Köhne ve kesif sessizliğin ibaresi;
düş yığını öbeklerde açmaya meyletmiş çiçek benzeri şekiller.
Ruhsuz gövdelerinde derme çatma
yalnızlık.
Örülü olmakla dağınık olmak arasında
uçuşan saç telleri doğanın: belli ki her dalın hutbesi açan he çiçek ve sarı gövdesinde
güneşin bilmek güneşin de varlığın da asla balçıkla sıvanmayacağını.
Ne gün ne gece.
Ne hayat ne ölüm.
Aidiyet duygusunun tetiği basılı olsa
da tasalı kimliklerin temas’ı aslında yüreğin tema’sı aslında yayımlanmaması
gereken bir bildirge.
Kadın doğmak.
Sonradan kadın olmak.
Bir de kala kalmışlığı insanın tıpkı
Freudien teorinin destekleyici o takılı kalmışlık oysaki gelişim süreci normal
seyrederken abartı olan o ihtimam.
Zaafların olmadığı belli ki kuyruklu
bir yalan.
Sevginin boğmadığı aslında beteri de
var.
Yanılsama güdüsü ve yanılmak adına
yanıltmadan karşındakini asla da yalaka bir kimliğe bürünmeden sadece yanılma
içgüdüsüyle hazır ol’da beklemek.
Temaşa eden bir buse: ne sahibesi
görünüyor ortalarda ne de ten temas’ı geçkin bir şiirden kaçırdığımız bir imge
kadar sıra dışı.
Öpülecek tenin doğasında mademki
kutsallığın yansıması o zaman kaçalım buralardan ve ellemesin kimseler
masumiyeti.
Kimi kadın doğar madem.
Ama en kötüsü erkek kimliğin içine
sızan kadınsı güdüler ve kadın olma arzusu.
Sebatla yürüdüğümüz.
Sabırlar eğilip bükülmeden
gözlerimizi bürüyen o ben-merkezcil tutum.
Şatafatlı bir söylem ve aralıksız
sızlandığımız.
Yalın olsaydı, demekle de eş değer
yalanların bizi sükûtu hayale uğrattığı yine de bir sorup durumu istişare
etmekte fayda var:
Gerçekler…
Gerekçeleri ile sunumunda gerçeklerin
daha beter ezildiğimiz aslında ezik olmaktansa emir-komuta zincirinde iç
sesimize hükmettiğimiz.
İnsan gibi. Doğa gibi. Gel-geç
mutluluk gibi belki de kaptı-kaçtı bir aşk.
Ne de olsa tükettiğimize binaen
bizler aşk, diye kıvranıyoruz ve bir günde tüketiyoruz belki saniyelerle anlam
bulan aslında anlamsızlığı kurcalayıp aslında kurguluyoruz hayatı.
Nankör bir vasıf yine bağnaz; yine
ketum; yine uzak samimiyetten oysaki varlığımızın devingen mahiyetine bizler
susarak idame ediyoruz sözüm ona sanırım hayatın rutini yine günümüz insanın
tepkisizliği bu bağlamda solan güneşe tabiyiz; rotamızda sabit bir sarkaç
salınan ve bizler kurmalı bebek gibi kısa mesafe koşucusu kimliğimize nazire
eden bir büyüymüşçesine kendimizi tekrarlıyoruz.
Andan kopuk ve bingo!!!
Söz döndü dolandı geldi kendime.
Zamanı durdurma temennim filan da yok
hani ya da birilerine hükmetmek ve gerçekleri çarpıtmak.
Öylesine açılımlar mevzu bahis ki
gözlemlediğim bir bit yeniği arıyorlar ne zamanki dilim çözülse.
Detaylar var hem de ne çok detay ve
gizeminde bilmediklerimin ve anlatmadıklarımın ben savruluyorum.
Göğe kement atma isteğim aslında
benim boynuna ilmek geçirilen.
Tabuların direktifi.
Benim ben en köhne hikâye.
Başı olmayan değil sonuna muktedir
olduğumu hissettiğim bir devrik cümleyim kimi zaman.
Hangi gök taşı?
Hangi yıldız kuyruğunda evrenin gizli
saklısını sürükleyen?
Kimine göre bir yıldızım ne de olsa
ön adım.
Vakıf olduğum hiçbir şey de yok
haricinde hayal dünyamın ben diri bir yalandan yola çıkanları er geç yakalayıp
İlahi Adalete teslim ediyorum.
Tutumsuz bir insan olduğum bir o
kadar aşikâr belki de tutuklusu olmak aslında bir kehanet devinirken ben bir
ihanetin kundaklandığına tanığım ve sadece gördüğüm değil de duyduklarıma
amadeyim ve içimde salınımı çok hassas bir sarkaç.
Yakaların arası açıldıkça ve göğsüme
iliştirdiğim bir fular yine açığımı kapadığım belki de açık vermemektense açığa
çıkacak hiçbir şeyimin olmadığı.
Mahremiyetin kurcalandığı bir
hegemonya yine titrek gün ışığında ben mehtap yanlısı ve karanlığa âşık zoraki
olsa da gülümseyen bir tutkunun aşkla izdivaç yaptığı.
Sevdiğimi biliyorum ve sevilmeye
muktedir doğasında tüm o yaratıların sevilmeye aç ve muhtaç olduğunu da… yoksa
yanlış bir kelime mi telaffuz ettim?
Muhtaç olmak ve tek muhtaç olmayan
İlahi Güç demek ki insanlığımız kadar sevgiyi hak ediyoruz elbette sevgi
dağımızda en yüksek rakımı sevgi olarak tespit etmek ve yamaçlarında saygının
da tutunduğu bir dehlizde biz koca koca insanlar, bazen bir çocuk saflığında
taklalar atarken sevgiyi hatmeden bir ruhtan da daha muteber ikincil bir varlık
tanımadığımıza binaen.
Açmak gerekirse…
Öncelik bağrımızda açık yüreklilikle
takılı bir gelincik ve nazlı nazlı süzülen, yaylaları boylu boyunca kaplayan
oysaki öldürmeye programlı insanoğlunun ellerinde solmaya da muktedir.
Doğanın kanunu ile restleşmek ve hak
yemekle hak ihlali arasında kısa bazense uzun zikzaklar çizdiğimiz…
Yüreğimizin eltisi adeta
duyumsadığımız coşku.
Keyfimizin kâhyası değil de hani
içimizdeki saklı heyecanı pay etmek.
Böyle bir zamanda heyecan duymak
neyin nesi ise artık…
Berduş bir yürek sesinden neyi medet
umarsanız ve mütereddit ruhun dalgalarında neye varacaksak sahilde yürüdüğümüz
değil uzaklarda ve enginlerde dibe dalmakla coşmak arasında çok ince bir çizgi
var iken…
Boykot etmek: kimi zaman
karşımızdakini ama en rağbet ettiğim kendimi boykot etmekle zamanı dondurmak
arasında bir tercih yaptığım.
Şimdi bir sunumsa içimdeki aşk.
Yarın da bir sunum hazırlayacaksam bu
günkü hayal kırıklıklarımı tamir edip içimdeki yorgun çocuğu da alçıya alırken
asla da mümkün değil sus dilenmek belki bir sus emri verilmişken aslında ayyuka
çıkan çok sesli şarkılarımı benden başka duymayan da kalmasın diye neredeyse
yazdıklarıma bir beste ısmarlamak iken fıtratımdaki aykırı sesi yine aymazlıkla
dile getirdiğim.
Bir kanun olmazken yürürlükten
kalkan…
Belki de dünkü yeni yetme genç kızdan
en az on, on beş yaş büyükken.
Bu ne bir ihmal ne bir ön yargı
sadece yaşın yüklediği yası kale almadan yaş haddinden emekli olmaya da niyetli
değilken kursağımda takılı lokmalardan daha fazla nasiplenmek adına ve sırf
nasiplenmek evrenden alacaklı olduklarım adına insan sevgime ivme kazandıran
yenilgilerimle kendimi yeni baştan onore etmek adına gösterdiğim gayretin Hak
nezdinde karşılık bulmasını temenni ettiğim.