Öykündüğüm hiçbir ihtimal yok.
Satırların gazabına uğramakla eş zamanlı bir ölüm, mevsim kabuk değiştirirken
ve ben aşka maya çalarken hüzün ırmaklarında.
Kaba saba adamlar görüyorum ve
entarisi yırtık kadınlar sonra çocukların saçlarını ören öğretmen mizacımla,
yeknesak bir gülüş ısmarlıyorum sevginin Tanrısına.
Muhatabım sadece O.
Sevgiye meyyal tümceleri yine O’na
ısmarlıyorum.
Kulluğum bir şifreye delalet.
Aşkım yok aşındığım gerçek âşık
olduğum sadece hayatın görünmeyen yüzü.
Kimliksiz geçen yıllarımın ardından
peşine takıldığım bulutvari iklimler ve garip bir skala içimdeki büyüteçle
içimin ikramları ile muhatap olduğum.
Sisin revnak hüznü zaten kelam pek
bir kibirli bazen tozutan aklımın himayesinde ölü sevici imgeler görüyorum ve
arkama bakmadan kaçıyorum.
Endamlı suret; aşka kıyan ne çok
insan ve insanlığımı doya doya yaşama isteğim. Sevgimle bütünleştiğim; zamanla
delinmeye yüz tutan zırhım. Belli ki; aklımı peynir ekmekle yedim ve yanında
kocaman bir semaver içimdeki çayı demleyip içimdeki aşkla buluşturduğum gece ve
dolmamış miadım…
Azımsanacak kadar değil hani
hayallerim ve limanları olmayan şehirlerden kaçtığım bastı bacak boyumla
çocukluğuma ait olduğumu haykıran evimizin duvarları.
Zaman denen sarkaç ve körüklü saati
rahmetli babamın.
Eşantiyon olmayan bir neşe
mütemadiyen bastırdığım hıçkırıklarım ve hala örüyorum.
Saçlarını örüyorum kaderin sonramı
teyellediğim yakasında öksüz hırkamın, düşmanca bir yırtık peyda oluyor:
uykundandır, dediğim her rüya aslında hayra yorduğum sonra da unuttuğum…
Tırmıklanan göğsü yazılarımın ve ben
pergelle merkez tayin ediyorum öylesine bir duyguyu: aklım takılı; yüreğim
mimli ve şehla bakışlarında göğün yine Tanrı ile buluşuyorum.
Saflığım.
Hezeyanlarım.
Mütereddit çehrem; gülümseyen
gözlerim; çapaksız oyuncaklarım aslında küf kokan eski bir evin bana savurduğu
lanetler.
Aşka tutunduğum ama âşık olamadığım.
Sevdiğim ama sevilmeyi talep
etmediğim.
Ah’larımla kesişen vızıltılarım ve
bana çemkiren boyalı kadınlar. Hep boyalı yüzler ve saçlar gök kuşağı.
Tararken saçlarımı buklelerime sızmış
beyazları çağırıyorum en fevri sesimle aslında bin bir naza büründüğüm
sevdiklerimle hasbıhal ediyorum.
Yüreğin şahikası: iklimsiz göçmen
kuşlar.
Kul köle olmadığım cihan ve yorgun
mizacımı yok sayıp masa başına oturduğum.
Kımıltılar mevcut. Mümkün.
Yanılsadığım kadar yankısı olmayan
şiirlere gebeyim ve asla inkâr etmediğim o saf yanım.
Aklıma mukayyet olduğum için
şükrediyorum sonrası meçhul.
İçimin şebekesinde sular kesik madem
ağlamayı başka zamana bırakmalıyım.
Hala örüyorum saçlarını gizemli kız
çocuğunun ve öpüyorum usulca saçlarından.
Görünmezliğimin beyitlerinde tozlu
aksanları var yabancıların. Ne çok yabancı: anadan üryan bir şiire düşmeli
yolum ve Pişekar bir imge bulup noktayı koymalıyım… ne gam, ne yalan ne de
metazori.
Aklımın ırmaklarında yıkıyorum
vicdanımı. Daha çok sevmeliyim… diyorum da sevebileceğim insanları arayışım
sonlanmıyor ve eklenen acılarım ve nice hayal kırıklığı.
İçimin öfkesinden bir şehir
kurabilirim ve her şiirimi de atarım meskensiz bu şehre.
Şehit düşmeyi dilediğim bir savaşı
düşünüyorum: ya geçmişte yaşamışlığım ama gelecekte sadece kendimle savaşımda
şehit düştüğüm bir ülkü.
Mihrabını ruhumun ve göğsümün
çatısında akça pakça kuşlar.
Miladım devinirken ve ben aşka sarılırken…
densizin biri soruyor:
‘’Var mı bir sevdiğin?’’
Babam giriyor rüyalarıma ve o da
sorguluyor:
‘’Okuldan sonra eve gelme süren
sadece beş dakika.’’
Sorguluyorum mütemadiyen ve babamın
ruhu nöbete duruyor ne zamanki aklım düşse aşka. Sevginin enginliğinde aşkıma
hürmeten, deli kızın çeyizini kundaklıyorum gecenin teninde pireler gezinirken.
Varlık pek bir ketum.
İçimdeki çocuk ise çok geveze.
Soramıyorum da kendime: ‘’Neyden
bunca hüzün?’’
Patavatsız kuşlar camı gagalıyor
belli ki İlahi Aşkın temsilcisi her biri.
Ruhun depozitosunu peşin yatırmıştım
oysa ve ömürlük kiramı ödemiştim.
Peygamber sabrımla şükrediyorum ve
meylediyorum dünümdeki közüme ve aşkıma gem vuramıyorum aslında garipsenecek
biçimde tepkisizim insanlara.
Ruhumun kepenklerinde var bir sorun.
Ne örtülüyüm ne çıplak.
Ne yalanım ne de gerçek.
Sevgi mademki nirengi noktam,
varlığımın hücum ettiği şu sayfa bile kirleniyor ellerimin izinden. Yıkadıkça
aklıyorum kalemi; kaçtıkça mutlanıyorum ve göğü titreten hıçkırıklarım.
Zamanın yalıttığı bir kelamım;
aşkların ise yanılttığı.
Hiçliğimin mimarıyım, kendimce
sevdiğim…
Kayda değer duyguların tekelinde bir
ölümlüyüm yine ömrün lanetine uğrasam bile her şerre bir hayır var diyerek…
gerisin geri kaçtığım ve korktuğum da değil içimdeki varlık mızmızlarken yeter
ki edebimle yaşayım ve gözlerimin elasına sadece annem dokundursun yüreğindeki
dokunuşu beni öpmeye bile kıyamazken…