Hayat çok garip! İnsanı bazen koca bir otobanda koşturuyor; bazen incecik bir ipin üstünde, sağa sola yalpalama hakkı tanımadan yürümek zorunda bırakıyor. İşin garibi dış dünyanın bu merhameti ve acımasızlığı insanın iç dünyasında da aynen işliyor. İç ve dış dünyalar sürekli birbirini tetikleyerek, besleyerek, etkisizleştirerek iletişim halindeler. Zihnimizde oluşan düşünceler dış dünyayı şekillendirirken, dış dünyada meydana gelen olaylar düşüncelerimize yön veriyor.

Sanırım insan için iç ve dış dünyasını dengelemekten başka çare yok. Efendimizin çok güzel bir hadisi var bu konu hakkında. Eskiden defaaten okumuş olmama rağmen idrakine varamamış olduğum, yeni yeni kıymetlendirme yeterliliği kazandığım bu hadis mealen şu şekilde: Hiç ölmeyecekmiş bu dünya için, hemen ölecekmiş gibi ahiret için çalışınız. Mana gerçekten çok derin. İnsanın huzur bulabilmesi için dini hayatında, aile hayatında, sosyal hayatında muhtaç olduğu denge prensibini bu denli net ortaya koyan başka bir söz yoktur sanırım.

Ben özellikle bu hadisten hareketle; konuşmamızdan susmamıza, düşüncelerimizden davranışlarımıza, inançlarımızdan inançsızlığımıza kadar bir denge içinde olmamız gerektiği kanısına vardım. Haddinden fazla sevmek, haddinden fazla nefret etmek, haddinden fazla alıngan olmak, haddinden fazla düşünmek, haddinden fazla davranmak, haddinden fazla duygulanmak... Daha bir sürü şey. Bunların her biri önce kendi nezdimizde, sonra toplum nezdinde itibar kaybettiyor bize. Tadında bırakmak deyimi de bu haddin aşılmasından türemiş olmalı.

Ben hayatı bir otomobile benzetiyorum. Dört tekerden her biri şu dört insani hususiyete tekabül ediyor: Düşünmek, hissetmek, inanmak ve eyleme geçmek. Tekerlerden birinin patlaması otomobilin er geç yolda kalmasına neden olur. İnsan için de durum böyle. İnsan düşünmüyor; sadece hissediyor, inanıyor ve eyleme geçiyorsa; aldığı sonuç harcadığı eforu karşılamayabiliyor. Düşünüyor, hissediyor fakat zihninde gerekli inancı oluşturamıyorsa zaten eyleme geçemiyor, düşüncenin içinde boğulup gidiyor. Sonuç alabilmek, başarabilmek, sorunların üstesinden gelebilmek için bu dört hususiyetin dengeli bir şekilde, dozunda, yerinde ve zamanında, birbirine sindirerek kullanılması büyük önem arz ediyor. Süreç dahilinde irade, azim ve aşkla desteklenmeleri de lazım tabii.

Düşünmek, hissetmek, inanmak ve eyleme geçmek; bunları birbiri içine sindirerek bunu yapmak da pek kolay iş değil. Eğer çocukluğunuzda bu alışkanlıklar pozitif yönde size kazandırılmamışsa sonradan kazanmanız zor ama imkansız değil. Denge prensibi öğrenilebilir bir kavram. Düşünceleriniz, duygularınız, inançlarınız, konuşmalarınız ve davranışlarınız siz arzu ettikten sonra değiştirilebilir. İsterseniz, ama samimi bir şekilde isterseniz dozunda kullanmayı başaramadığınız her alışkanlığınızdan kurtulabilir, hayatı dengeli bir şekilde yaşayabilirsiniz. Yapmanız gereken kendinizin farkına varmak ve öğrenmeyi öğrenmek. Aşırıya kaçmamak kaydı ile kendinizi eleştirmeye başlarsanız ilk adımı atmış olursunuz. Okuyup araştırdıkça gerisi kendiliğinden gelecektir. Kişisel gelişim ve psikoloji kitapları, tasavvufi eserler, mistik Uzakdoğu öğretileri bu konuda size yardımcı olabilir.

Aslında olumlu/olumsuz yaşadığımız herşey, dış dünyanın etkileri olsa da büyük ölçüde iç dünyamızın/zihnimizin/düşüncelerimizin ürünü. Mevlananın güzel bir tespiti var: Sen düşünceden ibaretsin, geriye kalan et ve kemiktir. Gerçekten de öyle. Her gün, her an zihnimizin içindeki dünyada yaşıyoruz ve onu keşfetmemiz çok önemli. Çocukluğumuzda ebeynlerimizden bize sirayet eden alışkanlıklar, yetmiş yaşına gelsek bile iç ve dış dünyamızı şekillendirebiliyor. İlerde kazandığımız alışkanlıklarla anne babamızdan bize sirayet edenler birleşerek kişiliğimizi oluşturuyor. Bana kalırsa bu yönüyle kişilik alışkanlıkların toplamıdır.

Yaratılmış herşey insan içindir. Dağ, taş, ova, orman hayvanlar, bitkiler, sebzeler, meyveler... Sonra sevgi, aşk, cesaret, sevinç, huzur, hürriyet, korku, kaygı, pişmanlık, esaret, korkaklık, nefret, öfke, alınganlık... Herşey insan için. Her birinin insan için önemi büyüktür ve yerine, zamanına göre kazandıracakları vardır. Mühim olan bunların olumlu olanlarına sarılıp olumsuzları reddetmek değil; yerinde ve zamanında, doğru kişiye/eşyaya yönelik yeterli dozda, aşırıya kaçmadan kullanabilmek, kantarın topuzunu kaçırmadan yaşayabilmek. Zira her halükarda insan dengeye muhtaç bir varlık.
( Denge Prensibi Ve İnsan başlıklı yazı Silüet tarafından 21.09.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.