Minik dalgaların çıkardığı sesler hiçbir zaman hissetmediğim bir duyguya sebebiyet veriyordu. Huzur muydu bu hissettiğim? Ya da dinginliğin verdiği o tarifsiz haz? Ama dinginlik olamazdı. Kendi canıma kıymama dakikalar kalmışken, şu acımasız, içi boş, herkesin yalan söylediği dünyadan ayrılmama dakikalar kalmışken hissettiğim tek şey dinginlik olamazdı. Bu kadar da ruhsuz bir insan değildim çünkü. Belki de… Belki de öyleydim ama ben kabullenmiyordum. Hatta bu kadar ruhsuz ve duygusuz olduğum için sevdiğim kim varsa gitmişti. O da gitmişti…

            Acı gerçeğin yüzüme bir tokat gibi çarpmasıyla sarı elbisemin eteklerini topladım ve arkama aldığım soğuk rüzgar eşliğinde denize ilk adımımı attım. Son günümde güzel görünmek istemiştim. Özgürlüğü bana göre en güzel temsil eden renk sarı ile bir nebze olsun bu çivisi çıkmış dünyada hoş durmak istemiştim. İşte güzel olduğum bugünde birazdan layığıma kavuşacaktım. Deniz, denizine kavuşuyordu… Artık esaret bitiyordu. Beni sıkıştırdıkları şu kara parçasından kurtuluyordum. Su seviyesi dizlerime geldiğinde hafifçe ürperdim. En azından hala bir insanın gösterebileceği birkaç tepkiyi sergiliyordum ama bu beni geri çeviremezdi. Rüzgarın şiddetini arttırmasıyla hafif bir tebessüm oluştu yüzümde. Rüzgar bana özgür hissettirirdi her zaman. Rüzgarın verdiği özgürlük hissiyatıyla hedefe daha hızlı ilerlemek istiyordum. Birazdan bütün acılarımın son bulacağı düşüncesi içimde tarifi güç hislere sebep oluyordu. Az sonra her şey ama her şey bitecekti… Su seviyesi karnımın üstüne çıktığında vücudumun kasıldığını hissettim. Su gerçekten de soğuktu. Peki ben duracak mıydım? Hayır… Dişlerim birbirine çarparken güç bela yürümemi sağlayan ayaklarım artık altlarındaki yumuşak kumu hissetmiyorlardı.

İlerlemeye devam edecek iken duyduğum seslerle şaşkına döndüm. Çevreme bakındığımda kimse yoktu. Gözlerimi kırpıştırdım. Şu an burada kimsenin olmasını istemiyordum. Çünkü o zaman denizime kavuşmama engel olurlardı. Su boynuma çarpmaya başladığında ve uzuvlarımı hissedemez hale geldiğimde dayanamadım ve kendimi suyun içine soktum. İşte yolun sonu buydu… Deniz denizine sonunda kavuşuyordu. Bir süre sonra zorlanmaya başladım. Ciğerlerim cayır cayır yanıyordu artık. Bu kadar zor olduğunu bilmiyordum. O sırada karşımda gördüğüm insan silueti ile afalladım. Kimdi bu?Elimi  uzattığımda dağılıyor ardından geri birleşiyordu.

“Gerçekten tek çıkış yolunu bu mu ?” dedi sesindeki netlikle.

Sözcükler ağzından çok keskin çıkıyordu. “Neyi?” diye mırıldandım. “Deniz denizine kavuşuyor. Hah!” dedi her bir tınısından alay akan sesiyle. Tam cevap verecektim ki hızla konuşmaya devam etti.

“Gerçekten de yapabileceğinin en iyisi bu mu?Senin yerinde olsam yapacağım bu saçma şeye daha mantıklı bir bahane bulurdum.” Kaşlarımı çattım. Nasıl bir hayatım olduğu hakkında en ufak bir fikri var mıydı? Kimdi ki benimle böyle konuşabiliyordu?

“Benim neler yaşadığımdan haberin var mı ki böyle konuşuyorsun?” dedim düşüncelerimi dışa vurmak istercesine. “Senin hakkında her şeyi biliyorum. Çünkü ben senim. Ama sen ben değilsin.”

“Ne demeye çalışıyorsun sen?” diye mırıldandım. “Şu kısa zamanda benim kim olduğum hakkında değil senin verdiğin bu karardan bahsetmek daha akıllıca olur.” dedi başlangıçtaki o keskin sesiyle.

“Neden?” dedim ben de alaylı sesimle.

Yaptığım şey de hiçbir sıkıntı yoktu bence. Çünkü ben bu yükü kaldıracak gücü kendimde bulamıyordum. Hayat bu kadar zor ve ağırken ben bunu daha fazla omuzlarımda taşıyamazdım. “Yaptığım da hiçbir saçmalık yok. Hayat denen yokuş çok çok dik ve ben bu yokuşu normalde güç çıkarken sırtıma yüklenen bu ağır yükle iyice çıkamaz oldum. Ne yapabilirim şimdi ben bu durumda? Söylesene?” dedim içimdeki öfke patlamasının dışa vurumu olarak.

Yüzünü göremesem de sesindeki tınıdan çıkardığım küçümseyici tebessümle “Hayat bir yokuş ya da aşılması gereken bir tepe değildir. Neden biliyor musun? Şayet öyle olsaydı çok kolay olurdu. Hem de senin dediğinin aksine. Çünkü yapman gereken tek şey doğru ekipmanlarla tırmanmak olurdu. Hayat üzerinde her türlü engel olan sonu hiçbir zaman gözükmeyen bir yoldur. Çünkü bu yolun üzerinde kimi zaman çıkılacak tepeler ya da yokuşlar, kimi zaman doldurulması gereken çukurlar, atlanması gereken hendekler ve her mahlukun aklına gelebilecek kadar engel mevcuttur.” dedi.

Kaşlarımı kaldırarak “O zaman daha zor olurdu. Şu an beni haklı çıkardığının farkında mısın?” dedim dediğine anlam veremeyen bir halde.

“Ama!” dedi sesini yükselterek ve devam etti. “Bu yol herkesin ama herkesin aşabileceği zorluktadır. Çünkü herkesin hayat yolu da kendine hastır. Ama bunu zorlaştıran sizlersiniz. Siz istiyorsunuz ki bu yolda hiçbir engel olmasın. Söyler misin bana her şey yolunda gitseydi bir süre sonrada bundan sıkılmayacak mıydınız? Ben cevap vereyim; sıkılacaktınız. Ve bu engelleri gözünüzde büyüten hepsini aşılmaz bir hale getirende sizlersiniz. İncir çekirdeğini doldurmayacak meseleleri kompleks düşüncelerinizle ne hale getirdiğinizin farkında mısın? Ondan sonra da “Ben bu engelleri aşamam. Hayat çok zor.” diyorsunuz.”

Birkaç kere ağzımı açtım ama diyecek bir şey bulamadım. Haklı sayılırdı ama benim meselem söylediği gibi küçük değildi. “Başıma ne geldiğini biliyormuşsun ya. Hadi söylesene benim başıma gelen kolay bir şey mi?”

“Evet.” dedi kuru bir sesle. Demek yine başa dönecektik. “Hayır! Hiçte basit bir şey değil.” dedim yavaş yavaş sinirlenmeye başlarken.

“Ne demek basit değil? Sevdiğin birinin seni terk etmesini ,kusura bakma , ama ben basit bir şey olarak görüyorum. Çünkü daha 2 ay bile olmadı belli bir ilişkiye başlayalı değil mi?” Aklıma yine o ve anılarımız gelirken artık bu çilenin ne zaman biteceğini sorgulamaya başlamıştım. “Ama ben onu sevmiştim…” diye mırıldanabildim sadece.

“Onu da biliyorum ama sevgi yüce bir duygudur sadece hak edene verilebilir. Demek ki sen sevgini hak etmeyen birine verdin. Üstelik olayın üstünden 3 ay geçmesine rağmen sen hala ilk gündeki gibisin. Neden?  Sen onu unutmaya çalışmak ve yeni bir hayata başlamak yerine sürekli kendine acı çektirmeyi yeğledin. Sürekli onu ve olmayan anılarınızı düşündün. Karşına çıkan küçük bir engeli sen kocaman yaptın. Sonra da “Aşamıyorum zaten.” deyip olduğun yerde durdun. Burada da suç senin…”

Daha devam edecekken sözünü kestim ve tüm gücümle bağırdım. “Neden? Neden her şeyin suçlusu benim?” Ağzından bir “Hah!” sesi çıktıktan sonra konuşmaya başladı. “Onu daha önceden de tanıyordun değil mi?” Başımla onaylamakla yetindim sadece.

“Ve onun kimseyi gerçekten sevmediğini ve de daha önceden de başka kişileri hemen terk ettiğini biliyordun. O zaman söylesene neden onunla sevgili oldun? Çünkü o sırada mantığını bile isteye devre dışı bıraktın. O an sadece duygularınla hareket etmek istedin çünkü sadece kısa bir süreliğine mutlu olacaktın. Sizin diğer bir probleminiz de bu. İnsanların dünya üzerinde o kadar çok acı ve gerçek olan dertleri varken sizin böyle saçma sapan nedenler için ağlamanız ya da moralinizibozmanızbana o kadar gereksiz geliyor ki anlatamam. Neymiş efendim 1 aydır çıktığın çocuk senden ayrılmış. Bir kere siz zaten ayın sonunda ayrıldıysanız birbirinizi hiç sevmemişsiniz demektir. Ya da bir kişi sevmemiş demektir. Sen neden seni sevmeyen biri için sadece bir kez yaşayabilme şansın olan bu yaşamı çöpe atıyorsun? Aslında sadece bu da değil. Diğer saçma meseleler içinde bu geçerli. Hayat kısa ve tekrar ediyorum; herkesin aşabileceği zorlukta. Ama siz gereksiz her türlü konu için o kadar çok moralinizi bozuyorsunuz ki. Bir bakmışsın küçük dediğin her engel aşılmaz olmuş. Siz de çareyi ya senin gibi hayatına son verme de buluyorsunuz ya da nefes aldığınız her saniye hiçbir şeyden keyif almıyorsunuz. Sadece sizin keyif almamanız değil mesele, size değer verenleri de üzüyorsunuz. Halbuki yaşam dediğimiz kavramın her saniyesini iyi geçirmek lazım. Çünkü biz bu şansı bir kere elde ediyoruz. Bu bizim tek şansımız ve sonuna kadar hak ettiği şekilde yaşamak lazım. Fakat siz onun yerine "Vah vah, tüh tüh." demeyi tercih ediyorsunuz ve bundan bile isteye keyif alıyorsunuz. Moralinizin bozuk olduğunu görmek sizi endişelendireceğine keyif veriyor. Çünkü hayatı kompleks hale getirmek siz de alışkanlık olmuş.” dedi ve durdu.

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Dilim lal olmuştu sanki. Çünkü gerçekten haklıydı. Şu an buradan çıkma isteğinin içime kök saldığını hissediyor gibiydim ama emin de olamıyordum.

“Bu! Bu kadar basit işte sizin probleminiz. Halbuki küçücük şeylerden bile mutlu olmasını bilseniz ya da karşınıza bir engel çıktığında nasıl aşabileceğinizi düşünmek yerine oturup ağlamasanız her şey hallolacak. Bunları bile yapamayacak kadar da beceriksiz görüyorsan kendini başka bir problem grubu olan çok ciddi dertleri ve problemleri olan kişilerin yaşadıkları acılar üstünden keyif alan, onların o halini izlemekten eğlenen insanlar gibi davran. Sonuçta 21. Yüzyıl insanının en büyük yeteneği taklit yapmak değil mi?” dedi ve en sonunda sustu.

Gerçekten de diyecek bir şey bulamıyorum ve kendimi suçlu hissediyordum. Şu an “Doğru söze ne denir.” deyimini birebir yaşıyor gibiydim. “Bir şey desene. Ne oldu suçlu olduğunu mu anladın?”

“Ben… Ben diyecek bir şey bulamıyorum. Çünkü sen haklısın. Ben bir şeyleri fazla büyüttüm ve hayatımı şöyle bir gözden geçiriyorum da ne kadar çok hata yaptığımı fark ediyorum. Her şeye kırılmışım, her şeyde yıkılmışım, aşılamaz denen engeller yaratmışım, problemi çözmek yerine problem yaratmışım, elimdeki tek şansı kullanmasını bilememişim…” dedim sonlara doğru sesim düşerken.

Elimi tekrar ona uzatacakken bir anda denizin maviliği içinde kayboldu. Hayır, ona sormam gereken bir soru daha varken gidemezdi. “Peki! Peki bana bir şans daha verilebilir mi? Bu sefer gerçekten de şansımı hak ettiği gibi değerlendireceğim. Gerçekten!” diye bağırdım var gücümle. “Herkesin tek şansı olur demiştim Deniz ve üzgünüm sen bu şansı kaybettin. Şunu da bil ki ben senden ayrı ya da senin daha üstün değildim. Ben senin sürekli susturduğundimağının sadece bir kısmının ta kendisiydim.” dedi ve sustu. Sanırım bu onun son sözleriydi.

Hayır bu kadar farkındalık kazanmışken ölmek istemiyordum. Aklım bana bu kadar yol göstermişken ölmek istemiyordum. Yaşamıma kaldığım yerden devam etmek istiyordum. Yüzeye ulaşmaya çalışmak istiyordum ama sadece isteyebiliyordum. Kendimde hiçbir güç kırıntısı hissetmiyordum. Ama ölmek de istemiyordum. Ben gerçekten ölm...
( Tek Şans başlıklı yazı BSK tarafından 12.09.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.