KÜÇÜK ÇAMLICA’DA ACIMASIZ HAYAT

 

    Bu gün ikindi Namazı için evden çıkarken içimin kıpır kıpır oluşunu neye yoracağımı kestirememiştim. Namaz sonrası Küçük Çamlıca Tepesi’nde gezinti/yürüyüş yapacaktım. Bu normal bir faaliyetti. Haftada üç beş gün yürüdüğümüz olurdu. Mahalle Camimize ikindiye gitmek de rutin işlerimizdendi. Gerçi her ikisi de hayatımıza renk katan güzelliklerin anahtarıydı. Yürüyüş ayakkabım, eşofmanım, güneş gözlüğüm, şapkam hepsi tamamdı. Namazdan sonra komşularla musafaha faslını da eda edip yola düşerken “Güle güle Mahmut Hoca, sağlık sıhhat olsun inşallah, iyi yürümeler…” dua ve dileklerimi de heybeme koymuştum. Yavaş adımlarla, belirli ama eksilmeyen bir tempo ile yürüyüşe başladım. Evden Küçük Çamlıca arası bir buçuk kilometre kadar var. Mevsim sıcaklarını serin tabiatın kucağında hafifletmek, akşam serinliğiyle buluşmak adına gölgeleri de seçe seçe yolu tamamladım. Küçük Çamlıca Tepesinin alt kapısından içeriye dâhil oldum. Kapının hemen solundaki ilk patikadan yukarıya doğru rotamı belirlemiştim ki yüz metre kadar sonra, yokuştan ürkerek sağ yola saptım.  Orası nispeten düz, sık ağaçlı ve insanlarla doluydu.

     Daha girişte beni karşılayan kuş cıvıltıları, çocuk çığrışmaları, top oynayan gençlerin çığlıkları arasında ilerlerken, piknik nevalelerinin kokusu da tabiatın hoş kokuları arasına sızmaya çalışıyordu. Bildiğim kadarıyla Küçük Çamlıca’da 450 kadar çeşit nebat vardı. Her birinin ayrı bir rayihasını hissetmeniz mümkündü. Yol boyunca yaşadığım güzel duygular bu tablo ile başka bir atmosfere bürünmüştü.

     Yol boyunca kâh şiir pususuna yatarak derin duyguları harekete geçirmeye gayret ettim kâh sessizliğin avantajıyla dua vecdine sığınıp kıpır kıpır yüreğime dudaklarımla eşlik ettim. Hatta eşimle yaptığımız yürüyüşlerde mutad olduğu üzere kısa aşirler okumayı da ihmal etmedim.

     Küçük Çamlıca’nın havasına kavuşunca uykudan uyanır gibi, yeni bir hayata merhaba der gibi canlandım. Bir şey dikkatimi çekti. Sıradan bir şey gibiydi ama yerimde mıh gibi çakılı kalakaldım. Bir kedi spor yapıyordu. Öyle basit jimnastik figürleri değildi gördüğüm. Bas baya komando eğitimi yapıyordu. Kısa aralıklarla mekik, şınav, alçak sürünme, kısa sıçrama hareketlerini bütün dikkatiyle sergiliyordu. Durduğum yerden hayranlıkla izledim. Vakti zamanında keyifle yaptığım bu hareketleri izlemekte keyifliydi. Ama kedinin ne zoru var da böyle davranıyor demeye kalmadan durumu fark ettim. Kedinin on metre ilerisinde bir kuş, güvercin mi, karga mı, sığırcık mı tam seçemediğim bir yavrucak yeşil çimenlerin arasından bulduklarıyla karnını doyuruyor. Kediden haberi yok. Can derdinde değil, boğaz derdinde… Öylesine saf, öylesine masum çalımlarla gagalıyor çimeni. Yerimden izlemeye devam ettim. Tam pasif seyirci modundayım. Kedi yeni bir sürünme hamlesiyle biraz daha yaklaştı. O zaman da fark ettim ki kedi son derece kurnaz ve kötü niyetli. Hareketlerine öyle bir zaman dilimi ayarlıyor ki kuşcağız başını çime gömüp sırtını düşmanına döndüğü anda, düşman hareket ediyor. Bir saniyede beş pati hareketiyle sürünüveriyor. İki saniyede üç metreyi bitiriyor. Kuş benim kadar saf, senin kadar kaygısız, bizim kadar iyi niyetli. Etrafına öylesine güveniyor ki…

     Önceleri mesafeye güvenip “kapamaz” diyordum içimden. Epeyce bir mesafe var. Kuşcağız birkaç gaga daha sallasa doyup havalanır ve kurtulur diye düşündüm. Mesafe azalıverdi. Bu defa yaklaşan tehlikeyi hissedip şimdi başını kaldırır, duygusuna sarıldım. Ama zavallı ne benim duygularımdan, ne de yaklaşan düşmanından haberdar değildi. Kedi yere yapıştı sanki. Kalkmayacakmış gibi dümdüz oldu. Sanki niyetinden vazgeçti ve orada şöyle bir yuvarlanıp dönecek gibi davrandı. Kuşcağız bu avansı da pas geçti. O yemlenmekten mutlu, iki lokma daha tıkınmaktan keyifliydi ve orası onun evi Küçük Çamlıca’ydı. İnsan kendini evinde güvende hissetmez mi? Vatanında güvenli ve hür yaşamaz mıydı?

     Bense nefesimi tutmuş çaresizliğimin, merakımın ve heyecanımın esiri olmuştum. Yine de umudum kedi kuşu kapamaz noktasında dirençliydi. Sen misin böyle düşünen diyen kedi, sırf beni mağlup etmek için bir anda saldırdı. Öyle bir saldırıştı ki bu, sesten de ışıktan da hızlıydı. Gözlerimi kapamış, kulaklarımı iyice açmıştım ki bir “pııırrr” sesi duyar mıyım diye. Derin bir sessizlik oldu iki üç saniye… Bana beş dakika kadar sessizlik oldu gibi geldi. Gözlerimi açtığımda kuş kedinin ağzında, kedi bana bakıyor ve kuyruğu dimdik havada… Eyvah dedim içimden. Yüreğim cız etti…

   Küçük Çamlıca semalarında kıyamet koptu o an. Tüm kuşlar, her bir çeşidi, kargasından papağanına kadar hepsi hepsi çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Kedinin peşinden hışımla uçtular. Kedi bütün gücünü ayaklarına yükledi ve hızla ağaçların arasından kayboldu. Kuş çığlıkları devam ettikçe etti. Ben mi?…

     Kuşun, kedinin ve benim durumumu bilenlerden, ehillerden, yetkililerden sormak lazım caizlik yönünden. Fetva makamındakilere, hayvanseverlere, usta avcı Hasan Keçeci’ye ve bana sormak lazım.

     Yanınızdayım diye gözümün içine bakarak bana soruyorsunuz değil mi?

İçim acıyor. Boğazım yanıyor. Bir hoşum şu an. Tek tesellim, rızıkları veren var, adilce dağıtan var. Ben bu işe karışmasam iyi olacak. Küçük Çamlıca’da pasif kalmam, karışmamam canımı acıtıyor ama.

     Bu bana yetti.

 

Mahmut TOPBAŞLI

 

Not: Nüktedan Dergisi’nde yeni bir hikayeci doğuyor. Bekir Tuncer ve Faruk kardeşlerime ayrıca selamlar…

    

( Küçük Çamlıca’da Acımasız Hayat başlıklı yazı GÜNBEYLİ tarafından 2.09.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.