Yandım Allah

“Yandım Allah” ne mi? Meraklanmayın kimse bilmez benim lakabım, ünvanım ya da... kendimde sakladığım sıfatım...

“yağ tenceresi”

Bu ses rüyalarımdan mı geliyordu, yakaza ya da rüyet halindeyken nasıl olurdu. Az biraz daha gözümü açtım, mahmurluğumun sönüklüğüyle kulak kabarttım. Beynim bana oyun mu oynuyordu.

“Yanıyor...yanıyor...”

Daha hava henüz aydınlanmamıştı.Saate baktım, annemin salat salavat vakti. Odamın kapısını kapısını açtım, salondan antreye doğru uzandı bakışlarım. Mutfağın kapısında kaskatı kesilmiş, donmuş bir silüet, üzerinde ateş yansımaları, ucubelerin dansları vardı. “ yok, canım ben daha uyanmadım.”
“yanıyor... yanıyor” kısıklamasıyla yanına vardım... “Aman Allahım!”
Ocağın üstündeki yağ tenceresinden sanki bir volkan fışkırıyor. Perde, davlumbaz, aspiratör cayır cayır, ordan dolaplara sıçramış, kesif bir yağ kokusu.
Vay! Rahmetlim... Çaydanlığın altını yakıyorum, diye akşamdan kızartma yaptığı, yağ tenceresinin altını açmış. Sonra gidip namaza durmuş.

“Bununla geçmiş olsun” ,“Cana geleceğine mala gelsin” ,“Allah beterinden korusun” “Yaa,iyi akıl etmişşin gazı kesmeyi ya sıçrasaydı mazallah “kulak çekildi cık cık, isli duvara tık tık” ” ... Senaryoların altında bahaneler, dilemeler ve kendince çözümler... “Eyvallah!”

“Trajedi başkalarının komedisi...olur mu?”

“Yanıyor...yanıyor!” Ah, zihinsel travmam! Önceleri nefret ettim bu sözcükten...Sonra mı? Yaşamımın karabasını, sanrım ve kabusum oldu.

İlk farkettiğimde koltuk altlarına dürtülen insanların ya da limon yalamaya tepkisini verir insanlar gibi oldum “I.ıhhh!”. Saçlarımın diplerine kadar irkiliyordum. “yok canım, yok canım, aslı arası bir sözcük” diye bastırıyordum. Ta ki...

“Tatilde ev ödevi”
 
“Baba, dedi öğretmenimiz dedi ki, “yanmak” sözcüğünü araştırın ve cümlede kullanın, hatta küçük bir öykü yazın” Tekne kazıntısı.
İçimdeki Hüseyin Bold yüz metre koşu rekoruna “start” verdi. Ya da altıncı ayak, son koşu        “Hadi aslanım, hadi kızım!..” Şimşeğin en parlak çaktısı, gürlemenin son ayarı.
“Başlarım senin öğretmenine...” ortalık buz kesti, kendimde değilim, “Aman Allahım, ben ne dedim!”.
“Ne oldu?” dediler.
“Yok canım bir şey işte, ağzımda çıkıverdi, hadi bakalım şu ödeve”.
Meğer ne çok anlamı varmış, şu “nesnesiz eylem”in. Eylemin nesnesi yoksa “ben” neyim?



Ertesi gün dolmuşta ilçeye kısa bir seyahat edesim geldi, falanca markette filanca ürün epeyce indirimliymiş. Eskiden “vittiri vizzik” gazetesinin otuz kupona bedava çatal kaşık kampanyasını hatırladım.
 Oh...radyoda sanat güneşi huzur ve sükun. “Ne varsa eskilerde var” diye düşünürken fazla belli etmişim demekki. Yanımda oturan beyfendi yüzüme baktı, aynı kuşakta gibiyiz dedi müziği işaret ederek. “Nerde o eski şarkılar beyfendi,” dedi. Haklısınız, der gibi başımı salladım. Sallamaz olaydım...
Ağzını bir açtı pir açtı. Ne çok sıkılmış bu millet. Sohbeti epey bi dalgalandı. Beyfendi gitti “abi” geldi, o da kesmedi az sonra “dayı” olduk on dakkada. “Ulan, dedim içimden tevellütleşsek üç beş fark atarsın bana!”. Sıradaki parça Emel Sayın’dan “yağdır mevlam su” Eyvah eyvah!.. 
“Kaptan dedim az kısar mısınız?” Dikiz aynasından bir bakış fırlattı, evlerden ırak düşman başına. “yandım yanacak kadar...suya kanacak kadar.”
Gözümü karartım, sesimi sertleştirdim, “ Kıssana şunu!”.
Sakin ol “amca” dedi yanımdaki ses. Dikiz aynasından epeyce bakıştık. İnadına bir “tık” daha yükseltti. “Tamam, dedim inecek var.”
“Oh! Be dedim, hem de “dede” olmaktanda kurtulduk, hem de .......”
“Ne oluyor,” dedim kendi kendime “bir sözcük beni esir mi alıyor”, içimden defalarca tekrarladım. “Bak işte bi şey olmuyor”.

Eve geldiğimde müjde verecekmiş gibi kapıda karşıladı beni tekne kazıntısı.
“Baba ışıklar yanmıyor!”.  “ Iııghh!”  sigorta atmış, atmasına da kimin bilmiyorum...
Aynanın karşısında yakaladı hanım. Döndüm “ Hanım, ben çok mu yaşlıyım?”. Tuhaf tuhaf yüzüme baktı, “Hayırdır bir şey mi oldu,” dedi.
“ Neyse, dedim yok bi şey”.
Aile olmak ne güzeldir, ne mutluluk vericidir, otururum baş köşeye, gelsin çaylar, çerezler gitsin meyveler, patlaklar. Az sonra da başlayacak benim “dizi”. E... Türk insanının umudu hayali nedir ki? Maldivler, Florensa, Paris ya da Yunan adalarını gezmek mi...yok o hayaller Avrupalı.
Bizim insanımız ne yaparki hele bir de emekli oldun mu, güneyde bir sahil kasabası, hele bir küçükte bahçe...İşte bak, oldu... ya ben çok şanslıyım ya da anamdan dualı.
İnsanın haber dinleyeside gelmiyor, uzun zamandan beri. Keşke açmaz olaydım, muhabir bir sağa bir sola bakıyor, bas bas bağırıyor “ortalık yangın yeri”.  “Iıggh, Hay! Senin çanağına tüküreyim.”.
İki çift göz yine bakıştı.
“İyi misin?”
“İyiyim iyiyim, yok bi şey, az önceki habere canım sıkıldı.”
Hava durumunda da saydırıyor adam, duyanda sanır açık artırma “ 35 - 36” Gözümün içine bakıyor sanki “ Aman dikkat! Yarın yaşlılar sokağa çok fazla çıkmasınlar”  “Tüü... terbiyesiz!”
 “Doğu kesimler kısa süreli yağmurlu, gece serin az üşütecek gibi” sanki nispet yapıyor dengesiz, lafın kallavisini de sona saklamış. Şova çekip reyting yükseltecek ya, “ Sormayın, sormayın aman ha! Güney taraf yanıp kavrulacak”.  Hadi ordan“ (...) ”
Eyvah dedim yine ağzımdan kaçtı, üstüne de suç bastırır gibi
“Ben yatmaya gidiyorum,”dedim.
“Ama başlayacak şimdi senin dizi”.
“Yok istemiyorum”.

Sabahın güzelliğini bahçemde solumak, içime çeke çeke gülleri, sardunyaları, papatyaları...
Birazdan yorgunluk kahvemi yudumlamanın hayaliyle tutuşurken, sabahın köründe iki velet hiç oyun oynar mı? Bağırtıları kulağımı yırtıyor. “Ne oldu evladım ne bağırıyorsunuz?”.
“Amca, bana oyunda yandın, diyor, ama ben yanmadımki,”. Allah!...
Elimde küçük bir çakıl parçası “Yürü gidin, başka yerde oynayın”.
Bir elimde kahvem, diğerinde gazetem, köşe yazılarından kahve falım karardı.
“Bu gün hava çok güzel,” dedi hanım, tam deniz havası. Az benim de gidesim vardı, tam gazeteyi sehpaya bırakacakken.
“Az da güneşlenir, yanarız” dedi. Nasıl çarptım bilmiyorum, sehpa yuvarlandı, fincan dağıldı.
“Gitmiyorum ben, siz gidin”.

Ne oluyor bana anlamıyorum, günlük yaşamtımda artık zorlanıyorum... Meterolojinin çok bilmiş sunucusuna inat hava almaya çıktım. Hem esnafa üç beşte borcum vardı, onu da öderim diye düşündüm. İnsanların yanık kokulu konuşmalarına kulak kabartmamak içi epey çaba sarfettim.

Caminin yanından geçerken selayı işittim, “Eh, dedim erken ama bir taksitte buraya ödeyelim”. Abdestimi aldım, klimanın altında serin bir seçtim. Altından ırmak akan cenneti seyre daldım, çeşit çeşit meyveler. Huri muri mi... anladığınız anlamda yok öyle bir şey, ruhun cinsiyeti var mı ki, huriden harem kurasınız. Yüce Yaratıcının işi gücü yok, sizin uçkurunuzlamı uğraşacak..”hadi ordan”. Huzur ile dinledim ezanı, bir kaçta secde yok oldu adeta dünya.
Hutbede imamı dinlerken buldum kendimi...
“Ey! Cemaat-ı müslüm, bu günkü konumuz “cehennem azabı” ”.   “Abovvvv! Yandım Allah.”
Altını bir yaktı öyle böyle değil, içine atılmadık kimse kalmadı. Klimanın serinliğinde “cayır cayır” tutuştum.
Yerimde duramıyorum, hop oturup hop kalkıyorum, imam bana doğru bakınca kolumu uzatıp elimle işmarlıyorum “ Kıs altını biraz kıs kıs”.
Verdikçe veriyor odunu mübarek, sanki buharlı şimendiferin ateş kazanı. Sesimi az yükseltiyorum. “Gözünü seveyim az kıs altını” , “Ulan, cennetin suyu mu çıktı”.
Gözünün beyazıyla bir bana baktı, ne diyecektim aklım çıktı. Uzattığım kolumu yanlış anladı, “ el’laem”.
“ Ey! Ehli müminler, Allah’ın evinde bir adap gerek, bir terbiye gerek kimki buna uymaya, cehennemde daha çok ya na cak, ya na cak!”. Eyvah! Zavallı halet-i ruhiyem trans mı cezbemi bilmem hepsini yaşadı. Ben de ne abdest kaldı ne de namaz.  Yanından geçerken fısıldadım kendi kendime “Senin arkanda bir daha saf tutarsam, “şart olsun bana” ” Sanki burnundan soluyordu. “Yürü git!” der gibi kovuşu vardıki sormayın... İnacımızı soğuk düşüncelere mi pazarlatalım.

Borcu ödeyelim derken katladık herhalde dörde beşe... Aman o da ne, kavgaya tutuşmuşlar iki yeni yetme, belliki birinin gücü yetmemiş, yüzünün ortasına yemiş sumsuğu. Kaçar ayak tehdidi de ihmal etmiyor, berikisine “ Yandın sen o’luuum yandın!”. Dönüp “Evladım, diyorum o öyle olmayacak “bittin sen bittin” olacak”.
Sert bakışları bir anda bana yöneldi “ Deli misin nesin be amca git işine”. Zamane gençleri pek öfkeli... Millet ne meraklıymış yanmaya yakmaya, bana oldu artık her yer “Sivas*”.

Eve kapanık yaşam günlerim başlamıştı ama zaman zaman bunaltan evdeki anlardan da kaçamıyordum. Yaşam arkadışımın defalarca “Son günlerde sana bir şeyler oluyor” dillendirmesine hep kaçamaklarla karşılık vermiştim.
Sonunda aile toplantısına karar verdik.
“Bir sözcük beni bu duruma getirdi,”dedim. Sessiz sinemanın münasiplemesiyle “vakıa” aile efradınca anlaşılmış oldu.
“Peki, dediler ne yapacağız?” 
Dışarısını bilmem ama ev içinde aklıma bir çözüm geldi”. Merakla sordular “nedir”.
“O sözcüğün İngilizcesini kullanacağız. Yani “burn” ”. Hemen itirazlar yükseldi.
“Ne var canım, dedim Türkçe’ye küçük bir saldırıda ben yaptım, mecburiyetten”. 
Çek et, updeyt et, vafıl, patiseri, rezidans, çav daha sayayım mı, dedim?”, “ hem tv.yi açıyorum yarısını anlıyor yarısını anlamıyorum, akademikler bile araya ingilizce, fransızca, latince, bilmem nece sıkıştırıyorlarki entel yükseltme yapmak için, dilleri şişer ya da avamileşirler sanki, yoksa adam yerine mi koymazlar.” “Ye Memmet ye!” Hele Farsça, Arapça...Bulgurun içinde minik bir taş gibi kalmış “Türkçem” seçebilene aşk olsun.
Anlaştık...

“Baba ocağın altını bornla, elim bornladı, Bornluyor mu yeşil köşkün lambası vay vay...” Sıkıntı bitti.  “Oh be!” yaşasın iç barış, dışarısı mı? O pek fena...
Ev kedisi olmuştum olmasına ama mahalle efsaneler, masallar, yakıştırmalar üretirken baskıyı üzerlerinde hisseden ev ahalisi bir toplantı istedi.
“Vallahi malamat olduk konu komşuya, bu işe bir çare bulmak lazım”
“Hele, dedim dilinizin altındaki baklayı bir çıkarın”.

“Psikiyatr”
Bekleme salonunda buldum kendimi, göz ucuyla herkes biribirini kolluyordu. Kapıya yakın oturmuştum, içimdeki korku “Saldırırlar mı ki”. Oh be nihayet adım okundu.
Masada gençlikten az öte, durgun gözleriyle beni süzdü.
“Söyle neyin var?”
“?...”
“Söylesene amca neyin” Ağabey, amca, dayı...Kesin kararımı verdim, Adem ve Havva’dan geldiğimizi.
“ Şey dedim, söyleyemiyorum işte.” “Hımmm,dedi.” Hemen cinselliğe döktü, “Freud’un son versiyonu.”
Öyle değil dedim o sözcüğü söyleyemiyorum.” cebimden çakmak çıkartmış gibi yaptım, çarkını bir iki çevirdim.
“Çakmak mı” “I.Iııh” cebimden peçete parçasını çıkardım, çakmakla tutuşturur gibi yaptım.
“Yakmak mı” soru ekini duyamadım, Allah ne verdiyse sıraladım. Tıpta utanmak, çekinmek yok demişti karşımdaki tıbbıyeli.
“Ulan emmi, dedi az ağır oldu ya ne diyelim. “meslek maliyeti” ” Kesin kanaat getirdim ben bunun da akrabasıyım. 

“Geç uzan bakalım şu sedyeye,dedi”. Yanlış anladım herhalde diye düşündüm, otur mu demek istedi, sorsammı ki yok vazgeçtim, dizime çekiç mekiç vuracak galiba, dedim oturdum.”  “yat” komutuna “üniforma” teslimine şartlanmış sosyal kitle psikolojiyle itaatim.
Elinde steteskop oramı buramı dinlerken az şüphelendim. “Diploması sahtemi acep” Taşı gediğine koymak var ama bende az usturuplu sormak lazım. Lafı iki üç kat doladım, süsledim püsledim, içine az da mis gibi bir yağ da koklattım. “Yurt dışında eğitim gördüm ben, İngiltere’de” Gözlerimdeki şüphe bir anda hayranlığa dönüştü, artık kesin emin ellerdeyim.
“Oxford mezunuyum,dedi”
“!” Coğrafyadan çaktırdığına pek sevindi garibim, garip bir kahkaha patlattı, adım adım. “Ulan! Deli sen misin ben miyim?” diye zihnim konuştu kendi kendine.
“Amca dedi senin durum az karışık çocukluğuna inmek lazım” 
“Hiç tavsiye etmem az üstte kalsan, tencereye baksak”. 
Orası pek derin ve karanlık; acı var göz yaşı var açlık var, “ Yusuf ” olsa çıkamaz “ saf-i Yusuf ” tan öte gayya kuyusu da ne ki...

“Sormuk şekeri”**

Ali askere gitti, dediler. İki oğlan bir kız üç bebe sahibi... on altı on yedi yaşında. Hiç görmediği babası olaydı, belki farklı mı olurdu.

Hani şu İsmail sivrisi’nin ötesi ulaşılamaz gizli dünya, merak mı korku mu Gavur askerlerinin canarımsı hayali bedenleri, geçirmezki öteye. “Gavur ne ki bilmezki” 
Ali Yemen’de kaldı, yok yok bir meçhul askerin mezarında yatar El Cezire’de, Bilmem... falan bölükten biri duymuş dediler, boynu vurulmuş Arap çöllerinde. “ Burası Huş’tur yolu yokuştur, giden gelmiyor acep nedenki...” 
Bilinmemezliğin en acısı. Sabiilerin kokusu, ölümün korkusunu bastırmış, demişler ağıtlarında. Göz yaşı mı yenecek hüzün tabaklarında, bir kilim bir hasır hayal mi o artık kral saraylarında... Şimdilerde yoksulluğun beyazı, karasını bilir mi ki, hele “nimet azgınlığı”. Hadi bi çare, nasırlı avuçların yücelerden bir muştusuna hasret. Bir yetim ağıtı, bir öksüz yakarışı...hiç ayrılmayan, kaderimiz  mi ki...
Tevatürden bir söylence “tohdur mu” o ne ki illet sarıp sarmalamış bebeleri, şifa mı ilaç mı em mi? Üç ihlas bir Fatiha, üfledik mi düğüm düğüm tamamdır kirli kınnaplara.
Resimlerini asmışlar hayal duvarlarına “kocası Ali, babası Osman” fotoğrafları yok ki. Masalları mı... “ Ha geldi, ha gelecek”.  Ağlamak rahatlamak mı, yoksa göz pınarlarını kurutan bir illete mi dönüştü.

Gözüne perde indi dediler, ne bilsinlerki kataraktı “ Menekşe olamıştı hiç bir zaman ama şimdi kör Meneşe” İsyan mı tevekkül mü,  yaşamların üst üste sıkışmışlığı, ah çaresizlik hani sonu Hızır’dı o da mı yalandı. Ey! Yusuf’un kardeşleri atın üstümüze tonlarca toprak yük, ne olur bitsin bu iş. “Kelam, söz, logos...anlamını mı yitirdi”.

Yoksulluğu zaman denilenle mi yaktık, unuttuk gitti mi. Katık yapabildik mi acılarımıza. Yoksa, kaderimize bir yoksulluk zinciri daha mı taktık.

“Ah dedi büyük oğul Ahmet, intizarlarımın ucundasın ama yüreğim elvermiyor”. Ana sütü intizarlarına karşı gelirmiş, öyle söylemişlerdi. Bilinçaltındaki öfke ve intikam “Kör Meneşe’den” öyle mi, dayak mı eziyet mi hangisi daha az acı, seçebilsem. Sanki o mu yükledi sana bu hayatı. Evinin önünde iki dal elma vardı, kendinden başkasına yasaklamıştı, Ahmet’i. Bacısı kuru Mendifa’nın çocuklarına tadına bile baktırmazdı. Pörsümüş göğüslerinin altına, kümelenmiş bit yavrularının arasında saklar getirirdi, deri mi kemik rengi mi elleri... uzatırdı, gizliden gizliye iki “yasak elma”yı. Cennetten kovulmak mı, onun neresindeyiz ki...
Eli iyi kötü ekmek tutmuş küçük oğul pinti Kamil, bir kırıntı ne büyükmüş gözünde, yorgan mı yoksa bir şiltemi vardı, soğuk gecelerde kapının dış eşiğinde yatan “aban” Kör Meneşe’nin altına serdiğin.

Yedi bebeli bacıları kocasında bir sığıntı... sığıntı üstüne sığıntı. “Allah var, elin adamı ama hiç bir kötülük görmedim dedi, oğullarımdan görmediğimi gördüm.” “ “Güvey”in somurtkanlığı üveyin huzuru muydu”.
“Gız Mendifa (Memduha), dedi kızına sormuk şekeri varmış Zello’ nun dükkanında ağrılarına iyi gelir diyorlar, hele bi de kuncülüsü” Belki bin kez söyledi... bir urupla buğday bir haftalık rızık, sormuk şekerine trampada nasıl verirdi. “Ana, dedi ben de artık “beriden öte” oluyorum.
Ağırlaştı yaşadığı yaşama inat edercesine ağrıları, akıl sağlığıda iyiden iyiye kayboldu, olmuştu artık “gel git akıllı”. Zaman ve mekan ötesi artık ruhta mı daralmıştı, bunalmışmıydı...
Bir gece vaktinin hayli sonrası, dip dibe yer yatağında yatan torunun fısıldaması garip ünlemesine dönüştü.
“Ebeme bir şeyler oluyor, hırlıyor dedi” Kalktı ev ahalisi, gözler ebeye dikilmişti...kirpiklerine ilişti ahalinin tüm gözleri. “kıyam, rüku, secde” iki rekat ölüm namazı.
Bir köşede kısık Kuran sesi, bir yanda ebenin sesi...

“Gız mendifaaa geldiler,dedi”.
“Kim geldi ana, dedi”.
“Görmüyon mu, dedi Ali ile Osman babam geldi”. Üç kere şehadet ettirildi. Su...su diye inledi...Yarım bardak su getirildi. “Hıkk” diye ses duyuldu, Azrail’i hissetti torun “Ana dedi başımı bir şey sıvazladı”...Gözleri kapanmadı, sımsıkı tuttuğu sağ avucu zoraki açıldı içinde “ sormuk şekeri”. Hem de kuncülü...

Gözleri dolu dolu olmuştu doktorun, yutkundu “ Amca dedi anlaşıldı seninki yağ tenceresi ”.
“Sıcak memlekete gelmişsin, güneş tetiklemiş icindeki korkuyu”.
“Geri dönsem olur mu serin yaylalarıma?”.
“Olmaz, dedi ok yaydan çıkmış bir kere”. “sana iki ilaç yazacağım, altı ay kullanırsın sonra gel yine konuşalım, en önemlisi bir de korkularınla yüzleşmelisin”. Yüzleşmek ah yüzleşmek ona sıra gelirmi ki...

Hanım, dedim bu ilaçlardan sarhoş gibi bir hoş oluyorum, başımı yastıktan kaldıramıyorum, uyku hep uyku uyku...kullanmak istemiyorum”.

“Cukkalı”

“Kızma ama sana bir şey söyleceğim, bilirim inanmazsın filan yerde Cukkalı Fikri hoca varmış, bi de ona gitsek, diyorum”.
“ Yani denize düşen yılan sarılır misali diyosun...” Yaşamı zehir eden bu illet üstümüzden gider mi ki.

Emekli aylığımızdan yağlı bir parça koparttı Cukkalı...Kirlenmiş postun üzerinde çöreklenmiş göbekli bedeni, gözleri fel fecir (velfecri) okuyor, dilleri bilmemki şaman mı totem mi...yanında bir yıldızname bir de kara kaplı büyü kitabı. Tütsü ortalığı kaplamış, önünde su dolu bakır taslı, hazır bir kaç muskalı çoçukluğumun tahta yer yemek masası.
Gözünün feri bir yana baktı, diğerini hanıma taktı.
“Aman, dedim hanım az ötede dur hele, ilişmesin”. Beynim küfürle doldu “ Vay gavur tohumu!”.
Zoraki bir kaç öksürüğüyle mırıldamasının ara yerinde ağzında dolan yelpiğini,*** yuttu.
“Yüzü koyun yere uzan, diye” emretti, geldi belimle sırtımın ortasına ağırlığınca oturdu, deve mi ankebut mu. Bir kütürdü, bir soluk kesilmesi, bir kaç damla göz yaşı, bilmemki bundan sonraki adres kırıkçı mı sınıkçı mı...
“ İçine cin kaçmış, şimdi çıkaracağım hınzırı ses etme,dedi” .
“Ulan, o değil içime kaçan altımın ıslaklığı!” bilgilerim isyan etti. Bilime çağırdığım öğrencilerim sıra sıra dizildi, bana baktı.
“Kalk!” diye buyurdu zerdüşt ah bir kalkabilsem...

Hanımın kollarına girdim, ben perişan hal perişan... muskayı açtım okuttum ne yazmış diye, yarım yamalak Arapça küfür yazmış dürzü, hanıma iliştirmedik diye...

“Korkuyla yüzleşmek”

Sabah sakin oluyor, hem de serin huzuru kaçırmayım belediye parkında. Hurma ağaçlarının altında bir bankta yanıma gencecik biri ilişti.
“Amca, dedi çok dertlisin galiba “yak bi sigara”. Bir pakete baktım bir de çocuğa...İşte şimdi korkularımla yüzleşme vakti.
“ Ver, ülen dedim bir sigara bir de yak hele”.
Yakış ne yakış, “tek tük”ler pakete çevrildi. Ev ahalisi az şüphelendi, “Üzerinde sigara kokusu var senin, kahveye mi başladın”. “yok canım ne kahvesi hem gitmek yürek ister, sizin burnunuza öyle gelmiştir” yadsımaları paket yakalanınca yalanda ortaya saçıldı. İzahat artık şarttı.
“ Vallahi ayda üç paket, o da yüzleşmek için”.
“ Sen böyle gidersen korkarım alkole de başlayacaksın”.
“ Tövbe de hanım, ne içkisi ne alkolü ağzıma hiç sürmedim ki”.

Tam üç yıl sürdü...
Kuru bir öksürük, zamansız terleme bir de üstüme onlar çullandı. Aile meclisi kesin kararını verdi. Doğruca tam teşekküllü hastaneye.

Melek yüzlü hanım hanımcık, annesi de öğretmen emeklisiymiş sağolsun pek ilgilendi.
“ Amca, dedi bunların sonucunu al, beklemeden hemen yanıma gel”
Evde buruk bir hüzün havası vardı, diziler bile yarım kaldı. “Yok canım bir şey yoktur, bronşit mironşittir”
Tahlilleri dikkkatlice inceledi, yüzü biraz buruştu.
“Geç amca bir kez daha kontrol edeyim, dedi” belli ki tanısından emin olmak istemişti.
“ Amca dedi pek fena” 
“ Topu topu ayda üç paket, o da üç yıl oldu olalı” Yapı çürükmüş zaten, ilk depremde yan yattı.
“ Maalesef dedi üzgünüm”.
“ Ama daha yaşım altmış olmadı”
“ Tarih yaşın belli ama beden yaşın...rahmetliye az kaldı”.
“Olmaz, dedim”. Yoksulluğun başımı sıvazlattığı Azrail, nasıl alacaktı canımı, kıyabilir miydi. Öğrendimki virgülü çok olan yaşamların, Azrail noktasını çabuk koyarmış.

Sendeleyerek dışarı çıktım, hani güneş parlaktı...kapkaranlık her yer. Tekne kazıntısına verdiğim sözü duydum. Dişten tırnaktan artıracaktık, beş yıldızlı otele gidip ecnebi ülkelerde kalmanın hayalinin hazzını yaşayacaktık. Olmadı...olmadı be kuzum, sözümü tutamadım.

Çevreme baktım, Azrail’den kaçmaya ve bağırmaya başladım “ Yandım Allah!” yandım ki ne yandım...

( Menekşe ebemin ruhuna dualarımla ithafen)

*    yer değil olay kastedilmiştir.
**  bir tür yuvarlak akide şekeri
***balgam





( Yandım Allah başlıklı yazı Erlik Aldacı tarafından 2.12.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.