İklimin fıtratına yenik düşmekse… meziyetlerimi öldürdüğüm hükümlü varlığın da inkarı aslında, debdebeli sevinç gösterilerine mazhar ve ardından hüzün bildirgesine nokta atışı yaptığım insanlıktan istifa dilekçem…

 

Vasıfların tınısında, zaman, özürlü bir varlık.

 

Mekânın cefasına yenik düşüp, edimlerde cevap arayışına yönelmiş bir soru cümlesi.

 

Muhtıra veriyorum… olmuyor.

 

Susuyorum…olmuyor.

 

Beyan ediyorum içimi… dış sesin müdahil olduğu bir panayıra düşüyor yolum.

 

Seçici olduğum aşikâr ama içimdeki sandıkta taraflı bir seçmenim, yine düşünceler engellenirken ben bu sefer duygulara ket vuruyorum.

 

Mevsimden filan mı özendim de karanlık erkenden bastırırken, geceye mi çemkiriyorum, bir gün yüzü göstermedin, diye…

 

Ödediğim bir diyet belki bir ömür sürgün hayatı yaşadığım özgürlüğün özgün tefrikasında, sıra dışı bir özne olmayı nasıl becerdiğim de şüphe götürür hani.

 

Kaynakçamda asılı isimler var.

 

Sırlar var.

 

Sır yüklü aynalar var; hasedinden çatlayan bardaklar var kristal olma ümidini yitirmiş.

 

Endamlı bir yoksunluk benimki: sözüm ona; bir elim yağda da diğer elime bulaşan bala bir de basıp düştüm mü.

 

Kırılgan mizacın defolu hassasiyeti aslında sunumunda ihya edilesi bir varlık olma umudundan ümidi kestiğim.

 

Seçkin ya da sapkın.

 

Sapkın ya da atılgan.

 

Bariz sıfatlar ve nitelendirmekten cayıp en ayıp sözcüğü yok saydığımız belki de.

 

Kayıp minvalde ayıp bir sunum mu yoksa günü birlik düşüncelerin bir sonraki güne erişiminde kabuk değiştirdiği…

 

Cafcaflı söylemler.

 

Hoyrat edimler ve vasıfsız bir sunum.

 

Ve işte mükemmeliyetçilik damga vurmuşken…

 

Şehir nutuk atıyor ne zamanki sessizliği dinlesem.

 

Şiirler atağa kalkıyor ne zamanki hayatı şiir gibi solusam.

 

Olmuyor ama ve asla da olmayacak.

 

Ne şiirlerim şehre uyacak ne de şehir insanlara: ve öykündüğüm minvalde duvarlar hep örülecek etrafıma belki de tüm tuğlaları bizzat ben taşıyorum hele ki uyurgezer bir gölge misali, geceye çalım attığım her karanlık zincire yeni halkalar ekleyip aydınlığı tehir ettiğim.

 

Benzemek mi herkese?

 

Yoksa özümdeki közü yok saymadan közlemek ki emsalsiz varlığımın çıtasını yüksek tutup da aslında benim ulaşamadığım o rakım mı şehrin bile onay vermediği?

 

Sözün özü; yetemediğim gerçeğine biat aslında bir yatır meziyetinde mütemadiyen andığım güzelliklerin adresime uğramamasında yoksa bir adres değişikliği mi söz konusu?

 

İki sene evvel yolum nüfus müdürlüğüne düşüp de; yasalar nezdinde boşa düşmüş bir vatandaş olma şerefine nail olup alelacele yaptığım işlemler sayesinde yeniden hüviyetime kavuştuğum o coşku mu yoksa nail olmak adına beyaz sayfaya uzanıp gezgin ruhumun uğradığı duygu coğrafyalarında ben arada sırada müdahale ederken yazdıklarıma daha doğrusu transa geçtiğim saniye ve dakikalarda kısa süreliğine de olsa kozamdan başımı uzattığım…

 

Uyduruk bir hikâyeden çıkıp da yola belki basireti bağlanmış hikâye kahramanının uzayan burnuna tüneyip de dünyayı kuş bakışı seyrettiğim o minvalde, yüksündüğüm gerçek dışı hatalarım mı zaman içerisinde vakıf olsam bile doğruya yine toz konduramadığım iç sesimde ben hala nasıl oluyor da tökezlemeyi beceriyorsam…

 

En çok da severken.

 

Sevmeyi bir engel gibi görenlere değil sevgiye biat yaşayanlara dokunma isteğim…

 

Üstelik sadece bizi sevenleri de değil sanırım bir ön söz getirmek adına hayata ve güzele olan inancın taştığı bentlerden.

 

Özgürlüğümü ilan ettiğim bir gerçek.

 

Bazen özgürlüğümü siper ettiğim de…

 

Sevdiğim koca bir gerçek ve egomun daha da küçülmesi adına an gelip kendime olan sevgimden üreyen insan sevgim ve hatalarım ve ısrarla saygı duymaksa içimdeki cepkene artık nasıl oluyorsa istimlâk edilmiş olmanın verdiği sıkıntıyla başa aldığım her yeni gün.

 

Günü milat bilip.

 

Aslında miadı dolmuş umudun ve hayal dünyamın da yeni milatlara ihtiyacı olduğu.

 

Bir ihtiyaç, evet.

 

Bir zorunluluk belki de.

 

Bakış açısı.

 

Ama çok çok ötesinde değişken duyguların ılıman yükümlülüğünde benim bile ayırdına varamadığım.

 

Hanelerce insan.

 

İnsanlarca yok olmaya mahkûm.

 

Yokluğun açılımı aslında varlığın yetemediği.

 

Varlık nasıl ki kutsal aslında sevgi ve öğretiler değil mi nakşeden düzende devriâlem hüküm süren duygular…

 

Tasniflediğimiz.

 

Özetlediğimiz.

 

Özgünlüğün ruhuna ket vurup aynılaştığımız.

 

Zamanı eleyip durağanlaştığımız.

 

Belki de posta koyup-amiyane bir tabirle-yozlaştığımız.

 

Gecenin ikbali sabahsa.

 

Aşkın fıtratı zulümse.

 

Zulüm ne kadar göreceli olsa da aşkın gazabına uğramaktan haz duyduğumuz.

 

Duyduğumuz seslerin aslında bir hayal olma ihtimali.

 

İhtimaller dâhilinde yüksündüğümüz gerçeklerin aslında nasıl nasıl da acıttığı.

 

Canımız acısa da… sevmeyi ve yaşamayı şiar edindiğimiz ötesinde hala tutunmak adına hayata illa ki tutunduğumuz hayallerimiz belki de asla gerçekleşmeyecek illa ki uydurduğumuz masallarda bizler saklı hikaye kahramanları iken yüreğimizin yazgısında başşehir iken umut…

 

 

 


( Gerçekler Acıtırken... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 23.11.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.