BİR  ÖĞRETMEN  BİR  HAYATI  NE  KADAR  DEĞİŞTİREBİLİR? 

Ortaokul  3.  sınıftaydım.  Babam  hayatta  olmakla  birlikte  ekmek  parası  derdinden  mi desem  yoksa  ev  hayatı  onu  çok  sıktığından  mı  desem veyahut  sorumluluk  denen  mefhumla  hiç  arası  olmadığından  mı  desem  İstanbul'da  da  çok  güzel  para  kazanması  mümkünken elinde  takım  çantası  şehir  şehir  gezerek  daktilo  ve  hesap  makinesi  tamir  ederdi  o   genellikle  evde  olmadığı  için  de  bir  bakıma  babasız  büyüdük. Baba  otoritesi  denen  şey  bizim  evde  mevcut  değildi.

Rahmetli  annem  deseniz  okuması  yazması  bile  olmayan  Allah'ın  garibanı  bir  kadın  olup  kırk yılda  bir  eve  gelen  babamdan  neredeyse  7/24  dayak  yerdi  ama  yine  de  ''Kocamdır,  döver  de  sever  de ''  derdi,  sevdiğine  hiç  şahit  olmasak  da...

İşte  böyle  bir  aile  içinde  ergenlik  dönemine  girmiştim. 

Böyle bir  aileden  hırlı  adam  çıkmaz  elbette.  Haliyle  ben de  hırsızdım.

Yok  yok  mecazi  anlamda  değil,  bildiğiniz  hırsızdım.

Hırsız  olmasına  hırsızdım ama  elbette  hayatta  hiç  kimse  anasından  hırsız  olarak  doğmuyor. Mutlaka  birilerinden  öğreniyordu. Ben  de  hırsızlığı  arkadaşlarımdan  öğrenmiştim.

İlk  hırsızlıklarımız  masum  hırsızlıklar  olup  her  çocuğun  yaptığı  şeylerdi:  Komşu bahçelerden  erik  çalmak...

Zamanla  işi  biraz  büyütüp  kümeslerden yumurta,  bakkal  dükkanlarının  önünden  depozitolu  meşrubat  ya  da  içki  şişesi çalma  olayları  başladı.

İşi biraz  daha  büyüttüğümüzde  artık  yumurta  yerine  direkt  tavuk  çalmaya  başladık. 

Aslında  yaptığım  bu  hırsızlıklardan  sadece  biri  babamın  kulağına  gitse  vücudumda  kırılmadık kemik  bırakmazdı  ya  amaaan  ne  zaman  gelecek  de  ne zaman  haberi  olacak?  Aldırmazdım.

Öte  taraftan  bayağı  da  zevkli  oluyordu  çalmak. Tilki  gibi  bir  kümese yaklaşmak,  ses  etmeden  kümesin  kapısını  açmak,  tavuk  daha  gıt  demeden  hemen  boynundan  yakalayıvermek...Aksiyon,  macera,  adrenalin   ne  ararsan  var. 

Bir  müddet  sonra  benim  çete  başı  işi  daha  da  büyüttü.  Ama  yaptığı  iş  bana  çok  çirkin  görünüyordu.  Çünkü  okula  dadanmıştı.  Hatta  öyle  ki  öğretmenler  odasındaki  öğretmen  önlüklerinin  ya  da  askıya  bırakılmış  paltoların,  mantoların  ceplerinden  para  yürütmeye  başladı.   

Bu  bana  çirkin  ve  iğrenç  görünse  de  ben  de  artık  çetenin  bir  üyesiydim  ve  kendim  de  başka  hırsızlıklar  yaptığım  için  hiç kimseyi  ele  veremezdim. Çirkin  ve  iğrenç  bulmama  rağmen  maalesef  erkete  görevi  de  yine  bana  aitti.

Bir  Pazar  günüydü.  Çete  başı, ''  Haydi  okula  dalıyoruz ''  dedi.

Pazar  günü  okuldan  ne  çalınabilirdi  ki?  O  zamanlar  öyle  bilgisayar  filan  yok.  Yani  okulda  çalmaya  değer  bir  şey  yok.

'' Ne  çalacağız  ki?''  diye  sordum. 

Çete  başı  ''  Öğretmenler  odasının  kapısını  açık  unutmuşlar.  Öğretmen önlükleri de  öylece  asılı  duruyor.  Bakarsın  bir  tanesinde  olsun  para  çıkar.  Haydi  göreyim seni  Sami ''  Deyince  iliklerime  kadar  titredim. Ben  yapacaktım  bu  sefer...Öğretmenlerimin  önlüklerinden  para  çalma  işi  benimdi.  

Okul  binasının  dışında,  bahçede  küçük  bir  oda  olan  öğretmenler  odasına  doğru  süzüldüm.  Çete başı  ve  diğer  elemanlar  alçak  bahçe  duvarının  üzerinde  erketedeler.

Öğretmenler  odasına  girip  karşımdaki  ilk  önlüğün  cebine  elimi  sokmamla birlikte  kıskaç  gibi  bir  el  bileklerimden  yakaladı.  Bu,  okulun  yaşlı  hizmetlisiydi (  o  zamanlar  hademe deniyordu)

-Gel  bakalım  hırsız  oğlu  hırsız...

Fena  yakalanmıştım.  Ama  o  anda  aklıma  gelen  tek  şey  babam  oldu.  O  asla  hırsızlık  yapmamıştı  hayatı  boyunca.  O  halde  neden  hırsız  oğlu  hırsız  oluyordum  ki.  Hırsız  olan  bendim  sadece.

Hademenin  bir  iki  tokadı  sonunda  adımı,  soyadımı,  sınıf  ve  numaramı  verdim  ona  ama  diğer  elemanlar  hakkında  tek  satır  kelam  eylemedim.  Yani  eylemi  tek  başına  düşünmüş,  tek  başına  organize  etmiş ve  tek  başına  fikirden  fiiliyata  sokmuştum (!)

Ertesi  gün  okula  gitmedim.  Daha  sonraki gün  de..Bir  sonraki  gün  de...  Lakin  bu  sefer  de  devamsızlıktan  sınıfta  kalacağım  ve  okula  gitmediğim  babamın  kulağına giderse  ayvayı  değil ağacını  yedirirdi. 

Çaresiz  bin bir  güçle okulun  bahçesinden -  azcık  da   çete  arkadaşlarımın  yardımlarıyla  -  okula  girmeye  başladım  ama  tehlike  geçmiş  değildi.

Bir  iki  gün  böyle  geçtikten  sonra  bir  gün  okul  nöbetçi  öğrencisi bizim  sınıfın  kapısını  tıklatıp   tam  olarak  beni  ve  bizim  çete  başını  okul  müdür  yardımcısının  çağırdığını  söyledi  dersteki  öğretmene.

''Aha  da  buraya  kadarmış  Sami''  diye  düşünüyordum artık. Resmen  idama  gidiyordum.  Sınıf  ile  Müdür  Yardımcısının  odası arasındaki  yol  sanki  ''Yeşil  Yol ''

Kendimi  dışarı  atıp  sonra  da  bir  arabanın  önüne  atmayı  düşünüyorum. Çünkü  hırsız  olduğum  babamın  kulağına  giderse  babam  çok  daha  fenasını  yapacak.  Hem  çok  daha  fenasını  yapacak  hem  de  okuldan  alıp  artık  ayağımın sakat  olduğuna  da  bakmadan  en  ağır  işe  sokacak.  Yani  en  iyi  ihtimalle  okul  hayatım  sona  ermiş  durumda.

Can  tatlı  elbette. Kendimi  bir  arabanın  önüne  atmadım.  Hem  o  yıllarda  bizim  okulun  bulunduğu  caddeden çok  nadir  araba  geçerdi. Müdür  yardımcısının  odasına  gittik  iki  kafadar.

Müdür  yardımcısı  '' Evladım  siz  bela  mısınız ?''  dediğinde  dizlerimin  bağı  çözüldü.  Eyvah  ki  eyvahhhh. 

Bu  sorunun  ardından  ''  Utanmıyor musunuz  hırsızlık  yapmaya?''  Sorusu  geleceği  kesindi. Demek  ki  çete  başı  da  yakayı  ele  vermişti.

Müdür  Yardımcısı  sert  bir  ses  tonuyla  devam  etti:

''Size  kaç  defa  diploma  için  fotoğraflarınız  gerekiyor.  Fotoğraf  çektirip  getirin  demedim  mi  ben?''  Diye  devam  edince  nasıl  bir  '' Ooooohhhhhh ''  Çekmişim  Allah  bilir.

''Derhal  çektireceğim  hocam ''  dedik  ikimiz  de...

Tam  kapıdan  çıkacağım,  seslendi  yine  

-Sami  sen  az  kal.  Seninle  konuşacaklarım  var.

Yok arkadaş.  Resmen  kedinin  fareyle  oynadığı  gibi  oynuyor  benimle.  Neredeyse  ''  Ulan  okuldan  atacaksın  belli.  Ne  diye  fotoğraf  istiyorsun  ki?  Sabıka  kaydı  mı  tutacaksın ?''  Diye  parlayacağım.

-Buyurun  hocam

- Sen  geçen  Pazar  niçin  okula  bahçeden  girdin?

Böyle  bir  soruya  hazırlıklıydım.

-Kitaplarımı  okulda  unutmuşum.  Onun  için.

-Kitaplarını  öğretmenler  odasında  mı  arıyorsun?

-Belki  bir  öğretmenim  görüp  buraya  getirmiştir  diye  düşündüm  hocam

-Haydi  kabul  ettim  diyelim. Tarih Öğretmeni  Makbule  Hanımın  önlüğünün  cebinde  ne  işin  vardı? (  O  zamanlar  Tarih,  Coğrafya  ve  Yurttaşlık  bilgisi derslerine  ayrı  ayrı  öğretmeler  girer  ama  ders  karnede Sosyal  Bilgiler  olarak  görülür  ve  üç  öğretmenin  notunun ortalaması  karne  notu  olurdu ) 

(Öğretmenimin  adını  unuttum  maalesef.  O  yüzden  de  ona hem Başöğretmen  Atatürk'ün kız  kardeşinin  hem  de asıl  adı  Fatma  olduğu  halde Rahmetli  Hacı  Dedemin  ve  dolayısıyla  herkesin Makbule  dediği  annemin adıyla  hitap etsem  yanlış  olmaz  sanırım. ) 

İşte  bu  soruya  verilebilecek  hiç  bir  cevabım yoktu.  Yer  yarılsaydı  da  içine  girsem  iyiydi.

-Şeyyy  hocam.  Makbule  hanımmmm.

Müdür  yardımcısı  kaşlarını  çattı,  sert  set yüzüme  baktı.

-Sen Makbule  Hanıma  dua  et. Eğer  o  ''  Ben  Sami'yi  bilirim.  Onu  ben  yetiştirdim.  benim  yetiştirdiğim  bir  evlat  hırsızlık  yapmaz.  Çocuğu  sakın  ola  disipline  vermeyesiniz''  demeseydi  halin  haraptı.  

Evet  değerli  Hocam. 

Allah'ın  rahmeti  üzerine  olsun.  

Sen  benim  hayatımı  kurtardın,  ben  senin  adını  bile  hatırlamamanın  utancı  içindeyim.

Ben  de  senin  gibi  bir  Tarih  Öğretmeni  olarak  sana  layık  bir  evlat  olmaya  çalıştım  elimden  geldiği  kadar. Elimden  geldiği  kadar  tüm  öğretmenlik  hayatım  boyunca  evlatlarımı  doğru  insanlar  olarak  yetiştirmeye  çalıştım.

Senin  '' Ben  Sami'yi  bilirim ''  sözün  bir  hırsızı  bir  Tarih  Öğretmenine  dönüştürdü.  

Maalesef  sen  bunu  göremedin  sevgili  Öğretmenim. 

İsmini  unutsa  da  seni  asla  unutmayacak  olan  bu   vefasız  öğrencini  bir  kez  daha  affedebilecek  misin  o  engin  sevgin  ve  hoşgörünle?

-------------------------------------

24  KASIM  ÖĞRETMENLER  GÜNÜ  MÜNASEBETİYLE   BENİM  ASIL  KİŞİLİĞİM  ÖĞRETMENLİĞİMDİR DİYEN BAŞÖĞRETMEN  ATATÜRK  BAŞTA  OLMAK  ÜZERE EBEDİYETE  GÖÇMÜŞ  TÜM  ÖĞRETMENLERİMİZE  ALLAHTAN  RAHMET  DİLİYOR,  HAYATTA  OLAN  TÜM  MESLEKTAŞLARIMIN-  BÜYÜK  KÜÇÜK  AYIRIMI  YAPMADAN  ELLERİNDEN  ÖPÜYORUM. 

RESİMLER:

1- Yazımda  bahsi  geçen  okulum.  O  okulun  adı  zamanında  Beykoz  Ortaokulu  idi. 2012  yılında  ziyaret  ettiğimde  ise  bu  haldeydi.
2- Hayatta  olan (  Sanırım )  tek  öğretmenim:  Bakırköy  Lisesi  Biyoloji  Öğretmeni  İnci  Hanım
3- Kocaeli- Akmeşe  Yatılı  Bölge  Okulundan  bir  grup  öğrencim  ve  Müdür  yardımcısı  Münür  Hüsrev  Göle  ile  birlikte  Anıtkabir  Ziyaretimiz. 

( Bir Öğretmen Bir Hayatı Ne Kadar Değiştirebilir? başlıklı yazı Sami Biber tarafından 24.11.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.