Yorgun bir tefekkürün kazanımında,
batıl bir sevinç hâsıl oluyor ve zamanın girdabında, delişmen bir şifre
kundaklanıyor.
Bağnaz bir özne kesiyor yolumu
aslında içimi içime attığım dış seslerin de elem yüklü cehaleti.
Bilinmezin indinde cirit atıyorum ve noktalar
bağımsız sıçrayışlara sebebiyet veriyor.
Külliyen hatalıyım, diyebilmenin
verdiği ferahlıkla kana kana içiyorum satırları ve heceler eşleşiyor
yorgunluğun ırmaklarında ben kaç takla atsam da umurunda olmadığını biliyorum o
dış sesin.
Bir maruzat yükleniyorum ve cayır
cayır yanan içimin ormanlarında oralı bile olmadığını bilmek gereksizliğin ben
teveccüh yüklenip hatim indiriyorum ölü cümlelerime.
Mazeretim yok… ola ki bir mazeret
sunuyorum; şafağı atıyor çoğunluğun ne
de olsa azınlık olan benim ve azımsanan da.
Nükseden coğrafyada teferruat
yükleniyorum…
Ne çok detay; ne çok gerekçe; ne az
şahit.
Ne çok ölüm ve ne az intihar.
Gölgemde kutsal bir ırmak taşkınlara
sebebiyet veriyor.
Ruhum taşkın.
Aşkım taşkın.
Aşırı taşkınım belki de coşku
addedilen bir hüviyet içimin med-ceziri.
Solumda şehir saklı; sağımda özüm
mevcut; özümde ritmi kayıp bir şarkı atıyor nabzını her daim alamasam da.
Sakıncaları yükleniyorum ve boz
geyiğin boynuzlarında terennüm yüklü bir sihir peyda oluyor.
Yansız varlığım.
Yanlı varlıklar.
Varlıksızlığım belki de varlık
addedilen bilmem kaç kiloluk bedenlerimiz.
Ruhumun ağırlığını hesaplıyorum. Akla
zarar!
Vicdanımla soluyorum ve yine aldığım
verdiğim her nefes nezdinde solan gülücüklerim takılıyor bin bir engele.
Engelli yüreklere girmek mümkün
olmasa da ben engelsiz ruhumla engel de konduramıyorum.
Hapşıran tıksıran bir iç ses ve beyit
beyit yaşadığım gerçeği ile yüreğimin surlarında ifşa ettiğim özlemlerim.
Bir hastanenin güncesini tutuyorum.
Ziyaret saatleri kısıtlı ve sınırlı
ve hadislerdeki huzuru diliyorum o hastaneye adım attığımda ben görmekle
iştigal olduğum hastamın gözlerindeki pırıltıyı görüp bu sefer hasta olmadığım
için kendimi suçluyorum.
Hapşırıyorum ve yine kendimi
suçluyorum.
Seviyorum ve yorgunluğumu atıyorum ve
bu kez suçlanıyorum oysaki afakî bir özne değilim ben ve boş yere de
sevmiyorum.
Zaman allı pullu.
Hayatın da albenisi.
Mutlu olmamı gerektirecek ne varsa mevcut…
bingo, deyip çöküyorum dizlerimin üstünü.
Sabır diliyorum ve şükür.
Nükseden çekimserliğimle sunuyorum ve
bir bir ikaz ediyorum iç sesimi.
Sevilmeyi dilemiyorum artık sadece
nefret edenlerden uzak duruyorum yine de anlam veremiyorum: nasıl bir sunumdur
insanların habis nefreti?
Göreceli bir mutluluk peyda oluyor ve
yine kendimi suçluyorum.
Birileri ölüyor. Korkuyorum.
Ölümsüzlük filan da dilemiyorum hani…
Hani neredeyse darağacına çıkmayı
bilfiil ben talep edeceğim lakin gerek olmadan çekiliyor ipim ve içimdeki pim
tekliyor ansızın.
Nüktedan bir şarkıdan nasiplenip
özrümle ve özümle saf tutuyorum.
Derinlerde tecelli eden o sığlık.
Sığlara sığamıyorum.
Sığınıyorum sadece ve bilinmezin
ikbalinde ben ırgat bir gölge olup tetiklenen iç sesimle nakşediyorum bir bir
satırlara çakıl taşı serptiğim hani olur da biri gelir okur da…