Örüntüsünde mizacın, devasa umut balyaları var belki hükmedildiğime biat bir yanılsama belki de özgürlüğümü yaşama ihtimaline aykırı gelenler.

 

Azımsanmayacak kadar tekil bir varlığım. Kanatlarımda benekler çığlık atıyor ve aidiyet duygumu yitirdim.

 

Görsellik ruhun iz düşümü mü yoksa bir ayrık otu mu her görüntü?

 

Yine de kalbin frekansı yüzümüze yansıyan ve gözlerimizde yanıp sönen ışık misali.

 

Bir kuram belki de her ön görü aslında hayatlar bir senaryoya riayet edip tekili çoğul kıldığımız…

 

Mavi’nin talebine karşı gelemedim ve pembeyle yazıyorum bu satırları.

 

Aklımın afakı.

 

Aşkların verdiği azap.

 

Görüntü kirliliğine karşı düşünceleri beyaza büründürüp kimseyi ve kendimizi de yanıltmadan içine düştüğümüz yaşama aşkına aykırı gelen tüm imleri kapıp koyuverdiğimiz.

 

Dillenen ama dilemeyen: ne bir sadaka babında ne de bir yalvarış.

 

Kaynağı belirsiz duygularım var ve sevgiye uyumlu mizacımı dokuyup inceden ve sıkı sıkı düşkünlüğümü sevgiye ve insana, dile getirmekten çok önce hayatımda bilfiil uyguladığım sevgi aksanı.

 

Kehanetlerin sıkı fıkı dostluğu gerçeklerle ve hürmeten kadere, asla isyan etmeden razı geldiğimiz nice yaşanmışlık ve bile bile lades dediğimiz.

 

Hayatın hicvinde bir tutanak işte biz zabıt memurlarının hayatlarımızı birbirimize sunduğumuz.

 

Sevginin elediği kötülük.

 

İhanetin sonlandığı masumiyet.

 

Ve kopçası kopuk bir iç ses: aslında nereye ait olduğunu bilmeden dış sesleri de duymazdan gelemezken özgürlüğünü ispat etmek adına belki de sorgulamayı bıraktığı döngü ve iç’in de ihlali iken uğradığım her ihanet.

 

Bir g/örüntü gibi algılansa da yazdıklarım aslında özet geçmek filan da değil amacım: ne güne dair ne de tüm ömre ne de olsa her gün yine birbirinden bağımsız bir o kadar da birbiri ile ilintili ve bizler çıkarım yaparken duygu ve düşüncelerimizden bir yandan da uygulamaya çalışıyoruz hayallerimizi.

 

Kurgu olmasını dilerdim çoğu şeyin…

 

Belki söylenen yalanları tehir etmek ya da tepkisizliğini insanların umursamak… aslında düne oranla pek de ilgilenmiyorum ne de olsa acılarımı sığdıracağım ikinci bir benlik edinemedim henüz.

 

Göğün manifestosu işte an’a düşen ve an’da kayıtlı.

 

Aslında yüreğin kabulü bir ihtilal her yıkıntı ve her yeni mezar.

 

Devinen cesetler ve birbiri ile atışan.

 

Asla bir kinaye olmadan asla da yalana geçit vermeden…

 

Mağduriyet söz konusu olsa da ben içtenlikle kabul ediyorum yaptıklarımı ve yapamadıklarımı.

 

Kolayca sevdiğim ne kadar gerçekse kolaysa yok olmaya da dünden hazırlıklıyım.

 

Belki de göz önünde olmak çok ihtişamlı bir duygu değil ve yadsıyamayacağım kadar çok inkâr ve itiraf yükleniyor insanlık sonra da hiçbir şey yokmuş gibi geri duruyorlar.

 

Dostun düşmanın ayrımı… Hâşâ!

 

Ne de olsa durduk yere duygular ve düşünceler değişime uğrayabilmekte ama bu, demek değil ki dostumu düşmanımı tanıyorum.

 

Bir sıfır yenik başlasam da masalıma; kabulüm o ki; düşmanlık çok itici bir sıfat ve herkesi dost bellemek aslında saflığın değil inancın ve hoş görünün izdüşümü.

 

Yanılsamak çok olası lakin şüphe ile yaşayıp tedirgin olmaktansa eşit yaklaşmak insanlara olması gereken aslında insanlığımızın ve doğamızın ispatı.

 

Edimlerden çıkıp da yola varamadığımız…

 

Sevip de yanıldığımız belki de.

 

En azından kötü anılmadığımız.

 

Vites değiştirmiyorum severken ve anlık frekansı genele uyarlayıp eşit başladığımız hayata çok da aldırış etmeden yaşamayı kabullenmek ilk zamanlarda uygulaması zor olan bir süreç olsa da sanırım hatalarımı kabullendim ve çıktığım yolda öngörülen ne ise bir bir uygulamayı görev bildim.

 

Yoksa yanlış bir tanımlama mı oldu? Ne de olsa bize ayrılan yaşam denen zaman birimi bir görev olarak addedilmemeli.

 

Belki görevlerimiz ve sorumluluklarımız aynı paralelde seyredebilir ve içimizin dokusunda bir bir dile gelen duygu ve düşüncelerimiz bir o kadar dile gelmeyen ve kimi insan sır küpü iken ya da özeli ihlal etmemek adına birbirimize saygıyla yaklaştığımız.

 

Sarkıtla bir bir düşüp de batarken en içime artık sormuyorum neden ve niçin, diye demek ki özgür iradesi ile seçiyor insanlar: kim ise dost belledikleri ve kim ise hayatlarına dâhil olmasını istemedikleri.

 

Bazen bir öğreti; bazen şans eseri bazense tevafuk ve her ne olursa olsun payımıza düşen; sancılı hayatlarımızın birbirimize da daha fazla sancı vermeden yaşanma ihtimali.

 

Ne çok olasılık aslında emin olmaktan geri durduğumuz belki de geçit vermediğimiz.

 

Hakkaniyet ne ise.

 

Adil düzen ne anlama geliyorsa.

 

Tepeden tırnağa yine kamusal alanda olsun özel alanda olsun; her şey ve herkes hak ettiği yerde mi? Bunu sorgulamak çok manasız ve yersiz de ne de olsa zamana ve ölçümlere ve istatiksel verilere dayalı her alınası sonuç.

 

Dar açılımlı sunumlar ve görüş alanımıza girdiği ölçüde bizlerin nazarında; nedir doğru nedir yanlış?

 

Haklar.

 

Hak ihlali.

 

Duygular…

 

Bazen süzgeçten geçip geride tortu bırakmazken ve genelde karmaşık duyguların yalın bir düşünce ile şekillenmediği.

 

Kısaca; net gözüken ne ise gerçek dışı olma ihtimali ile yanılmak çok mümkün diğer yandan sessiz ve kayıtsız kalan bir izlekte her şeyin ve her duygunun seyri çok farklı olabilir.

 

Kanıksanan her şey an geliyor ters bir açıdan gidişata dayanak teşkil ediyor ve bir şekilde farklı bir yol izleyebiliyoruz.

 

Hele ki ömrü heba etmişken şimdi zamanı daha verimli kullanmak en güzeli iyi de nasıl belirleyeceğiz en doğru şıkkı?

 

Belki de algılarımızı daralttığımız.

 

Öngörüleri yok sayıp eşit yaklaştığımız her insan ve her seçenek.

 

Muhatabı olduklarımız…ah, keşke her şey yalın ve net olsa ve iki nokta arasından en kısa yolu seçsek bilfiil yanılmadan ve hedefe tez elden varsak.

 

Peki, hedef addedilen aslında bir hayal mi yoksa yarına dönük bir plan ve kabul görmeden zaman zaman bu hedefi farklı yönlere çevirebilir miyiz?

 

Aklımı öğüttüğümü bilerek…

 

Mekanizmayı sürekli çalışır düzeyde saklı tutarak.

 

Yine de her hayal kırıklığını pek de hayra yormadan sert çıkarken kadere en çok da kendimize ve elbette içine düştüğümüz boşluk.

 

Hangi eksen?

 

Hangi manivela?

 

Hangi beyit?

 

Hangi aralıkta saklı peki mutluluk?

 

Kaygılar mutluluğa mademki engel ya da başarısız addedilen bir hayat mademki insanların beklentilerine karşılık vermiyor…

 

En çok da insan kendine yetemezken…

 

Nereden yola çıktığımı bilmeden geldiğim bu pervaz aslında dönemeçlerin çaprazında benlik bir sitemden haz etmediğim kadar genele de yaymamak adına kaygılarımı ve bir o kadar kaygılarımın üstünü son zamanlarda iyice örtüp huzura yakın mesafede durduğum.

 

Neyden?

 

Ya da neye istinaden?

 

Bilmeden geldiğim bu nokta ve bu mutluluk; bu huzur da gelir geçer deyip hala nasıl barışık kalabildimse kendimle ve hayatla ama bu da demek değil ki; yüzde yüz başarı sağladım dinginlikle.

 

Dirlik başlığı altında epey yol aldım hele ki; tek kişilik mücadelemde en çok da kendimle barıştığıma şerh düşüp daha uysal ve süt liman bir mizaç edindiğime de vakıfım, çok şükür.

 

Munis bazen.

 

Bazen çok aksi.

 

Ne çok esinti yine fıtratı işgal eden; ne çok yankı aslında kimsenin duymadığı bir sesin içimdeki dağlara çarpıp da dağ misali dayandığım tek varlık sayesinde tutunduğum gerçeği hayata.

 

İzafi gözüken ama iz düşümü somut.

 

Yalan addedilen nice hikâye lakin bilfiil yaşanmışlık ihtimaline yakın.

 

Gölge misali belki de şiirlerin müridi duygular ve yalın tasviriyle içimizdeki dervişi satırlara döktüğüm.

 

Ne bir oyun.

 

Ne de kumpas.

 

Ne yalan.

 

Ne de taşkın bir duygu.

 

Sadece doğallığın iz düşümü ve hayallerin gerisinde kaldığımız ve yaşadığımız hayal kırıklığı ve umutsuzluk ile yeni bir ben olmaya koştuğumuz…

 

Zamanı uyutmadan ama içimizdeki çocuğu da unutmadan.

 

Asla isyan etmeden ama en çok da kendimize yüklendiğimiz.

 

Hangi perde olduğu değil hayatın aslında son perdeyi düşünmeden verdiğimiz her molada kendimizi tartıp yeni baştan kurguladığımız bir hikâye ve sonunu bilmeden ama hayal gücüne istinaden bir nakkaş kadar titiz ve azimli ve umutlu tıpkı doğanın ve göğün işlenişinde ve dokusundaki o İlahi Coşku ve inancın ışıdığı yine gözlerimizden fışkıran ne çok güzellik tabii ki evrene ve birbirimize sevgi ile bakıyorken ve asla da pes etmeden…

 

 


( O İlahi Coşku Ve İnanç... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 9.12.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.