Gece; (Şubat
– 1987)
Bütün
günahlardan içip,
Körkütük
sarhoş ağırlığı ile buralara çullanıyorken,
Korkudan
Tünel;
Kepenklerini
çoktan indirip,
Yorganını
çekmiştir üzerine.
Belli
belirsiz gölgelerin meydana çıkma zamanıdır.
Dumanaltı
zonklamalar;
Vukuatlı bir
bölümünü, boylu boyunca uzatır.
Mazi,
vuslatın elinde eski bir oyuncaktır.
Tarifsiz
duygularımdır,
Eski tozlu
kemanın, Hicaz Taksimi notalarına asılı kalır.
Gizemli bir
genç kız edasıyla, sarıp sarmalar beni,
Yine de
dimdik karşımdadır İstiklal Caddesi.
Umutsuzluğun uyuşturduğu bedenlerdir;
Köşe
başlarını mesken tutarlar.
Odakule,
Sipsivri
ortada kalmışlığının acısıyla kıvranmaktayken,
Unutulmuşluğunu
acı acı yudumlar Haçopulus Pasajı.
Aşina
birilerini arar, yaşlı gözleri.
Galatasaray
Lisesi’nin önünde,
Bir nefes
alırım,
Bir daha.
Gelmeyen O
Vefasız sevgiliyi beklemekteyim hâla.
Kaybolmuşluğumdur;
Bedenimi
vurur, delik deşik eder.
Esir alıp
götürür, masmavi hayallerimi.
Baliğcilerin
saldırılarına maruz kalır
Saf elleriyle
bilye oynayan çocuksu anılarım.
Atlas Sineması’nın
vitrininde,
Gençlik
heves-güveslerime bakakalırım.
Çiçek Pasajı;
yorgun, argın, biteviye.
Küsmüş tüm
geçmiş zamanlara.
Tamam desem,
Yaslanacak
omuzlarıma.
Söndürürken ışıklarını İnci Pastanesi.
Uzaklaşırlar,
Geç kalmış
bir çift sevgili.
Loş sokaklara saklanırken, morarmış hatıralar.
Anlatamam,
Yalnızlık,
Kimsenin
elinden alamadığı
Üşüyen
sevdaları nasıl da kırbaçlar.
Kime sorsan anlayanı tanıyanı bile yok.
Sanki hiç
olmamış, yaşanmamış.
Kış yazdan
kaçıyor, yaz kıştan.
Rahmet okuyanı
da ararsan bul getir.
Yeşilçam’ı
kaybetmiş bir değerler yazgısı;
Vefasızlığın
diz boyu fotoğrafı.
Hüzzam Makamının labirentlerinde edinmiştir yer.
Artık,
Renk ayrımına
gerek yoktur diyen;
Yaşanamayanlarla
yaşanmışlıkların arasında kalanları gören
Deformeli bu
yüzdeki, yorgun gözler.
Bilinmeyen ıslak zamanın çiselemeleridir;
Ağa Camii’nin
önünde,
Şimşekleri
çaktırır birdenbire.
Çaresizliğin
çirkin yüzü aydınlanır.
Kediler,
bilinmeyen çöp bidonlarına saklanırlarken.
Saçakların
altında sığınacak yer arayan,
Hayat kadının
ayakları ıslanır.
Fransız
Konsolosluğu’nun önünde
Kaldırım
taşları büzüşür.
Bakakalır
umutlar, hallerine ağlayıp üşür.
Taksim;
Kafası
bilinmez nelerle dopdoludur.
Gecenin geç
saatleri;
Baygın
melodramlarıyla başlatır eziyetlerini.
Tepebaşı-Tarlabaşı Bulvarı.
Ayrılamaz
birbirlerinin sırdaşı.
Cihangir-Gümüşsuyu
elele derin uykularında.
Hep beraber,
Eski
İstanbul’u görürler rüyalarında.
Ah o cilveli
kız yok mu o cilveli kız;
Yıllanmış şarap
gibi,
Kurdeleli
saçlarından akıp gider,
Sincap
denilen bu yaşam dedikleri.
Galata
Kulesi,
Ermiş dede
edasıyla kafasını kaldırıp,
Ekşimtırak
gülümsemesiyle gözetler hepsini.
Oturmuş kafamın tam orta yerine
Keyfe keder
bir yığın ezik anılar;
Ayaklarıma
dolanır yorgun adımlarım.
Eller cepte
senfonisinin bilinmeyen notalarıdır dudaklarımda.
Söyleyecek
bir çift söz bulamam ağaran saçlarıma.
Zamanın değişmeyen ılık yelpazesinde;
Gizemli ve de
yorgun Yaşam,
Gözyaşlarını
petek petek işlemekte.
Mısra mısra
dağılmışlığını, raylara yazan,
47 nolu
Taksim-Tünel Tramvayıdır,
İçinde pek
çok anıları barındırır.
Bakıp bakıp da eski kırık aynalara,
Ve der ki
uslanmayan gönül:
Bırak geçsin
bu küflü ömür
Her şeylere
değer Beyoğlu’nda…
(11.Şiir Kitabımın ilk Şiiri)