Hatırşinas bir edim, ötem berim;
Vasıfsız hüzünlerin bereketi
Ehli keyif bir beyit
Yine içimi inkâr etmeden
Dokusunda vuku bulan bilinmezin
Haşmetli bir yalnızlık.
Peşine düştüğüm kadar içimden dökülen
Bir metanet benzeri yalnızlığa
kefilim
Hece hece döküyorum içimdeki
birikintiyi
Sonrası meçhul;
Yol yorgunu bir şiirim:
Geçkin tezahürü yılgıların;
Sure tadında nefesi iklimlerin
Şimdi nöbete duralım
Şafağa hazırlık niyetine
Temizleyelim geceden kalan düşleri…
Düş palası ömürde tetikli
Her varsıl
Aslında içine dönük yüzü kerametin;
Kaç öğünse hüzün
Derli toplu olmalı o anlık ölüm.
Dipsiz bir teyakkuz, olup bitenden
mesul onca gerginlik yüklenmişken aklımın tellerinde uçuşan cümle kuş sürüsü.
Pekişen rehavet yine tentesinde
göğün, sıra dışılığımı ihbar ediyorum.
Vakitsiz bir kayıp mıdır ne iç’in
dokundaki sünepe heceler ve fıtratımın gizemi aslında ifşa etmek de değil
bilakis kundaklanan minval.
Ve işte o karartı şimdi peşin
ödediğimiz kirası da güme gidecek acıların ve mutluluğun gümbürtüsüne kucak
açacağım, sitemsiz geçen günün peşine umutlar serptiğim bir de tahliye olmuş
benlik.
Kumaşında saklı asalet: için için
sevmeyi şerh düşmüş o pınar ve varsıl bir gölgeyi dahi yok sayıp gerçeklerin
asla kurban edilemeyeceği gerçeği.
Hızında saklı ritim.
Sarkacın teyakkuzu aslında top tüfek
girişmişiz birbirimize.
Bir kehanet babında.
Takındığımız tüm maskeler ve
edindiğimiz meşrutiyet ve kundaklanmış bir bulut kadar özgürlüğünü salıvermiş
biçem yoksunu nidalardan da alacaklı.
Bir karartıdan inen vaveyla.
Rahmetin indinde sükunet saklı ve
metanetten çıkıp da yola.
Deli fişek bir cümle arayışındayım
aslında hüznün yokluğu pek bir burktu içimi…
Bingo, azizim.
Şimdi g/öğün kanatlarına ladesi
kondurabilirim.
Melun bir katran siyahı aslında içi
zift dolu mahrumiyet.
Paye vermekse yüreğe.
Sancağını saklı tutmaksa aşkın.
Haznesinde yorgun ve süzgün sürümleri
mevcut rüyaların aslında bilinç dışı bir yoksunluğu varlık katında nükseden o
iç çekişle nasıl da nazenin bir fırtına kopuyor.
Kusursuz olmayı becerebilmek belki de
gümbürtüye giden bir varsayım ve her nasılsa muteber bir imgeye sığınıp,
yüreğin katlarında peltek düşler konduruyoruz her günün gecesine belki de
gecenin lanetini vasıflandırıyoruz durduk yere.
Beylik bir hüzünde kayıt altına
almaksa evreni yine aslına ihanet eden sihrinde yüreğin bizler kuşpalazı acılar
kadar titrek ve ürkek ellerinde yalnızlığın doğasına atıfta bulunuyoruz.
Yaprağından yoksun bir ağaca acımaklı
gözlerle bakarken unutuyoruz da yetim olduğumuzu ve bizlerin ağacından uzak
düşmüş bir yaprak kadar bedbin ve süklüm püklüm makamlarında şarkıların
devşiriyoruz laneti.
Kozamızda ıslak düşler saklı.
Islak yarınlarda kuru sıkı bir
tebessüm belki de kıssadan hisse her geçen gün sonra da karambola giden
minvalin tanıklığında da şehrin kumpastan sorumlu hangi serumu bilfiil şiirin
dizelerine pompalarken içimizdeki kehanet.
Faturası geçmişin ve içten pazarlıklı
bir satıcı misali yazmaya meyyal her şiir ve kusursuzluğun kampanya yaptığı; üç
sev dört sevil başlığına binaen içimiz nasıl da tıklım tıklım sevdiklerimizle.
Şimdi sonlanmayı talep eden güne bir
reverans adeta; diril bir hüzün taneciğinde boş boğaz bir imgede takılı aklın
uyutulmuşluğuna rest çeken yüreğin şahikası ve kuytulardaki unutulmuşluğun
acısını bizatihi kendimizden çıkardığımız.
Ismarladığımız şiirler elbet ulaşacak
adrese ve kanatlarında seyrettiğimiz uzay boşluğunun bizler de bir kuyruk
yıldız olmaya aday o cılız iç sesimizle elbet kundaklayacağız hüznü de
yoksunluğu ne de olsa mutluluğun iz düşümü yarınların tahayyülü ile erecek
hidayete ve palazlanmış sözcükler nasıl da karambola gidecek ne de olsa henüz
sonlandırmadık hikâyemizi.