Enginliğin, süt liman bir görsellik olduğuna vakıfım.

 

Zaman dokurken tınısını aslında muhalif bir sancı da tepeden tırnağa sarmakta eşkâlini hayallerin derken korumacı bir içgüdü ile tepe taklak olan onca fobi geride koyu bir çamur bırakmakta.

 

Açmazı belki de ömrün ya da muadili olmak öznenin bilfiil içimizi deşip sonrasızlığımızı tescil etmek.

 

Yazgımız…

 

Değişime uğrayan benliğimiz ve yazgıya müdahil olmakla onu yaşamak arasında gidip geldiğimiz.

 

Her aykırı duyguya sığınak teşkil eden var olma sancısı ve benliğimizi ütülerken geride kalan kırışıklar.

 

Zamanın tasviri ve tasnifi derken adabı muaşeret kurallarına binaen usulca gerdiğimiz kasnağa uyum göstersin diye alt yazı geçtiğimiz içimizin sırları.

 

Şifresi ömrün… ait olduğumuz.

 

Ön yargısı… zamansız mağduriyetler ve mağlubiyetler ve bir bir kibirle çıkıp da yola yalıtılmışlığın verdiği sunumda yarım ağız mutluluğu bile çok görmek birbirimize.

 

On gündür okumakta olduğum bir kurgunun son cümlesine gelip de sonlanmasına duyduğum acı ve kırgınlıkla çok şey algıladığımı sandığım hayatın aslında bir kareden mütevellit olduğuna vakıf oldum ansızın.

 

İzi düşerken üstüme kahramanların ben sadece bir kopya olduğunu düşündüm her birimizin hayatının bir diğerine kopyala yapıştır gerçeği ile iştigal olduğu bir dönemeç yine.

 

Bir kitap belki de her kitap belki de bizler kendi hikâyemizi yazarken yeni baştan.

 

Şiddetle karşı olduğum bir kimlik ve onu çok yakından tanımak adına girdiğim dehlizde hayatın pek bir acımasız olduğu değil de hepimizin ayrı ayrı tonlamalarda kendi öykümüzü mırıldandığımız gerçeği tıpkı farklı bestelerde süre gelen otobiyografi benzeri yazılı metinler aslında bizler yazmadan yaşayıp da ne zamanki yazıya dökmek isteyelim; kendimizi derin bir analizden geçirip bir sürü ayrıntıda boğulurken ansızın bir ayrıntının genele hükmedip de bizi mutlu kılacak bu basit detaylar güneşin evreni aralıksız ısıttığı inancı…

 

Gece dahi olmasına izin vermeden belki de vermediğimiz.

 

Bizler bir şema mıyız ya da bir taslak?

 

Ve hangi ben, hangi ben’e üstünlük taslıyor?

 

Ne çok ben belki de biz olmak adına sayısız ben’i yok sayıp bir bütüne müdahil olmak adına sıfatlarımızı yok saydığımız…

 

Sıfatlar…

 

Kabulü güç; reddi güç.

 

Ve yalnızlık teması.

 

Ne edilgen bireyleriz ne de etken belki de atılım yapmak adına bir artı parantez açıp hükmediyoruz kendi doğamıza ya da doğamız hükmediyor evrene.

 

Yazgı anlamında; yaşanmışlıklar ve yaşama ihtimaline haiz o duruş bildirgesi.

 

Güçlü olmak adına peki, güçlü olmak zorunda mıyız ya da güçlerimizi birleştirip özünü mü kaybediyor her birimiz?

 

Durağan bir atlas değil varlık hegemonyası.

 

Etken bir tasarım da değil insan ve benliği aslında dünün perspektifinde bizler yarını görmezden mi geliyoruz?

 

İlk giriş cümlemiz hayata:

 

Bir yaygara ile başlıyoruz yaşama ve doğduğumuz an ağladığımız kadar da sağlıklı bir başlangıç yapıyoruz.

 

Gelişim nasıl ki bitimsiz bir süreç bizler gelişime tabi olurken bir o kadar farkında da değiliz nereden nereye geldiğimizin.

 

Görkemli bir açılış.

 

Görkemli bir sunum.

 

Görkemli acılar ve devasa boyutlarda gezgin mermilerimiz her birimiz.

 

Kuşandığımız kadar kuşatıldığımız ve kurşungeçirmez yeleklerimiz varmışçasına topa tutuyoruz birbirimizi.

 

Ve kuramlar gelip geçiyor bellek ekranından: ne çok alt yazı.

 

Ne çok veryansın.

 

Ne çok yanılsama.

 

Dünü öğütürken günümüzle avunuyoruz ve gün devinirken yarını kurguluyoruz.

 

Bir sürü öğreti.

 

Üzünç kaynağı ve göz ardı ettiğimiz sayısız gerçek.

 

Yalnızlığımızla boy ölçüşemiyoruz kimi zaman belki de yalnız ölmekten korkup sağlıklı-sağlıksız ilişkiler geliştiriyoruz.

 

Bir tasnif mi?

 

Yoksa aykırı bir nüans…

 

Görüntüler var zaman zaman ayarı kaybolan.

 

Sesler var kimi zaman çok boğuk kimi zaman kulak tırmalayan.

 

Erbabıyız ne de olsa hayatın dercesine oysaki donanımlı doğsak bile doğuştan engelliyiz hele ki söz konusu mutluluk ve yalnızlığa katlanmak ise ömür boyu irdelediğimiz.

 

Bir mizansene denk düşüp.

 

Bir ayrıntıda kaykıldığımız.

 

Belki de tapusu ömrün ve birbirimizi sahiplenip aslında özgürlüğümüzü lime lime parçaladığımız.

 

Sevgiyi lav ettiğimiz.

 

Tutsağı iken hayatın birbirimizin özgürlüğüne ve mutluluğuna göz diktiğimiz.

 

Temel yapı taşları ve insanlık ve insanlığın onuru aslında her şey çok basit ve biziz karmaşık hale sokan.

 

Çatısı olmayan bir evin giriş katında koşarken iç sesimiz bizler en yükseğe tırmanma arzusu ile deli gibi mücadele veriyoruz.

 

Korunaklı olmalı madem dünyalarımız o zaman yazgımıza katlanıp mücadeleyi elden mi bırakmalıyız, sorusuna kim muhatap olacak peki?

 

Azımsanmayacak sayıda insan hayatını ve kendini sorgulayan belki de zaman aşımına uğrayan bir iç ses lakin gelişim odaklı bir seyir izleyip de zamanı ve mekanı göz ardı edip en üst basamağa ulaşmak adına tıpkı kendini gerçekleştirme ihtiyacının zirveye yerleşip kendimizle olan kavgamızda huzuru mu kucaklamak bir anda?

 

Belki de asla huzura ermeyeceğimizin bilinci ile huzursuz iç sesi sonuna kadar susturmak.

 

Kuramların hayatı ihlali ya da hayatın kuramlara ters düştüğü ne de olsa pratikte her şey kolay ve mubah.

 

Yazgımız tayin edilirken bizler türeyen ve tüneyen sessizlikte mağdur ve mağlup gölgeleriz aslına düşkün ve aslına biat yaşamları kucaklama arzusuyla yenik düştüğümüz her saniyede bilfiil içimize sızan hüznün de vasıta olduğu o aralıkta aslında hiçliğimizle iştigal ve kendimizi gözümüzde nasıl büyüttüğümüz aslında gerçeğin ta kendisi iken…

 

‘’Yazgımı sevebilmek için kendimi eğittim, daha doğrusu teslim oldum. Yaptığım şeyi seçmek ise çok farklı. Amorfati; yazgını seç, yazgını sev.’’(Alıntı)

 

Görüntü itibari ile birbirimizden nasıl da farklıyız aslında doğamız da lakin farklı addedilen her bir izlek aslında gerçeğin yansıdığı o zeminde bir o kadar birbiriyle ilintili ve ardışık…

 

Hayallere gebe iken evren aslında bizler seçimlerimiz ile zaten hayatımızı kendimiz tayin ediyoruz ve sunumunda şıkların ne kadar akılcı ve istikrarlı isek o kadar da başarılı ve mutluyuz… demek mi sunumunda kaderin reddettiklerimiz ardından pişmanlık duyduğumuz yoksa bir yanılsamama mı seçmediğimiz şıkların görüntü itibari ile kadere dahil olmadığı?

 

Fark eder mi peki?

 

Bizi biz yapan mademki seçimlerimiz o halde yazgımıza razı geleceğiz elbette inancın ışığında.

 

 

 


( İnancın Işığında... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 11.12.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.