TAHAMMÜL
Türk milleti olarak tarihte on altı devlet kurmuşuz. Bu kadar devlet
kurmamızla zaman zaman övündüğümüzü ve övünüldüğünü görürüz.
Fakat niçin bu kadar sayıda
devlet kurup, dolayısıyla yıktığımız hakkında hiç düşünmeyiz.
İşin asıl önemli tarafı ise,
kurduğumuz bu devletlerin tamamını da kendi iç çekişmelerimiz neticesinde
yıkmış olduğumuzu bütün tarihçiler
yazmaktadır.
Bu kadar badireler
yaşamamıza ve sonuçlarını bilmemize rağmen, Türk halkını germekten, sıkıntıya
ve birbirine düşürmekten, bunun
neticesinde ülkemizi uygarlık yarışında geri bırakmaktan bir türlü vazgeçmeyiz.
Eller dünyayı aştı, uzayda
yarışıyor, bizler ise birbirimizi engelleme yarışındayız.
Eller, halklarını
zenginleştirmenin yarışını yapıyor, bizler olmadık bahanelerle fakirleştirme
yarışı içindeyiz.
Eller, uzlaşma yöntemleri
geliştiriyor, bizler ayırma yöntemleri bulmakla meşgulüz.
Eller, bilim, kültür, sanat
ve üretim yarışında, bizler ise
bunlardan uzaklaşma yarışındayız.
Eller, milli ve dini
bayramlarını, kaynaşmanın, uzlaşmanın, birleşmenin, sevmenin, sevilmenin
bulunmaz fırsatları olarak görür, bizler ise bu bulunmaz fırsatları, halkımıza
zehir etmenin yollarını bulma fırsatı olarak görürüz.
Eller geçmiş tarihlerinden,
gelecekleri için olumlu sonuçlar çıkarıp, yaptıkları hataları bir daha yapmamayı öğrenir, bizler ise tarih
tekerrürden ibarettir deyip, aynı şeyleri tekrar etmeyi öğreniriz.
Ellerin aydınları,
toplumlarının önünü açmak için gece gündüz çalışıp, yeni değerler üretmeye
çalışır, bizim aydınlarımız toplumun temel değerlerini nasıl dejenere ve yok
edeceğinin formüllerini bulmaya çalışır.
Eller bir birine tahammül
etmeyi, demokrasinin ve insan haklarının temel taşı olarak görür, bizler ise
tahakküm etmenin önünde engel olarak görürüz.
Eller medeniyet ve gelişme yolunda altıncı, yedinci vitese geçme
çabasında, bizler ise geri vitesi takviyeye takma peşindeyiz.
Bütün bunları bir tarafa
bırakarak, önce fert fert ve bütün toplum kesimleri olarak herkesin bir birine
tahammül etmesi gerek.
Demokrasinin de, insan
haklarının da, medeniyetinde, uzlaşmanın da, gelişmenin de, zenginleşmenin de
temel şartı, toplumsal uyum ve tahammülden geçtiğini unutmamamız gerekir.
Bu günkü gelişmiş ve zenginleşmiş ülkelere
baktığımızda, ilk göze çarpanın bunlar olduğunu fark ederiz.
Bir birbiriyle cedelleşen,
uyumsuz ve tahammülsüz toplumlarda, gelişmenin yerini durağanlığın, hatta
sefaletin, huzur ve barışın yerini, korku ve endişenin, her alanda yarışmanın
yerini, durumu kurtarmanın aldığını görürüz.
Eğer ülkemizi muasır
medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak istiyorsak, sokaktaki insandan tutunda,
her seviyedeki insanımıza kadar herkesin,
çağımızın değer ve anlayışlarını doğru algılayıp, doğru yorumlayabilme
yönünde enerjimizi tüketmemiz gerekmektedir.
Dolayısıyla enerjimizi, bir birimizle
didişmede değil, ülkemizin gelişmesine, zenginleşmesine ve insanımızın mutluluğuna
harcamamız gerektiğini hiç aklımızdan çıkarmamalıyız.
Kendi çıkar ve ikbalimizden
önce, ülkemizin ve halkımızın bekası
için harcamak daha kalıcı ve akılcı olacaktır.
İhtiyacımız olan sadece bir
birimize tahammüldür. Bunu da ülkemiz ve halkımız adına bir birimizden
esirgemeyelim.