Sıcaklar insanı kavururken dünlerde
sanki cehennemi yaşarken, şimdi Eylül ayında serin hava ile cenneti yaşıyordu. İnsanoğlu
sıcaktan bunalır şikâyet eder, soğuk havada dondum diyerek yine şikâyet eder.
Elden ne gelir hayat bu bir şekilde adapte olarak yaşamak ve şikâyet ederek,
hiç memnun olmadan yaşamak zorundayım dedi kendi kendine balkonda otururken,
esen rüzgârın etkisiyle dondum diyerek içeriye kaçarken… Hayatın bize verdiği
yeteneklerle yaşadığımızı bizler unuturken, hala şikâyet ediyoruz diyerekten
kendi kendine küfürler savurmaya başladı. Hayat bize zorda olsa yaşamamız için nefes
olurken, bu beklenmedik olgu harika sunumuyla yol açtığı güzellikleri görmezden
gelmesine bir anlamda veremedi. Hayat bize her an bir devrimi gerçekleştirecek
cesareti verir iken, bizler hala cesaret etmeden bir parça mutlu olmadan, bir
çukurun içine düşmüş gibi sefil ve çaresiz kalmış gibi yaşıyoruz dedi.
Bir anda bu düşünce ve
sıkıntılarından sıyrılarak kapıyı açarak, kendini dışarıya attı. Saatlerce
yürüdü. Her zaman kendine garip ve yabancı gelen ve her fırsatta şikâyet ettiği
hayat, şimdi daha güzel görünüyordu. Sanki kendisi değil hayat kendisine
sunulan bir cevher hatta piyangodan çıkmış ikramiye gibi güzel ve sevinç
doluydu. Daha biraz önce patlayarak sıkılan bir bomba gibi iken, şimdi denizde
sakin yüzen bir kuğu gibi sakin ve denizde yüzen bir balık kadar mutluydu. Her
zaman sıkıntılar içinde zamanı anlamaya çalışırken birden, zamanın zaten
kendisini anlattığını anladı, şaşırdı gülümsedi. Zaman hayatla bize kendi
öykümüzü anlatırken duymamaya çalışır, biz kendimiz hayata zamana
gerçekleşmeyecek öyküler anlatarak, bizi duymayan zamana öyküler anlatmakla
zamanı hayatımızı zehir etmekle geçiriyoruz dedi. Farkına varmanın heyecanı
neşesiyle havalara zıplayarak seksek oynayarak kaldırımları atlayarak yoluna devam
etti.
Karşı kahvede kendisi gibi derin
düşünce ve sıkıntıya dalmış olan arkadaşı Süleyman’ı görünce yanına vardı.
-Selamun aleyküm Süleyman arkadaşım,
bu ne sıkıntı hüzün Karadeniz de dünyan mı battı?
Süleyman derin sıkıntılı dünyasında
irkilererek uyandı. Karşısında arkadaşı Ramazan’ı görünce gülümsedi.
-Ne olacak Ramazan’ım dünyanın
kederi sıkıntısı işte. Doluya koyuyorum dolmuyor, boşa aktarıyorum olmuyor.
- Süleyman dert ettiğin şeye bak…
Süleyman şaşırdı.
-Senin kafana saksımı düştü? Sen
böyle pozitif değildin ne oldu?
-Zaman hayat dünya başıma düştü,
ayıktım Süleyman’ım… Bırak derdi kederi, uğraşma doluya doldurmayı boş olanı
doldurmayı, kendini farklı birisi olarak hissetme bak etrafına, herkesin bir
derdi sıkıntısı var. Hayatın zamanın kişisel tecrübesi ne söylüyor onu bir
dinle.
-Süleyman sen neler söylüyorsun? Bir
yaşıma daha girdim, garson bize iki demli çay.
-Arkadaşım, hayat zaman bize
sabırlı olmamızı söylüyor bu ne acele sıkıntılar birden bitmez zamanla sabırla
biter bak kulağımıza fısıldıyor zaten, duymaya çalış, sen nasihat verme benim gibi…
Hepimiz zamanla hayatla aynı yöne doğru ölüme doğru yürüyoruz, sıkıntı yok,
söyle derdini çare bulalım.
Şaşırdı.
-Dert ve çare senin ağzında sen
diyorsun?
-Evett…
-Farz edelim ki bende sana çare
olacak derman var ve ben yıllardır saklıyorum bunu, sence bana ne faydası olacak?
Mutsuzluk stres ve acı, sen acı çekerken bende çekeceğim, sen mutlu olursan
bende olacağım, bak hayat ve zaman kulağıma bunları fısıldıyor.
-Oğlum sen kafayı yedin desem, bu
sözlerin yüreğimi serinletti, deli desem bunlar deli sözleri değil, ne oldu senin
içine başka birisimi kaçtı?
-Aynı yolda beraber yürürken ben
kaçmaya çalıştığım için kendimi yaban ortamlarda saklarken, senden hayattan
zamandan ayrı kaldım, şimdi bunun farkına vardım. Bilinecek şeyleri öğrenmek
yerine, bilinmemesi yaşanılmaması gerekenleri öğrenme peşinde koşarken cahil
kaldım diyelim.
-İşte şimdi beş yaşıma daha girdim!
Sen ilişikler konusunda bir anda nasıl bu kadar samimi yaklaşımlarda bulunmak
için, harekete geçtin merak ediyorum.
-Bir önemi var mı? Önemli olan
harekete geçmek değil mi?
-Hayat tarzın tam bir yalnızlık içindeyken,
böylesine ciddi yaklaşımlarla samimi olman gerçekten beni şaşırttı, bak bende
sen gelmeden önce kara kara düşünürken, şimdi içime bir ferahlık huzur geldi,
seni böylesine aydınlık fikirler içinde görürken, sanki bende aydınlandım.
-Bak, hayatla zamanın fısıltılarını
duymaya başladın. Hayat bize dokunurken, bizlerinde gülümseyerek karşımızdaki
insanlara dokunmamızı istiyor. Seni kederlendiren, burada üzgün sıkıntı içinde
oturtarak somurtan neydi?
-Şey aslında, nasıl ifade edeceğimi
söyleyeceğimi bilmiyorum, senden bu güzelliği gördükten sonra, sanki biraz
önceki halim, sefil bir haldi diyebilirim. Ne olacak geçim derdi çocukların
geleceği…
-Dert ettiğin şeye bak, hayatla
zamana bırak sıkıntıya düşersen ben sana maddi konuda yardımcı olurum.
-Sen ve maddi konuda! Yıldır
arkadaşız dostuz senden ilk defa!
-Mirim her şeyin bir ilki vardır.
Hayat bize kalemle sabırlı olmamızı yazarken bize, biz mütemadiyen silerek
”bana ne ben sabırlı olmam “ diyerek üzerini karalayarak, bunları yazıyoruz.
Hayat sorularımıza cevap iken, biz hayata soru soruyoruz yaşamak var iken…
Haberdar ol diyor hayat ve zaman ömür bitiyor, bir insanı mutlu et mutlu ol
diyor, duyan yok hisseden yok.
-Bravo seni tebrikler ederim bir
anda filozof oldun.
-Hiç alakası yok.
-Nasıl alakası yok, bir anda devrim
yaptın hayatıma ve hayatına farkında değil misin?
-Abartıyorsun.
Kahvede oturanlar bu şaşırtıcı
muhabbeti can kulağıyla dinlerken şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı.
-Dün kuşkucu sıkıntılı bakışlarıyla
can sıkan Ramazan sanki bildiğimiz Ramazan değil.
-Haklısın sanki kafasına saksı
düşmüş!
Süleyman söze girdi.
-Arkadaşlar başıma zamanla hayat düştü,
onlar beni rahatlatırken ben onları sıktım sıkıldım değiştim can sıkıcı oldum
ama şimdi, haydi arkadaşlar her ayın 10’nunda tüm alışverişleriniz benden, tüm
sıkıntıda olan arkadaşlara komşulara söyleyin, biriktirdiğim yatırımlar batacak
diye uykusuz yatmaktan usandım, şimdi insan yatırım yaparak kazanacağım.
Mehmet Aluç