Bugün hiçbir şeyi kafama takmamaya karar verdim. Şehri dolaştım, yavaş  adımlarla. Öylesine kararlıyım ki kafama takmamaya, korna çalıp sert bir frenle duran bir taksinin neredeyse altında kalacaktım, ama umrumda bile değil. Tabii şoförün savurduğu bir araba küfür de. Omuz atanlar, iteleyenler, pis pis bakanlar, küfür edenler... size de herhangi bir tepki vermeyeceğim. 
Mağazaların tabelalarını okuyarak yürüdüm. Bir mağazanın tabelasında “İnsan Yedek Parçaları Satış Yeri” yazıyordu; vitrininde de: “İkinci el temiz yedek parça bulunur.” Bu bir şaka olmalıydı. Hiç insanın yedek parçası olur mu, makine mi bu? Mağazadan içeri daldım.
İlk dikkatimi çeken, bilekten kesilmiş erkek-bayan çeşitli büyüklükte eller oldu. Bunların yanında gövdeleri olmayan kafalar, az ötede bilekten kesilmiş ayaklar ve kollar. Bir köşede adeta gizlenmiş gibi duran erkek ve kadın cinsel organları.
İçerisi müşteri dolu. Seyrediyorlar. Alış veriş yapan hiç yok. Kasadaki genç kız esneyip duruyor. 
Yaşlı bir adam erkek cinsel organlarına bakıyor, gözleri çakmak çakmak, ağzı açık. Genç bir erkek, pazulu bir kolu eline almış inceliyor, gülüşerek birbirlerine bir şeyler fısıldaşan kızlar onu işaret ediyor.
“İç organlar alt katta” tabelasını görüyorum, ok işaretini takip edip aşağıya iniyorum. Kalp, mide, bağırsak, akciğer, karaciğer ayrı ayrı kaplar içinde sergileniyor. Burası çok soğuk, titriyorum. Diğer insanlarda aynı tepkiyi görmüyorum. Hatta mini etekli, kısa kollu giysi giymiş bayanlar bile herhangi bir üşüme belirtisi göstermiyor. 
Burada irili ufaklı çok sayıda meme de sergileniyor. Sahi, meme iç organ mı? Bildiğim kadarıyla değil. Ben bu sorunun cevabını ararken göğüsleri sarkmış bir bayan da kendine en uygun memeyi bulmak için birini alıp bırakıyor, diğerini alıp deniyor. 
İnsan Yedek Parçaları Satış Yeri, fazla ilgimi çekmedi; her tarafını dolaştım ama öylesine. Bu kadarı bana yetti. Alt katın merdivenlerini tırmanarak çıktım.  Az önce giriş katındaki kasiyer kız işsizlikten uyuyordu. Şimdi ise önünde uzun bir kuyruk vardı. Alış veriş yapanların hepsinin de yüzü gülüyordu. İşte bu güleryüzleri görünce “Acaba ben de mi bir şeyler alsaydım?” diye düşünmeye başladım. İyi de ne alacaktım, neye ihtiyacım vardı? Neye ihtiyacım yoktu ki! Organlarımın hemen hemen hepsi arıza verirken... En iyisi burada fazla oyalanmamak, yoksa kararımı değiştirip birkaç organ alabilirim.
Rasgele yürüyorum. Amacım, hedefim yok. Ayaklarım beni nereye götürürse oraya. Bir ara  kayboluyorum, aslında bu kaybolma sayılmaz; çünkü nereye gideceğini bilmeyen bir insan kaybolamaz ki. . Olsun. Gene de bildik bir yer aranıyorum, sanki gitmek istediğim bir yer varmış gibi. Kaybolduğum için panikteyim. Sola sapıyorum bilmediğim bir sokak, biraz gidip tekrar sola burası da değil, sonra sağa, gene aynı. Heyecandan terliyorum, elimle alnımdaki teri siliyorum. Bulunduğum yere dikkatle bakıyorum, gecekondu muhiti, bütün evlerin sıvası dökülmüş, hepsi tek katlı ve küçük bahçeli. Çok sayıda çocuk sokakta ve bahçede, yetişkin insan ise tek tük. Labirente konup üzerinde deney yapılan fare gibiyim. Fare çıkıştaki peynirin kokusunu alıyor ama bir türlü ona ulaşamıyor, aynı yerde dönüp duruyor. Ben de... Nereye gitmem gerektiğini biliyorum da oraya götürecek yolu bulamıyorum. İşte az önce sol sol sağ yaptığım yerdeyim. Bu sefer tersini yapacağım: sağ sağ sol. 
Bu taktiğim büyük bir caddeye çıkmamı sağladı, gece de olmuştu, ışıklar yanıyordu, cadde insan doluydu. İki tarafta da meyhaneler, lokantalar ve araya sıkışmış bir pavyon vardı. Öyle ki pavyon dışarıya müzik yayını veriyordu, rahatsız edici bir şiddette, kulaklarım sağır olacak diye endişelendim. Cadde araç trafiğine kapatılmış, eğlenenleri rahatsız edecek araba yok o yüzden. İnsanlar şarkı söylüyor, kolkola girip yürüyor, bazıları nara atıyor, ama kimse bu nara atanlara dönüp de bakmıyor. İki sarhoş hem sallanıyor hem de birbirlerine vuruyorlar. Yumruklar atılıyor kafalara ama şiddeti çok az, ayaklara ve kıçlara tekmeler, güreşen pehlivanlar gibi birbirlerinin enselerine sarılmalar, biri yere düşüyor kalkıyor, sonra öteki düşüp kalkıyor ve sanki hiçbir şey olmamış gibi birbirlerine sarılıp öpüşüşüyorlar ve kolkola sallana sallana yürüyorlar. Sarhoşların kavgası da kimsenin umrunda değil, kafasını çevirip bakan bile yok. 
Dışarıdaki masaların hemen hemen tamamı dolu, içeriler boş sayılır. Hiç halim yok, çünkü açım, bir şeyler yemek için bir meyhanenin içine girdim, siparişimi verdim: Balık, salata, bira. Yedim, canlandım. Hesabı öderken garsona nereden taksi bulabileceğimi sordum, tarif ettiği yere gidip bir taksiye atladım ve evime geldim. Ohhh be!

                                                     ● ● ●
(Devam edecek...)
( Dönemeyen Bir Dönme Dolap-20 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 6.12.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.