Kuytuların çığlığında, dolduruşa
gelen
İhanet benzeri bir metanet yüklenip
de zaman
Hoyrat bir kancada takılı aklı
şeytanın.
Muhteris heceler kınından çıkıyor
teker teker
Yalpalayan ayaklarında şiirin
Başına örülen çorap mı da çok dar
Ağzıma alamadığım söylemlerde ölüp
kaldım bir anda?
Bir mihrak adeta;
Yalıtılmış bir kuş, zamanın dokusunu
delen
O çırpınış.
Yarım ağız bir mutluluk ötelenen
Kusur addedilen benliğin de infilakı
Her halükarda yanılan bir ritim
Kazan kaldıran duyguların ikbali:
Bir satırdan diğerine kayan yürek izi
Ve telaşı yürekten kopan kayalarda
Ağır acıların altında kalan
O yazgı.
Yükümüzü heba edelim, haydi
Ve dökelim içimizdeki efkârı
Bayat bir sevince banıp da başımızın
tacı
Her menfi duyguyu öğütelim aşkın
tekerinde
Ya da mihrabı öykündüğümüz sevdaların
Düşmüşken diline eşrafın.
Mütereddit ruhun uyuşuk hüviyeti;
Dolu dolu geçen yılların
Boşa düşürdüğü bir vatandaş kadar
Derbeder bir iklimde
Sona nifak sokan
Yeni bir başlangıç
Çürüyen ve esneyen iç sesin
Kayıp siluetinde
Batıl bir rota
Tümden gelen nidalar.
Zaruri olsa olsa
Zemherilerde ölmeyi yeğlemiş bir
şarkı
Varsa yoksa.
Zamanı mühürledik, sevgili:
Beyhude zaafların yankısını duymadı
evren;
Göğe kilitli gözlerin ferine yenik
düştü doğa:
Yerli yersiz bir sevinç çığlığı
Aslında yok bir aksanı zamansız
sevdaların
Ve reşit bir ölüm dillendiren
Coğrafyası ruhumun
Nasıl da tezat geçen zamana.
Öykündüğüm minvalde
Koyu bir leke
Damarlarımdan pompaladığım
Kan benzeri hüzünle yıkanan
kelimelerimin
Sileceği zaten yeni kırıldı:
Vakit; bu vakit
Peygamber sabrı bir hükümle
Eledim içimdeki zehri
Aşkın kutsallığında
Donandım ve ihya oldum
Zamansız sevinçlerimin kulağını
çekerken
Fısıldadığım son sözcük
Sadece Tanrının bildiği.