İSLAM  DÜNYASI  GERÇEK  İSLAMLA  HİÇ  BİR  ZAMAN  BULUŞAMAYACAKTIR.  NEDEN  Mİ?
------------------------------------------------

ASLINDA  HER  ŞEYİ ŞU  İKİ  RESİM  ANLATIYOR  BİZE. AMA  SİZİ  BİRAZ  YORACAĞIM  BU  ÇOK  UZUN YAZIMLA...
--------------------------------------------------

İslamiyetin  ortaya  çıkışı Batı Roma  İmparatorluğunun yıkılış  tarihinden yaklaşık  yüz  sene sonra  olmuştur. Tarih  devirleri  dediğimiz  dönem  açısından  bakarsak  bu  zaman  dilimi  hep  karanlık  çağ diye  adlandırdığımız  Ortaçağın  başlangıcıdır.

Ortaçağ  476  Yılında Batı Roma İmparatorluğunun  yıkılışı  başlar  ve  İstanbul'un  fethine kadar,( Doğu  Roma  yani  Bizans  İmparatorluğunun  yıkılışı) yani  1453 e kadar  devam  eder.

Bu  çağın  başlangıç  yıllarında  bilinen  dünya  gerçekten  de  karanlıklar  içindedir. Afrika  pek  bilinen  bir  kıta  olmadığından  Avrupa  ve  Asya  ne  alemdeydi  diye  soracak  olursak  Avrupa  barbarlığın,  vahşetin,  cehaletin  kol  gezdiği,savaşlar  nedeniyle  kanın  oluk  oluk aktığı topraklardır. Asya  da  ondan  farklı  değildir  elbette  ama  Asya'nın  durumunu  çok  da fazla  bilmiyoruz.  Bildiğimiz  daha  çok Arabistan  yarımadası.

Arabistan  yarımadası  ile  ilgili en  çok bildiğimiz,  insanların  kız  çocuklarını  diri  diri  toprağa  gömdükleridir  ki İslamiyet  gelmeden  önce  Hz.  Ömer  bile  kız  çocuğunu  toprağa  gömenlerden  biridir.  Ancak  cehalet  ve  sefahat  bununla  sınırlı  değil.  Mesela zengin  ve  asil (!)  kadınlar  evleneceği  erkeği  seçmek  için  bir  sürü  erkekle  yatıyor,  içlerinden  en  beğendiği  ile  evleniyor.  Bu  derece  berbat  bir  hayat  var. 

Sonra  bilindiği  gibi  Hz.  Muhammed'le  birlikte  bir  devrim  yaşanıyor  Arabistan  topraklarında.  Cehalet  dönemi  ''Asr-ı  Saadet ''  denilen  bir  döneme  dönüşüyor.  Gerçi  Asr-ı  Saadet  döneminde  de  cahiliye  döneminden  kalma  alışkanlıklar  var  ama  toplumun  geneline  yaygın  değil.

Nihayet  Türklerin Müslüman  olmasıyla  birlikte gerek  Türk  Dünyasında  gerek  diğer  İslam dünyasında  muazzam  bir  gelişme  kaydediliyor. Bilimde oldukça önemli  ilerlemeler  oluyor. Yani  özellikle  11.  Yüzyıldan itibaren  Ortaçağ  artık  İslam  dünyası  için  karanlık  bir  çağ  değildir. O  bakımdan  da bizim  bazı  yazar  çizer  takımının  sık  sık  dile  getirdiği  ''  Ortaçağ  Karanlığı '' aslında  İslam  Dünyası  için  değil  tam  tersine  Avrupa  dünyası  için  geçerli.  Çünkü  onlar  hâla  cahiliye  döneminden  kurtulamamışlar.

Evet,  aynı  asırlarda  Avrupa  yine  karanlıklar  içinde... Asya - tamamı  olmasa  da  çok  büyük  bir  bölümü-  yeni  bir  dinle  aydınlığı  yakalamışken  Avrupa'da  din  insanların  başının  belası  haline  gelmiş.  Papaların ve  diğer  din  adamlarının ellerindeki  aforoz  yetkisi,  günahlardan  kurtulmak  için  satışa  çıkarılmış  olan  endülüjans  denilen tapulu,  imarlı,  ifrazlı   cennet  arazilerinin  satışı,  din  ile  ilgili  en  küçük  bir  sorgulamanın  ''  İçine  şeytan  girmiş ''  suçlamasına  dönüşmesi,  en  küçük  bilimsel  araştırmanın  cadılık  olarak  nitelendirilmesi,  '' Dünya  dönüyor''  veya  ''  Dünya yuvarlaktır''  demenin  suç  olduğu  ve  Engizisyon  mahkemelerince  bu  suçu  işleyenlerin  en ağır  işkencelerle,  bazen  yakılarak  öldürülmesi, Feodal  kralların   ilk  gece  hakları...[ Evlenen  köylü  bir  kadının  bekaretine  son  verme  hakkı  derebeye aittir.  Derebeyi  isterse  bu  hakkını  kullanır ] Saymakla  bitecek  gibi  değil...

Avrupa'nın  bu  karışık  durumu  yüzlerce yıl  sürer.  Ta  ki  Martin  Luther  diye bir  papaz  ortaya  çıkıp Almanya'da  Wittenberg  Kilisesinin  kapısı  önünde  kendisine  gönderilen  afaroz  belgesini  yaktıktan  sonra  " Tanrı ile kul arasına kimse giremez. Günahları ancak Tanrı bağışlayabilir. Hıristiyanlar endüljans satın alarak günahlarından arınamazlar. Öbür dünyada mutluluğa ermek için iman yeterlidir. Kiliseyi düzeltmek için, onun elindeki serveti almak gereklidir. Ancak o zaman kilise kendisine düşen dinsel görevleriyle uğraşır. "  Diyene  kadar...  

Bununla  da  kalmaz  Martin  Luther,  doksan beş  maddelik  bir  bildiri  yazar  ve  aynı  kilisenin  kapısına  yapıştırır  bunu. Endülüjansı  da,  aforozu  da, Papaların, din  adamlarının  ellerindeki  dini ve  siyasi ( özellikle  siyasi )   yetkileri de,  hepsini  reddetmekte,  baş  kaldırmaktadır. Dahası  insanların  eşit  olduğunu  da  savunmaktadır. ( Yanlış  anlaşılmasın.  İnsanların  derken  sadece  Hrıstiyanları  kasteder  aslında.  Zira  azılı  bir  Müslüman  düşmanıdır ) 

Avrupa'nın  feodal  prenslerinden  bir  kısmı  Martin  Luther'i  destekler.  Çünkü  onlar  da  bıkmışlardır  papanın,  dolayısıyla  da  dinin  ellerini  kollarını  bağlamasından.  Papa  olacak  dümbüğün ikide bir  asasını  sallayıp  ''  bak  seni  aforoz  ederim  haaa ''  diye  korku   salmasından.

Martin  Luther  ile  başlayan  bu  devrime  daha  sonra  Kalven  de  ses  verir  Fransa'dan.  Hatta  İngiltere'de  Kral  VIII.  Henri  ''  Yetti  lan  gari.  Bundan  sonra  sana  bağlı  değilim.  Aforozunu  filan  da  sallamıyorum''  Diye  Papaya  resti  çekip  Anglikan  mezhebi  denilen  bir  mezhep  bile  kurar. ( Daha  sonra kellesini  alacağı bir  kadın  uğrunadır  aslında  tüm  bunlar )    

Bu  arada  yine  bir  Alman  olan  Jan  Gutenberg'in icat  ettiği  matbaa  giderek  daha  modern  hale  gelmiştir  ve  Papanın  tüm  yırtınmalarına  karşın  kitaplar  basılmaktadır.  En  önemlisi  de o  güne kadar  sadece  Latince  olduğu  için  kimsenin  bir  halt  anlamadığı  İncil  her  ülkenin  kendi  diline  çevrilerek  basılır  ve  dağıtılır.  Böylece    Hrıstiyanlar  İncilde  yazanlarla  peder  efendilerin  anlattıklarının çok  farklı  olduğunu görürler. 

Kilise  geri  adım  atmaya  başlar.  kendini  toparlamaya  çalışır.  Aksi  halde  Papalık  diye  bir  makam  kalmayacaktır.  Sonunda  siyasi  yetkilerden  vazgeçer ( ya  da  ite  ite  vazgeçmek  zorunda  kalır  diyelim )  Bunun  sonucu  olarak  sanat  en  olgun  meyvelerini  işte  bu  dönemde  vermeye  başlar  ki  buna  Rönesans  diyoruz.  Bilimde  de  artık  serbest  düşüncenin  önü  açıldığı  için  muazzam  ilerlemeler  kaydedilmeye  başlanmıştır.  Din  Avrupa  için  artık  bir  engel  olmaktan  çıkmıştır  çünkü.

Avrupa  karanlıktan  aydınlığa  çıkarken  Asya  kıt'asında  ne  oluyordu  peki?

Asya  kıt'ası  oldukça  uzun  süre  sermayeden  yedi.İlk  zamanlarda fetihlerle  elde  edilen yeni  topraklar,  yeni topraklardan  ele  geçirilen  servetlerle  bir  müddet  bolluk  ve  refah  içinde  yaşadılar  ama  bu  bolluk  ve  refah İslam  dünyasını  tekrar  cahiliye  dönemine  döndürmeye  başladı.  Öncelikle  yöneticiler, daha  sonra  zenginler  ve  nihayet  sade  halk  bilim,  ahlak  ve  din  eksenli  bir  hayat yerine  eğlence  ve  zevk  eksenli  bir  hayat  yaşamaya  başladılar.  Ancak bazı  alimler  ''  Hayır,  bu  İslami  yaşam  değil ''  dediler  ve  etraflarında  İslami  yaşam  halkaları  oluşturmaya  başladılar.  İşte  bu halkalar  zamanla  tarikatların  doğmasına  yol  açtı. 

Tarikatlar  kuruluşları  itibariyle  İslami  yaşamı  amaçlamıştı   ancak asırlar  süren  uzun  zaman diliminde ( Özellikle  de  günümüzde ) giderek bozuldular. Her  birisi  aynı  zamanda  bir  medrese  olan,  dini  bilimler  yanında  matematik,  fizik,  astronomi,  felsefe ve  daha  pek  bilimin  merkezi iken  yavaş  yavaş  sadece  dinin  konuşulduğu  merkezler  haline  dönüştüler. Giderek  din  de ''Hz. Muhammed  Miraca  rüya  halindeyken  mi  çıktı  yoksa  bedenen  mi ?''  konularına  indirgendi.  Mesela  ''hastalıkların çaresi  olarak  ne  gibi  ilaçlar  bulmalıyız,  ne  gibi  bilimsel  çalışmalar  yapmalıyız?'' ın  yerini  ''  Karın  ağrısına  hangi  dua  daha  iyi  gelir?''   konuşulmaya  başlandı.  Daha  önce dericilikten marangozluğa, çiftçilikten  hayvancılığa  her  türlü  üretimin  içinde  olan  ve  ''  veren  el alan  elden  üstündür ''  anlayışıyla  hep  veren  durumunda  olan  tarikatlar  zamanla  hep  alan  merkezler  oldular. Birer  ticari  kuruluş  haline geldiler. Öyle  ki  günümüze  gelindiğinde  yanmaz  kefenden, rüyada  peygamberimizi  gösteren  terliğe  kadar ne  ihtiyacınız (!)  varsa  bu  tarikat  ve  cemaatlardan  temin  etmeniz  mümkün. Kısaca  Avrupa  ilerlerken İslam  dünyası  hızla  cahiliye  dönemine  doğru koşmaya  başlamış  durumda. 

Avrupa'da  Rönesans'ın  ve  Reform'un  yaşandığı  yıllarda İslam  dünyasının  en  güçlü  devleti  olan  Osmanlı  Devletiydi  ve  başında Muhteşem  Süleyman  bulunuyordu  ama gerilemenin  sinyalleri  ta  o  zamandan  başlamıştı. Mesela günümüzde Türk-  İslam  Dünyasında bütün  Alevi ve Sünni Müslümanların,  hatta  dinsizlerin  bile  sevgisine  mazhar  olmuş  olan  Yunus  Emre'nin 

Cennet cennet dedikleri 
Birkaç köşkle birkaç huri 
İsteyene ver onları 
Bana seni gerek seni 

Şiirini  okuduklarından dolayı  bazı  insanların  katli  için  fetva  vermişti  Şeyhülislam  Ebu Suud  Efendi.    Gerekçe: Bu  şiirde  cennet  hakkında  söylenen  sözler çirkindir,  dinsizliktir..(İstanbul Millet Kütüphanesi şeriye no. 80’de kayıtlı Fetâvâ-yi Ebu’s Suud adlı eserde 217a ve 217 b’de kayıtlı ) 

Tekrar  Avrupa dünyasına  dönecek olursak.

Dini  baskılar  üzerlerinden  kalkan  Avrupa  bilim  ve  sanatta  muazzam  bir  gelişme  ve  hız  yakalayınca  aynı  zamanda  daha  dindar  oldu mu  peki?  İlk  bir  asır  için '' belki evet ''  diyebiliriz.  Lakin  üzerlerindeki  din  baskısı  kalkınca,  buna  paralel  olarak  refah  seviyesi yükselince kiliseye  daha  az  gider,  dinle daha  az  ilgilenir  oldular.  Ya  da bilimden  asla  taviz  vermeden  ama her şeyden  zevk  almayı, zevk  için  yaşamayı yaşamlarının  merkezi  haline  getirmeye başladılar. ( Günümüzde  geldikleri  nokta budur. ) 

Tanrı  inancı,  hayatının   tek  gayesi  zevk  olan  insan  için  sıkıcıdır.  Haydi  bir  yaratıcının  var  olduğu  kabul  edilse de  peygamber,  melek,  şeytan,  günah,  cehennem  gibi    dini  kavramlar  hedonizme  terstir.  İşte  bu   noktada  öncelikle  '' Sadece  yaratan  ama  hiç  bir  şeye  karışmayan,  efendi  efendi  köşesinde  oturup  dünyada  olan  biteni  seyreden ''  bir  tanrı  inancı  gelişti  Hrıstiyan  dünyasında. Tabii  ki  peygamber  ve  diğer  kavramlar  yoktu  bu  inancın  içinde. Buna  Deizm  dendi.  Önemli  bir  kısmı  ise  ''  tanrı  da  yok  kardeşim.  ne  Tanrısı  ne  yaratıcısı?  Dünyada  gerçek  olan  tek  şey  vardır  o  da doğarsın,  yaşarsın,  ölürsün  ve  yok  olursun.  O  halde  bu  aradaki  zamanı  en  iyi şekilde  eğlenerek  geçirmeye  bak '' dediler  ki onlara  da  Ateist  diyoruz.  Yani  kısaca  özetlemek  istersek önce daha insancıl  bir  Hrıstiyanlık, daha insani  bir  Hrıstiyanlıktan  da  Deizme  ve  Ateizme  atladı Hrıstiyan  Avrupa. 

Aslında bugün  Hrıstiyan  Avrupa  diye  bir  şey  yok  diyebiliriz rahatlıkla.  Gerçek  olan  deist  ya  da  ateist  bir  Avrupadır.  Hrıstiyanlık  ise  nostaljik  bir  hatıra. Ara sıra  anmanın  kimseye  zararı  olmuyor. 

Evet,  İslam  Dünyasında  da   bir  Martin  Luther  gelir  mi  bilemem. Şu  hale  baktığımızda  oldukça  zor.  Cübbeli Ahmet,  Mahmut  Hoca ya  da  Müslim  Gündüz  ve benzerlerinin  öyle  bir  niyeti  olduğunu  sanmıyorum:  Nihat  Hoca,  Mustafa Karataş  Hoca, Fatih Çıtlak  Hoca,  ya  da Mehmet Okuyan, Mustafa İslamoğlu,Caner  Taslaman gibilerin  de  Martin  Luther  olma  ihtimalleri  oldukça  uzak.  O  halde  daha  bir  kaç  yüz  yıl  bekleyeceğiz demek  ki. 

Diyelim  ki  geldi.  Diyelim  ki  İslam  Dünyasının  Martin  Luther'i  de  beklenen  Mehdi  veya  Hz.  İsa  oldu.  Ne  olacak?  Gerçek  İslam  mı  gelmiş  olacak?  

Belki  bir  yüz yıl,  bilemedin iki  yüz  yıl  sürer  bu.  Sonra?  

Sonra o  gelen  kurtarıcı sayesinde muazzam  bir  bilim,  sanat ve  refah  düzeyi  patlaması  yaşanır. Daha  sonra da  aynen  Avrupa'da olduğu  gibi  biz de ''  Amaaan  ya  ne  dini,  ne  tanrısı,  ne  peygamberi ''  der  deist  veya  ateist  oluruz. Çünkü  refah  ile insan  nefsi arasında  doğru  bir  orantı  vardır. Refah  yükseldikçe insanın  nefsi  de  yükselmiştir  her  zaman.

Yani  netice  olarak İslam dünyası  gerçek  İslam  denen  ve  ne  olduğunu  henüz  hiç  birimizin  bilmediği  o  şeye   önümüzdeki  bir  kaç  yıl  içinde  ulaşamaz.  Bir  kaç  yüz yıl  içinde  ulaşsa da  biz  görmeyiz.  Görenlerin de  uzun  süre  onunla  yaşamayacağı  neredeyse  kesindir. Bu  döngü  böyle  işliyor  maalesef. Hem diyelim  ki  hemen  yarın  geldi.  Nereden  bileceğiz  o  gelenin  gerçek  İslam  olduğunu?  Çünkü  İslam artık  herkesin  farklı  anlattığı  bir  şey. Örneğini  hiç  yaşamamışız,  nasıl  bir  şey  olduğunu  hiç  görmemişiz ve  ''  Bize  gerçek  İslamı  kim  anlatıyor?''  diye  sorduğumuzda  ''  İşte  şu anlatıyor''  diye  parmakla  gösterilebilecek  bir  tek  insan  yok ( Ya  da  ben  bilmiyorum )   ülkemizde  şu  an  itibariyle. ( Varsa  lütfen  ismini  yazın ) Binlerce  mürşidimiz(!)  var  ama  bir  tek  irşad  edebilenimiz  yok.   Müslüman  için  acı.  Müslüman  olmayanın  zaten  umrunda  değil...

Şimdi  resimlere  geçebiliriz:  Soldaki  resim  yazımda  bahsettiğim  Luther'in  95 maddelik  bildirisi... O  bidiride  kısaca  ''  Allahla  kul  arasına  hiç  kimse  giremez'' diyor. (Wittenberg  Kilisesi- Almanya...)

Sağdaki  resim  ise bizden... Şeyh Seyyid Sıbgatullah  Arvasî'nin  yazdığı  Minah  adlı  kitap...Ülkemizdeki  en  büyük  tarikatlardan  birinin  öğretileri  de  o kitapta  şöyle  dile  getirilmiş:

.....sanırım, ihlasın en güzeli kendini zorlayarak değil, rıza ve zevkle olan teslimiyet, olduğuna işareten gavs (k.s.) dedi: “şeyhimizin etba’ından ( Şeyhe  bağlanmış )  iki alim konuşuyordu, birisi diğerine dedi: '' eğer şeyh sana namaz kılmamanı emretse ne yaparsın?'' öbürü dedi: ''emre kerhen( İstemeye istemeye )  uyarım.''  Soruyu soran alim dedi : ''Ben gönüllü ve kalb hoşluluğu ile uyarım.'' ( Seyyid  Sıbgatullah  Arvasi,  Minah -Sayfa 143  Menzil  yayınları  1996 ) 

Evet,  şeyh  o  kadar  önemli  ki  o  namaz  kılmamamızı  emretse  ona  bağlılığımızdan  Allah'a  bağlılığımızı  bir  tarafa  atıp  gönüllü  olarak  namazı  bırakmamız  gerekiyor (!) Kerhen  kabul  etmek  bile  çok  ayıp(!)  çok  günah (!)

Size iki tercih  bırakıyorlar:  Ya  kula  kul  olacaksınız ve bunun  adı  gerçek  İslam(!)  olacak  ya da  '' Sokarım lan böyle  dine ''  deyip  deist  veya  ateist  olacaksınız.

 Üçüncü bir  tercih de var:  ''  Git  camiye,  kıl namazı,  tut  orucu, kes  kurbanı,  ver  fitreyi,yap  camiye  bağışını,  elin  etlisine  sütlüsüne  karışma'' türü  bir  Müslümanlık. Ki  çoğunluğun  Müslümanlığı  böyle  zamanımızda.  

 4. Tercih ise " Allah ile kul arasına kimse giremez. Günahları ancak Allah bağışlayabilir. Müslümanlar bir  şeyhe  kapılanarak,  rüyada  peygamberi  gösteren  terlik  satın  alarak günahlarından arınamazlar. Öbür dünyada mutluluğa ermek için  şeyhe  değil  Allaha iman yeterlidir. Tarikatları  düzeltmek için, onun elindeki serveti almak gereklidir. Ancak o zaman tarikatlar kendilerine düşen dinsel görevleriyle uğraşır. " diyecek. Bunu  Ayasofya'nın,  Sultanahmet  Camiinin,  Kocatepe  Camiinin  ama  özellikle   tarikatların, dergahların  kapılarına yapıştıracak  birilerini beklemek  ki  o  da  ufukta  görünmüyor  maalesef. 

( İslam Dünyası Gerçek İslamla Hiç Bir Zaman Buluşamayacaktır. Neden Mi? başlıklı yazı Sami Biber tarafından 1.12.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.