Öncesine saklandı günce…
Öncesizliğin gücüne yenik düştü:
Azabın satırlarında fışkıran
Hayat tomurcuğuna da sahip
Öykündüğü minvalde;
Dokunsalar ağlayacaktı, demenin de
meali adeta
Her yüzsüz şiir:
Bilfiil iştigal şeceresinde
Kâh varlığın kâh gizemin
Ufkuna yanık belki yenik
Bir tat:
Asaletine de düşkün aşkın,
Arşı alaya çıkan umudun
Kayıp titrinde.
Hep mi hüzün
Kanat açan
Dehşetengiz öznelerde?
Savruk edimlere bir gönderme
Şahı ömrün;
Şah damarından yakın mı da yoksa
ölüm?
Göğün sıfatında boğucu imgeler;
Kayıtsız meşreplerin yüzünde
Pembeden bozma bir kelam
Sırların dününe yanık
Bir dermana dönük
Derdin utkunda
Sayısız meltem.
Deli dolu fıtratın serzenişe
Kulan kabartan bir manifesto
Ölümsüz olmasını dilediğin
Hangi mecburiyet ise
Beşerin hayatı tavafı.
Görücü bir dize
Göstermelik bir aşk olmasa da
Tepinen ayak sesinde
Devşiren cinnetinde benliğin:
Yarı saydam tabakası gözlerin
Dalsa bile derinlere
Şahit tutulası ruhun
Efkârı çöker şehrin üstüne.
Ne azap ne tezat!
Ne yalan ne de mubah!
Soytarı şiirin sazlığında
Ava çıkan şairin elinde
Diri bir heyecan:
Dünü mimleyip
An’ı öldürüp
Yarından uzak hazan olsa keşke,
Diyebilmek bile inkârı Eylül’ün.