Makale / Toplumsal Makaleler

Eklenme Tarihi : 5.10.2018
Okunma Sayısı : 1645
Yorum Sayısı : 1
Günün Yazısı

Bu Yazı 6.10.2018 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.

Ulusal/uluslararası sosyal bilimler şurası Önerisi

Sanal Kültür ve Yalan Medeniyeti Devam Edemez!...

 

Dedikodu, evham, tutku, heyecan, cehalet ve hırslar; bazen pireyi deve yaptırır, bazen de olmamış bir şeyi, varmış gibi gösterir sahibine.

Bunu önyargı, öngörü ve beklentiler de tetikler tabi. Sınama, araştırma, kıyaslama, sorgulama, test etme, belgelendirme gibi yöntemlere de başvurulmayınca, bireyler gönüllü olarak yalan medeniyetinin ferdi oluverirler.

Genel olarak dünyayı gözlemlediğimizde;

Kişiler kendisiyle çelişkili,

Ailelerde kavga var

Mahallede kargaşa var

Kentlerde huzursuzluk var

Ülkede tedirginlik var

Ülkelerde kan, baskı, gözyaşı, sömürü var…

Önce, “niye var” diye sordum kendi kendime, “ne eksik” dedim. “ne olabilir” “neler yapılabilir” gibi sorular ardı sıra oluştu zihnimde.

Aynı dini inanca sahip olmasa da,

Aynı dili konuşmasa da,

Aynı yaşam tarzını tercih etmese de,

Aynı düşüncelere inanmasa da,

Bizi aynı topraklarda barış, sevgi, kardeşlik, aidiyet duygusu, huzur, güven, dayanışma içerisinde ne tutabilir?

Devlet mi?

Hükümet mi?

Bir siyasi parti mi?

Dini bir örgütlenme mi?

Anayasa mı, kanun mu?

Basın mı?

Mahkeme mi?

Polis mi?

Hepsi de toplumların bünyesinde olduğu halde sorun devam ediyorsa, bir şeyin noksan ya da hatalı olduğu kesin değil mi?...

Çarptım, böldüm, topladım, düşündüm, sentezledim.

Bu ancak ve ancak ihmal ettiğimiz, hakkını veremediğimiz bir üst

Medeniyet kurumu / anlayışı olabilirdi.

İnsanlar, tüm gelenek, görüş, inanç ve tercihlerini, kültür öğeleri kapsamında kabullenirken, ortak bir üst medeniyet anlayışında bütünleşmeden, dünyanın sorunları bitmeyecektir/ bitirilmeyecektir.

Daha önceki sayfalarda da önerdiğim gibi, özel bir üniversitenin organizasyon ve sponsorluğunda:

“Ulusal Sosyal Bilimler Şurası” yapılarak, ülkenin yurt içi ve yurt dışında çalışan ve emekli olan ve bu konularda söyleyecek gönüllü birikimi olan, sosyolog, psikolog, teolog, hukukçu, tarihçi, felsefeci ve benzeri sosyal bilimler uzmanlarının katılımıyla,

Birinci oturumda: tüm toplumsal sorunların tespiti

İkinci oturumda: sorunlara çözüm önerileri

Üçüncü oturumda: sorun ve önerilerden hareketle ortak çözüm raporu oluşturulması

Dördüncü oturumda: Bu raporun belirlenen şura yönetimince bir medeniyete uzun yıllar kaynaklık yapabilecek şekilde toplumsal mutabakat sözleşmesine dönüştürülmesi

İlgili kurumlara / üniversitelere / meclise öneri olarak iletilmesi, kitaplaştırılmasını öneriyorum.

Bu çalışma öncelikle ülkemizdeki her üniversitenin bünyesinde yapılmalı.

Daha sonra tüm katılımcılardan seçilecek bir kurul ile, dünya genelindeki katılımcıların davet edildiği ve her yıl periyodik olarak yapılacak olan; “uluslararası sosyal bilimler şurası” oluşturulmalıdır.

Bu çalışmaları   daha verimli, sistematik düzenlemek ve finansman ve fon sorununu da çözebilmek için; “uluslararası Toplum, düşünce ve Birlikte yaşam Vakfı” kurulabilir. İş dünyasından, belediyelerden ve AB fonlarından kurumsal bağış almanın yolu da açılmış olur.

 

Öyle bir metin hazırlanmalı ki, alt kültür olarak, herhangi bir ülkede inanç, dil, siyasi görüş, ırk farklılıklarınca kolayca kabullenmeli.

Birleşmiş Milletler, Dünya Barış Örgütü, insan hakları sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yıllardır var olduğu halde, kurum olarak kalıp, barış, özgürlük, adalet, ekmek dağıtamıyorsa, bu altyapıyı en iyi en samimi başaracak olan bu ülke insanıdır.

İnançların ilkeye, ilkelerin evrensel değerlere dönüşmesi gerekiyor. Amaç hiçbir zaman coğrafik fetih değil, korku yaymak değil, yaşanabilir bir dünyanın temelini atmaktır.

Çok bilinmeyenli denklemin sonucundan bir medeniyet anlayışı çıkmaz. Her ilkemiz, kabul edilebilir, uygulanabilir, yazılı ve anlaşılır olmalı tabi.

Eski çağ ve dönemlerin hatalarından da ders çıkarmak işimizi kolaylaştıracaktır. Can almadan, dayatmadan, sistem olarak medeniyet ihraç edebiliyorsanız medenisiniz.

Maksat insanlığa hizmet ise, can almadan, can yakmadan yaşatmak olsun. Böyle düşünülseydi belki, dünya devletleri fetih/ keşif / açılım için gittikleri ülkelerden dönmek ya da kovulmak zorunda kalmazlardı.

Kılıç / tank gölgesinde, kitap, gül, ekmek hediye edemezsiniz.

Bu medeniyet değil, eziyet olur.

Farklı eser ve makalelerde kültür ve medeniyetin çok değişik tanımlarını okudum. Hepsi de birbirinden farklı güzellikler, teoriler ama aynı zamanda çelişkiler de içeriyordu.

Benim tespitlerim, bir tez, teori, önerme değil de, temenni, öneri, gözlem, terkip, sentez, deneme yazısı gibi düşünülebilir.

Bu alanda yazılanlara farklı bir bakış açısı getirebilir.

Diğer bir itirazım ve dileğim şudur ki:

Mezarlık ve menkıbe medeniyetinden, icracı medeniyete geçilmesi gerekiyor.

Simgesel, kolay anlaşılır bir örnek vermek gerekirse:

-Medeniyeti, sitedeki bir bloğun, temeli ve çatısı kabul edelim.

Temelin sırtında, çatının güvencesinde:

-Kültür öğelerini ise, farklı farklı odalar, daireler olarak düşünelim

-Alarm sistemi, denetim mekanizmasını temsil etsin

-Yönetim planı, idari yapıya karşılık gelsin

-Her kata uğrayabilen asansör, adaleti,

- elektrik, su, iletişim tesisatları da toplumsal ruhu, inanç, ahlaki değerleri simgelesin.

Bitişik bahçemiz de, barış içinde yaşadığımız herhangi bir medeniyet olsun.

Bilimsel bakış açısı, “kör ölünce badem gözlü olur” misali, hiçbir hazır bilgiye ya da olguya övgüler yağdırmak, peşinen kabullenmek zorunda değildir. Tüm öneri, teori ve tezler bu anlayışla masaya yatırılıp tartılmalıdır.

Nefsin hakemliği ve gururun savcılığıyla yola çıkılınca, çabamız uzlaşma değil de, haklı çıkmaya kurguluysa, belirsizlik ve tutarsızlık havası, bize orta çağ medeniyetlerini hatırlatacaktır.

Tavırlar, oturmuş bir medeniyetten güç ve ilham alıp, kültür öğeleriyle barışık yaşamıyorsa, günümüz tedirgin, geleceğimiz belirsiz olacaktır.

Sosyal ve siyasi krizlerden, fırsatçılıkla medeniyet projesi çıkarma çabaları, dünya ölçeğinde toplumları hüsrana uğratmıştır.

Bir medeniyet önerisi, teorisi ya da dayatmasının doğruluğunu, insanlar can vererek sınamak zorunda kalmamalıdır.

İdeal bir medeniyet; normlarını geliştirmiş bir sistemdir.

Reaksiyoner tavırlara ihtiyaç hissettirmez bireyleri.

Politika ve dinin, söylem olarak gündelik yaşamda çok fazla yer almasına ihtiyaç yoktur. Bireyler bu alandaki yetki, sorumluluk ve görevlerini uyarıya gerek duymadan bilirler.

Medeniyet ve onun beslediği, yönlendirdiği alt kültür öğelerindeki, uyumsuzluk ve parazitler azaldıkça, toplumdaki, birlik, barış, dayanışma, kalkınma, huzur katsayısı yükselecektir.

Medeniyet bir ihtiyaçtır, biyolojik hayat ise en ilkel yaşam tercihidir.

Medeniyet bünyesinde, ilkeler, ahlâk, inanç ve normlar barındırır.

Her coğrafyada, bilimsel olarak uygulanmaya, sınanmaya elverişli olmalıdır.

Silah, para, kan, gözyaşı, baskı, sömürü, yalan, ihanet kokan bir öğreti, anlayışın tanımı, tasviri, asla bir medeniyet olamaz.

Bu faktörleri içerisinde barındıran geçmişte medeniyetler kurulmuştur. Bugünkü manada bilimsel gözlükle baktığımızda, çağımıza çözüm reçetesi sunan bir medeniyet bu olamaz.

Adalet, merhamet, yardımlaşma, sosyal devlet, şefkat, bireysel ilişkiler gi­bi konularda medeniyet, dinin manevi atmosferinden faydalanabilir fakat meşruiyetini, idari yapısını asla bir dinden almamalı, ona yaslanmamalıdır. Tüm mensupları aynı inanca bağlı olsa bile bu kural geçerli olmalıdır. Bu ihtiyaç ancak alt kültür öğesi içerisinde anlam bulmalıdır.

Gerekçesi ise, yeryüzünde başka inançlara sahip insanları medeniyetinizin şemsiyesi altına nasıl davet edeceksiniz?

Ya da herhangi bir toplum bireyi, kendi iradesiyle inancını değiştirmek isterse, medeniyetin kale arkasına mı atılacaktır.?

Farklı görüş ve inançların ortak ruhudur medeniyet.

Böyle olduğunda, her insana güven verir, aidiyet duygusu olağanüstü seviyede olacaktır.

Kaldı ki, bireyler inançlarını, devletten öğrenmeyecekler,

Bu konuda devlete hesap da vermeyecekler, iman ve ibadet edecek olan devlet değil kişilerdir.

Farklı inançları, tek dine/mezhebe/kültüre/felsefi görüşe zorlayamayacağımıza göre, hepsinin kabullendiği ortak ruh ve anlayış, üst medeniyet çatımız olacaktır.

Bulunduğumuz coğrafya Anadolu ise, yani yazılı kurallara bağlanacak olan medeniyetin ev sahibi ise ve inanç ağırlığı da İslamiyet olduğundan, buradaki uygulamasında bu etkenlerin, diğer inançları zor durumda bırakmamak koşuluyla, mayası, nakışı, motifi geleneksel olarak daha ön planda olabilir.

Din, medeniyetlerde siyasi karar, uygulamalar ve tercihlerinde asla bir etken olmamalı, kaldı ki bu durum onun ruhuna /öğretisine de aykırı bir durumdur.

Ayrıca medeniyet, her alanda bilim ve sanat ile el ele olmalıdır.

Teknoloji ve sanayi alt kültür olarak medeniyette yerini almak zorunda.

İnançlar bireylere, hayatın anlamı, insan, doğa sevgisi, çalışma, üretme arzusu, ruhani tatmin, dayanışma, ahlaki öğreti, frenleme mekanizması gibi psikolojik, sosyolojik fayda sağlar.

Medeniyet, her inancı, hatta inanmayanı da kucaklamalı, diğer dinlere de negatif gözle bakmaması gerekmektedir. Medeniyet, ortak toplumsal bir vicdandır. Çünkü o din terazisi olmamalıdır, farklılıkların buluşma noktasıdır. Değerleri, inançları, ilkeleri, ruhu, normları vardır ama din temelli bir birliktelik değildir. Bireyler, dini inançlarını, alt kültürel öğeler kapsamında özgürce yaşayabilir. Bireylerin ayrı ayrı; mutlu ve zengin olmalarından kalıcı bir medeniyet doğmaz. Bireyler arası ve toplumlar arası ilişkilerde, medeniyetten beslenilmelidir.

Toplumların eğitim seviyesini artırarak, ideal medeniyeti oluşturmalı, tüm toplumsal kurumlar buradan beslenirse; kamu vicdanı, sosyal ahenk, tüm inanç ve düşüncelerin bileşkesi ile ortaya çıkabilir. Her bireyin kendini bulduğu, gördüğü bir ayna olmalıdır medeniyet. Biz buna, yeni bir isim bulunana kadar “Anadolu İnsanlık Medeniyeti” diyelim.

Bahçıvan ihmali / hatası olsa da, zaten var, kurulmuş, ruhu küllenmiş, dalları budanmış ama çınarın kökleri halen sağlam.

Yeşermiş ruh bekliyor, el bekliyor, vicdan bekliyor, izan bekliyor

Ve ayağa kaldıracak can suyu bekliyor!...

Biz değil isek, kim ve nereden gelecek?

06.04.2017 Samsun

 Bu yazı aynı zamanda; Yaşam Merdiveni  ve  Yaşam Donanımları kitaplarımda yayınlanmıştır

( Ulusal Uluslararası Sosyal Bilimler Şurası Önerisi başlıklı yazı Ali R.MALKOÇ tarafından 5.10.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.