Uyduruk bir günün güdümüyle yeşerdim gecenin öznesi olmaya aday bir düş birikintisi olma özlemine yenik düştüğüm.

 

Çivisi çıkmıştı pencerenin sandım ki çakınca dibe vuracak her sıkıntı.

 

Zehirlendiğime biat bir bardak da su içtim her şeyin üstüne demek ki güme giden duygularımdı ihbar eden ben ki; benlik tasaların izdüşümünde, bir bir teyakkuza geçen şehrin batımına denk düştüm aslında sabahtı geceye özenen ve bendim şehri unutmaya çalışan.

 

Çalışkan bir misafir olmanın azmi yine gönlüme doluşmuş mücbir duygulardan çıkıp da yola misafirhanesinde ömrün, bir beyit kadar kısa ve aksi bir ihtiyar olma özlemim belki de gerekçem.

 

Uyumsuz tanıları vardı Tanrı’nın aslında iblisten yana derdi vardı içimdeki elemin aslında koyu bir buluttu pervane misali takıldığım iplerine ve uçan balonlarımı sundum göğe belki de en aksi çocuktum dünün hükmüne karşı duyan; varlığın da kefenine ters giydiren çoraplarını.

 

Terliklerimi giydim rüyamda sonra ayakkabılarımı ve tam baktım ki rüya tabirine gördüm ki sıkıntı imiş beni kapıda bekleyen.

 

Uydum düzene ve yeniden uyudum.

 

Bu sefer çıkarıp fırlattım giydiğim ne varsa. Kala kala bir soluk mont kaldı içimdeki şehirde ne de olsa şehir oluyordum her gece aslında geceye not düşüyordum her rüya gördüğümde ve not aldığım rüyalarımı da sunuyordum Yaratıcıya perde kapanır kapanmaz.

 

İzahı yoktu pek çok şeyin. Tasviri yoktu içimdeki hulasanın.

 

Ben yoktum ben yoğdum bendim varlığı yoğuran ve kaybolan.

 

Günden devşirme bir yanılgı; hatta yanılgının ilahı.

 

Süzdükçe evreni kas katı kesildim.

 

Hani’mdi çoğu insan.

 

İnsanlardı çoğu kez hami bildiğim ama hiç rastlaşmadığım.

 

Kefal gibi atladım: önce şiiri yuttum sonra denize düştüm.

 

Su görmemiş teninde illet rüyalarımın nem vardı aslında her uyku öncesi.

 

Seğiren göğün gözlerinde miyop bir tasvirdim: bendim bana uzak ama yakın addettiğim.

 

Günü öğüttüm ansızın.

 

Savurdum tüm bulutları rotamı kırıp nokta koydum gezintiye oysaki ben hayallerim sayesinde yolculuk yapıyordum.

 

Sordum tek tek.

 

Görmediler.

 

Cevap verdim onlar yerine.

 

Bu kez alay ettiler.

 

Selam verdim.

 

Selamımı alan Tanrı’ydı.

 

Onların yerine seven de.

 

Mizacım yenik düşmüştü bir kez oysaki mihrabımda hep gelincikler asılıydı rahmetin ince ince yağdığı ve ırmakların yatağında bendim yastık benzeri bir kayaya başımı vuran.

 

Kanadım.

 

Kandıkça kanadım.

 

Kanadıkça kan döktüm belki açılırdı içimdeki kapalı göz.

 

Sonlara meyleden; sonları tehir eden; öncelik makamında yol bildiğim…

 

Yaren bildiğim.

 

Yar bildiğim.

 

Ama önce can dediğim.

 

İstiflediğim canlarla çamlar devirdim.

 

Haznesi olmayan gölgelerle hasbıhal ettim belli ki yokluğun ikramıydı ve yalnızlığın seyri belki de en bayat espri.

 

Çığ gibi büyüdüm ve büyüdüm.

 

Sonra eridim damla damla.

 

Sonunda aldım ilk halimi.

 

Sebilden akan suya özendim ve içtim kendimi.

 

İçerlediğim de kadar da susamıştım.

 

Susamıştım ama yok oldum.

 

Suskundu Tanrı.

 

Sustum.

 

Sus’lara gömülen bülbüller öldü nihayetinde ve içimdeki dikene bandım dallarımı: soyuldum ve soydum umutları.

 

İçimdeki ukdeyi öldürdüm zehrimi alan bunca niyazla ihya olduğum devasa mabedimde sadece soludum: önce yokluğu sonra aşkı sonra içimdeki soluk bulutu.

 

Unut demişlerdi madem.

 

Mademki umut anlamıştım.

 

Ne unuttum ne de umut.

 

Restleştiğim kadar rengim değişti.

 

Renklerin dili yoktu madem.

 

Ne renktim ne dil.

 

Ne dillendirdim ne de renklendim.

 

Kara deliğin kör noktasıydım.

 

 


( Ne Unuttum Ne De Umut... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 26.10.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.