Bu lanetin sonlanması gerek.

 

Doğum kâğıdımı dün gece kaybettim ve bu yüzden veraset ilamımı bir türlü çıkartamıyorum.

 

Eski ben’den yana derdim. Şimdi bir kumpas desem de ahir zamanda hangi kulpu olacağım hayatın, yazmakla iştigal aslında bir görev gibi algılansa da şerh düştüğüm zamansız iflasımı ve düş perhizine girdiğim son kırk sekiz saati yoksa sene mi demeliydim?

 

Aslında sonlanan çokça lanet var. Misal.

 

Göğün konçertosunu duymuyor musunuz?

 

Bakın, şehir de boşalıyor.

 

İçimdeki mekanizma varla yok arası düzeni daha bir ihlal ediyor.

 

Tapınağıma geldim işte ve dolma kalemin mürekkebine duyduğum özlemle az sonra yazdığım ilk yazının çıktısını alacağım. İyi de nereye kayboldu ki?

 

Yüzümde terennüm saklı ve gamzelerinde ömrün gülücükler filan da sunmuyor sevgili.

 

Ölümüne kadeh kaldırdığım lanetin arka yüzü ama ölen bir önceki lanet.

 

Kadehin içinde de kola var ve yanında kocaman bir simit.

 

Mideme gönderme yapıyorum ve sabah olmadan düşeceğim yollara ve en yakın… yakın kim kaldı ki azizim?

 

Zamanın ve mekânın albenisine istirham filan etmiyorum ne de olsa benim saatim o gece hastane tuvaletinde durdu.

 

Saat tam olarak sekizi yirmi geçiyordu ve nabzını alamadıkları üç hastadan biri olan… şimdi bu hasta benim annemdi, desem diyeceksiniz ki ajitasyon yapıyor!

 

Ne yani; kadının kalbi topluma odaklı atmıyor ki varsa yoksa benim gibi bir arıza evlat.

 

Üstünkörü yazmıyorum sadece içimin emretmediği ama yüreğimin de mevsimsiz ölümüne binaen kırgınlık ihmalini de es geçip…

 

Dokusunda filan saklı değilim artık hayatın aslında arkadan geliyorum ben hatta gelmedim bile hatta ve hatta… kayboluyorum işte, az sonra bu yazı da silinecek ne de olsa ruhumu teslim etmeye saniyeler kaldı.

 

Şairlerin tutanağına bakıyorum da ve yakıt ikmali yapıyorum gün ölmeden ki ölümün ardından üç beş Yasin okusun annem ne de olsa kadın benim gibi arkadan geliyor aslında arkamı topluyor aslında arkamı toplayan çok insan var yoksa bana mı öyle geliyor?

 

İki gündür okuduğum bir kitabın etkisinde olma ihtimali ile ara verdim okumaya.

 

Aşkın Cellâdı… yüksek lisans yaptığım yıl büyük bir özveri ile önermişti bölüm başkanım.

 

Aradan geçen onca zaman ve şimdi aynı yazarla kesişti yolum.

 

Akla zarar tıpkı benim olduğum gibi.

 

Nietsche ağlasa bana ne ağlamasa ne yine de duygu ikmali yapma gerekçemle bu kitaba baş koydum.

 

Bir dürtü ile başladım okumaya.

 

Hastane tuvaletinden çıkıp da kendime yeni bir saat aldığım gün söz vermiştim anneme:

 

‘’Benim için ağlama anne.’’

 

Aslında bu, bir emir kipiydi ve tek sözümü de tutamadım.

 

O dürtüden çıkıp da yola Irvin D.Yalom’a sormak adına yeni bir mektup yazmaya karar vermeden biliyordum ki ben bu yazarı-aslında ilgi alanı psikoloji olan-çözmeliyim.

 

Sanırım on yıllık bir ömür biçti hastasına lakin sözünün eri olmayan bir doktor ve hasta ilişkisinden ne beklenir ki?

 

Etik denen olgu ve her nasılsa bir psikiyatrisin hastalarını bir bir lanse ettiği o doku.

 

Ve Nietsche’nin sorduğu üç sorudan biri:

 

‘’Kör olacak mıyım?’’

 

Ve ikincisi:

 

‘’Bu hastalığım bir ömür boyu mu sürecek?’’

 

En sonuncusu:

 

‘’Delirecek miyim?’’

 

Kimin ne bilmek istemediğini kim belirleyebilirdi ki?

 

Kısaca ölmeme arzusu…

 

Teşrif eden masallar işte hepimize biçilen hayatlar ve hoyrat kelamın gazabına uğrayıp içime filan da dönmeden büyük bir aşk ile yazmaya… doyamadığım elbette demeyeceğim ne de olsa Sağır Sultan duyduğu ilk günden beri kulak tıkacını asla çıkarmıyor kulağından.

 

Yenik düşmekse bir pes ediş belki bir sunum belki çok gereksiz bir edim sanırım bende alışkanlık olmuş her reddedildiğimi hicapla yüklenip kollarımı yeniden açtığım doğası sevginin, o yakıt ikmalinde de doyumsuzca kol kanat gerdiğim sevgi adına ne varsa.

 

Sevdiğim kadar mutluyum ben demek bir yana kendimi bir t-cetveline yerleştirip sonra da pergeli saplayıp ve koordinatları da tespit ettikten sonra… konum atacak değilim zaten konum atmayı ne biliyorum ne de merak ediyorum.

 

Merak ettiğim varsa yoksa hangi ruh haline bürüneceğim bir gün sonrası itibari ile ben gardımı alıp da yakarırken Yaratana, sadece ne mi istiyorum? Bırakın da bunu sadece O bilsin yine de söylemeden duramayacağım:

 

Belki bir ön söz belki ara sıcak belki çayın yanında kurabiye gibi tek istediğim çayımın yanında bana eşlik eden gülücük kurbanı olmuş insanlar. Gülümsemek ve sevmek bu kadar zararsız ve naif bir sunum iken… aslında Yaratanın gülümsediğine tanığım da yoksa gecenin bir vakti ben güneşin parladığına şahit olur muydum?

 

Tıpkı mevsimin de asla önemli olmadığı içimizin sıcaklığını evrene yayarken bir şekilde ahmakıslatana da yakalandığım/ız.

 

Evet, en çok benim yakalanan.

 

Güneşli bir yaz günü bile eve sırılsıklam dönmüşken ya da soğuk bir Kasım günü, incecik bir elbise ile kendimi dışarı atmışken.

 

Aklımın ipleri aslında sadece bende asılı; aslında kumanda O’nda olsa da sadece ve sadece bana iş düşüyor.

 

Nietsche ağlasa da buna tek tanık yine Yaratan.

 

Ben yazarken ve yaşarken ve severken ve ağlarken de tek tanığım sadece O akabinde görücüye çıkan sefil kalemim.

 

Ahmak bir yüreğin sahibesi olduğum…

 

Adil olmayan bir düzene ait bendenizin…

 

Ama basit bir cümle olmak istemediğim gerçeği aslında çapraşık olmayı en çok benimsediğim: üstelik çocukluğumdan beri bir kaos ortaklığında ben hayata çok başka bir pencereden bakıp da her nasılsa kafa üstü çakılmadığım…

 

O zaman son sözü Nietsche’ye bırakıp çekileyim ben aradan:

 

‘’Kendi kendini sorgulamaktan daha kutsal bir şey olabilir mi?’’

 

Sevgiler.


( Nietsche Ve Ben... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 28.11.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.