tek ispatı.

 

Demli mizacımın yokuşlarında; dengi olmayan yüreğimin çıkmazında…

 

Sulu dereye götürüp de kim ise susuz getiren…

 

Zaman tünelinde gidip geldiğime de bakmayın hani. Bakmayın da aklımın gel-gitlerine.

 

Ben öldürücü gücüne maruz kaldım bir kez devranın: sunumunda ihya olan yüreğim onca acı iken beni dertop eden.

 

Bilfiil yargılandığım hangi mahkemede ne zaman ipe gideceğim ki oysaki idamın münferit olmadığı tek gerçek ile kıstas bildiğim de bir hadis adeta sabrın şükrüme eklediği metanet ile dolup taştığım o dere yatağı yine aklımın teyakkuzunda terennümle biriktiren bir yürekten alacaklı olmamın da beyanı ile derliyorum topluyorum her dağıttığımı.

 

Küreden künyeye geçiş yaptığım.

 

Koca yerkürenin en yitik arazıyım, en deli şahikası, en kıvrak notası belki git gide büyümeyi unutup küçüldüğüm gerçeği ile ben hala nasıl oluyor da çocukluğuma nokta koymuyorum.

 

Kızıl saçlarında evrenin; sarı benzinde güneşin ve soğuk yakasında rüzgârların…

 

Gün dönmeden.

 

Yaz geçmeden.

 

Kışa dönük yüzünde içimdeki onca iklim yine devrildiğim bir tabu tıpkı atışını yaptığım her yürek sesinde ben paye verdiğim evrenin orkestrası ne de olsa her kafadan çıkan sese tek kurşun sıkmadan, son kurşunu saklıyorum kendime, ne olur olmaz diye.

 

Sitayişin.

 

Sirayetin.

 

Tüm siteminde göğün ve merhametine sığındığım yüce Yaratanın… ben bir tavus kuşu da değilim hani ama en çok renklere aşığım yine gök kuşağında görmekten bıkmadığım o bitimsiz renk cümbüşü genelde siyahına gecenin hayretle bakıp da mahmur bakışlarımla yeni bir renk olmayı talep ettiğim evrenin.

 

Şiirden şiire geçiş yaptığım.

 

Zemherilerin gölgesinde titrediğim.

 

Bir doğa olayından devasa rahmeti nasiplenip de… belki de iklimsizliğin seferberlik ilan ettiği her zerrem yine beni bana sunan belki de en çok kendimden şikayet ettiğim bunca hülyayı yok sayıp gerçeklere dönük yüzümde hep askıntı hüzün sağanağı gölgemden kayıp düşen bir mizaçmışçasına gecenin çatık kaşı.

 

Zar tutan bir günden geride kalan üç beş sayı.

 

Üç beş duygu ahkâmların örsünde yenik ve çatallı sesinde delişmen fıtratın, buyurgan bir acı…

 

Metanetle göğüs gerdiğim adaletsiz hüküm ve yükümler bazense bezen aşklar cumhuriyeti, bir şekilde hürriyetini paraya peşkeş çeken.

 

İnancı ile doğurgan bir tebessüm ve donatıların eşliğinde, hıçkıran salya sümük feryatları dış sesin müdahil olduğu ve bizatihi öykünen.

 

Nemalandıkça nam saldığımız belki de tam tersi.

 

Sözcükleri öğütüp aslında övündüğümüz duygular.

 

Köhne bir iç çekiş: bingo, deyip de…

 

Seyrelen gün ışığı ne de olsa karanlık odasındayız içimizdeki resimlerin.

 

Dumura uğrayan bir aşka atıfta bulunan özlemin tok sesi ve yeniden devrilen bowling topları.

 

Hür ve bağnaz bir sancı… sevmelerin meali…

 

Aksayan ve öksüren bir dayatma… günden kaçıp hayattan soyutlanıp yine içine girdiğimiz kör nokta.

 

Karanın ilahi sanrısı.

 

Köhne beyitler az sonra’nın hükmünde az evvel, demekle neyi artık ispatlıyorsak görsel mahiyette de değil üstelik sadece göreceli bir tanık iken kaybolan zamanın tutanaklarında bizler hem alıcısı hem de vericisi iken duyguların.

 

Kanayan satırlar ve tek sesli heceler oysaki çok sesliyiz içimizin ahkâmlarında aslında çok eşliyiz söz konusu duygu oldu mu belki de tekil varlıklarımızla çoğul kimlikler olma yolunda istikrarlı adımlar attığımıza dair tek şahit yok iken.

 

Sözcükler kurulup da başköşeye ve reşit bir tümleci düzenek bilip biz iklimler gibi gidip dönüyorsak kendi çevremizde aslında boyutsuzluğumun hükmüne varıp beynamaz nutuklar atıyorsak…

 

Yorgun çok yorgun.

 

Yordayan ama anaç bir bülten de değil iken içimize uzanıp taş bastığımız bağrımızda aslında taştan bir kalp taşıyorsak.

 

Varlığın yıkıcı gücü oysaki var olmakla var etmek doğamızda saklı yine de yiten bir şeyler ve gidip de dönmeyenlere mal ettiğimiz kırgınlıklarımız ve soyut bir resimde somut olan tek şey imzası iken ressamın ve o bile çoktan göç etmişken.

 

Göç mevsiminin ilk günleri.

 

Şiar bildiğimiz hüzünle dolu bir mevsimin başlangıcı aslında hazandan çıkıp yola her mevsimi gerçekten baş tacı bilip hüznün biz hala alacaklı iken evrenden ve çatık kaşlı bir bulut göz kırparken buğusunda selvilerin, ritminde aşkın belki de gölgesinde kuşların hele ki ömrümüz lak lak ile geçerken bariz bir yenilgi ile irkildiğimiz kadar da ürkünç bir figana banıp hüznümüzü, göçebe ruhlarımız ile iklimleri tokuşturduğumuz sıra dışı bir güne de delalet her uzvu yüreğin bilfiil duyguların seyrinde kanıksadığımız ne ise kayıtsızca kabullendiğimiz…

 

 

 

 


( Göç Mevsimi... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 2.09.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.