Yan odada bir adam, hem böğürüyor hem öksürüyor; sonra da üst üste birkaç kere hapşırıyor. Sesler tek bir kişiye ait, başka insan sesi duyulmuyor. Aslında bu otele geldiğimden beri yan odalardan gelen insan sesi, hiç duymamıştım. 
Kulak kabartıyorum, odadan gelen ikinci bir insan sesi var mı diye; yok. Nefesimi tutarak dinliyorum, gene yok. Amaaan, bana ne! Neden kafayı taktım ikinci bir insan sesine? Adam yalnız veya değil; benim için ne fark eder? İyi de bu adam yalnızsa yüksek sesle, öfkeyle neden bağırıyor yani böğürüyor? Yoksa kendi kendine mi konuşuyor? Hani az önce “bana ne!” demiştim, gene aynı konuya döndüm! 
Böğürtüyü ve öksürük sesini tekrar duydum. Bu seferki çok uzun sürdü. Galiba hiç kesilmeyecek. Ben de ona cevap veriyormuş gibi, “sus, yeter!” dermiş gibi yüksek sesle öksürmeye ve böğürmeye başladım. Onunkini bastırdım, sesler kesiliverdi; ben de sustum.  Çok geçmeden duvara vurdu. Öyle sıradan bir vuruş değil, şifreli. Mors alfabesi gibi. Üç hafif, bir hafif bir şiddetli, bir hafif bir şiddetli iki hafif,  bir hafif bir şiddetli, bir şiddetli bir hafif bir şiddetli,  ara.... Böyle devam edip gidiyor. Ne yazdığını bilmesem de tahmin ediyorum: Salak dedi, salak. Görürsem bu hakaretini ona ödeteceğim.
Aşağıya inip bu adamı şikayet etmek için odamdan çıktım. Bir taraftan da “Ya bu adamla koridorda ya da asansörde karşılaşırsam!” diye endişeleniyorum. Aslında onunla hem karşılaşmak hem de karşılaşmamak istiyorum. İki ihtimal arasında gidip gelmek canımı sıktı. Hırsla kapıyı arkamdan çektim, ortalık sallandı. Tam o sırada, yan odanın kapısı açıldı, üflesen yıkılacak, çöp gibi, her tarafı buruşmuş, yürümeye hali olmayan, iyi giyimli bir adam çıktı. İşte bana hakaret eden bu! Hemen üzerine atladım, boğazına sarıldım, bütün gücümle sıktım sıktım sıktım... Dili dışarı çıktı, gözbebekleri kaydı; bıraktım. Külçe gibi yere  yığıldı. Ölmüştü. Tam o sırada koridordan birinin geldiğini gördüm, genç bir adamdı. Asansöre doğru gitti, binmeden önce arkasına baktı, beni gördü, gülümsedi. Asansörün kapısını açıp eliyle beni davet etti, gidip bindim. Bu genç adam beni gördüğüne göre mutlaka yerde yatan ölüyü de görmüştür, ama bu konuda herhangi bir tepki vermiyordu. Belki de korktuğu için böyle davranıyordur, az sonra otel yetkililerini hatta polisi olaydan haberdar edecektir. Genç adam hangi katta ineceğimi sordu, en alt kat olduğunu söyleyince o da orada inecekmiş ki butona bastı. Alt kata inince kapıyı açıp bana yol verdi, teşekkür ettim, gülümseyerek çıkış kapısına doğru yürüdü. Öyleyse onun cinayetten haberi yoktu.
Resepsiyondaki görevliye olayları anlattım ve buraya polis çağırmasını istedim. O anlattıklarımı dinlerken şaşakaldı. 
-Beyefendi, sizin bir yanlışınız olmalı, dedi. 
-Cinayet işledim diyorum size, bunun yanlışı manlışı olmaz.
-Ama sizin odanızın yanındaki odamızda kalan müşterimiz yok ki. Yani o oda boş.
Yok, ben görevliye meramımı anlatamayacaktım. Karakola gitmeliydim. Otelden çıktım, bir taksi çevirdim. Karakolda indim. Kapıda gene daha önceki polis nöbetteydi. Kılığım kıyafetim öncekinden farklı olsa da beni tanıdı.
-Amca, gene cinayet mi işledin? Bugün kimi öldürdün? Diye sordu gülerek.
-Otelde yan odada kalan bir adamı öldürdüm. Beni başkomisere çıkarın. Dedim. Az sonra başkomiserin karşısındaydım. Olayı bütün teferruatıyla anlattım. Başkomiser anlatılanlara pek inanmışa benzemiyordu ama buna rağmen otele gidip bakılması konusunda polislere emir verdi.
Gidildi, bakıldı; tabii ölü filan yok; odaya ben de girdim, öyle ki odada uzun süredir kimsenin kalmadığı daha ilk bakışta anlaşılıyordu.
Tekrar başkomisere  çıkarıldım. Çok kızgın görünse de belli etmemeye çalışıyordu. Kaşları kalkık, alnı kırışık, gözleri kısıktı; bir eliyle sürekli önündeki dosyaya yavaş yavaş vuruyordu. Son söz olarak bana dedi ki:
-Bak baba, bir daha aynı türden bir olay ile buraya gelir de bizi oyalarsan üzülerek de olsa seni hapishaneye değil ama nezarethaneye atarım. Günlerce tutarım, orası hapishaneden de berbat bir yerdir. Bizi hayallerinle oyalama. Hırlıyla hırsızla, uyuşturucu satıcısıyla, katille uğraşıyoruz. Zaten işimiz başımızdan aşkın. Hem arada bir şöyle aynaya bak! Senin bir insanı ellerinle boğacak gücün var mı?

                                                       ● ● ●
(Devam edecek...)
( Dönemeyen Bir Dönme Dolap-31 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 25.12.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.