Yakarışın tarifesinde asılı bir
düğümden bile öte o kördüğüme dolaşan ayaklarımda ısrarlı sancılar ve yeknesak
sessizliğin hicvine yenik düşen maviden bir nota.
Kaldıracın ayarı bozuk ve dirhem
dirhem eksilen bir şeyler var satırlara hibe etme istemime karşı çıkamazken
kalem.
O sokaktan geçmeyeli takriben altı
yıl geçti zamanın çıkmaz sokağında bir de olmayan eltimin haşin gözlerinde
kurumayan bir damla yaş kadar kurak ve ıssızım.
İçimdeki gizemi ihbar etmenin
ötesinde kendimle tokalaşan bir resmigeçit adeta içimdeki muhafız alayı
imgeler.
Kök hücresinde şiirlerin, bir tabu
niyetine sığındığım hangi ara öldüm de gözlerimi açmakta zorlanıyorum?
Bir göğün nakarat bellediği o gök
gürültüsü bir de boylarından büyük sesleri ile cama ilişen serçe sürüsü.
İçimdeki arpa ambarında niyazlar
saklı bir de yeltenmediğim mutluluk öyküsü.
İçimin darphanesinde mütemadiyen
harcıyorum yorgun yıllarıma denk düşen çuval çuval parayı bir de iliklerime
kadar titriyorum oysaki el değmiyor kalorifer peteklerine dadanan arıların
yuvasında hain bir vızıltı ile içimi derinden sokan o soğuk kış güneşi belki de
sokulan usulca ama göğsümün reddettiği.
Günlerden hangi günse… ya ihbar
edeceğim ya da tarumar edilecek içimdeki kayıtlı beyanlar aslında içimde geçkin
çok geçkin bir meşruiyet saklı bir de devasa bedenlerine takılı kuyruklarında
şehir cambazları. Öyle ya; bu şehirde yaşamak için ya aklını yitirmiş olacak
insan ya da büyük bir tevazu ile göğüslemişken sunulan bunca hadsizliği.
Eczaneden çıkarken içine
tıkıştırdığım ilaçlar, o koca poşet artık nasıl zarar veriyorsa doğaya aslında
ben de mutlak bir zarar hanesiyim ve elemle kesişmiş yolumda en büyük zararı
yine yaratılmışlığıma lanet ederken kendime veriyorum: affetsin Tanrı beni.
Sitemlerim de hep kendimden yana.
Çarpık bacaklı kadavralarda içimi
dikizliyorum adeta bir doktor hüviyeti ile ve yine leşimi değil bedenimi
tırtıklıyor börtü böcek.
Ne gam ölsem de ne gam lakin
örtündüğüm gizemi ve tümleçleri bir bir banıp atfedilen sıfatlara içimdeki pimi
bir türlü çekip tamamen yok olamıyorum.
Çok kızgın ve öfkeli çevremdekiler en
çok da beni sevenler.
Elimin bir parmağını geçer mi ki?
Ya da lades diyebileceğim bir ikinci
kişiyi bulabilecek miyim?
Elimdeki mezura ile kaç bin kez aldım
boyumun ölçüsünü.
Hep aynıyım hep aynı: ne uzuyorum ne
de kısalıyorum lakin varlığımın ibaresi o şeriat düzleminde mütemadiyen
birikmekte adresime postalanan faturalar.
Şehrin gazabından yana dertli değilim
zira şehir dertli sakinlerinin verdiği sunum ve zarardan.
Düşe kalka yürümüyorum bilakis
zıplıyorum kanguru misali.
Bir elimde alınacaklar listesi bir
elimde borcumu öde öde bitiremediğim hak malikleri.
Ayan beyan terliyorum kışın ayazında
sanırım ayyuka çıktı içimdeki kurulu panik düzeneği.
Bazen ağzına bakıyorum insanların
bazense gözlerindeki kini itekliyorum ve çok korkuyorum onlara benzemekten.
Hangi düşün bezesi ki içindeki dağı
darma duman eden?
Hünkârbeğendi imler tehdit ediyor az
sonra yazacağım şiiri ve ellerimi kezzapla yıkıyorum yine de yanmıyor yine de
aşınmıyor kalemim sanırım ruhumdaki kurulu düzeneğe ayarlı bir geçiş
mekanizması gündelik hayattan ne zamanki yolum düşse edebiyata iyi de hep mi
hüzün yağar kelimelerinden gökyüzünde serenat yapan lügatten?
Bir teyakkuz ki sorma gitsin?
Az evvelimi muştuluyor bir şiirime
gelen yorumla içim kan ağlarken… sahi, nedendir bunca zamanki aşktan uzak
kalışım yine de demesin kimse yüreğim boş diye. Yüreğim boş olmasa da içimdeki
boşluk korkutuyor gözümü ve mütemadiyen umut pompalıyorum lakin bir yerde kaçak
var besbelli: ben pompaladıkça umudu kan basıncım bir inip bir yükseliyor ve
annem uyarıyor yeniden beni çok tuz kullanmayım, diye. Ne yani fena mı olur?
Tansiyonum 30’a tırmansa ve ben dünya gözüyle son kez göz atsam çevreme.
Tetikleyen ne çok duydu içimdeki
duygu pınarını ve tek seferde çektirdiğim oranla borcumu ödüyorum hayat denen
bankaya.
Bakiyem gözükmese de… sanırım uykulu
gözlerle elimdeki kredi karı bana pek bir hoş gözükmüş ne de olsa adıma kayıtlı
tek kredi kartım bile yok ne de olsa harcama babında sürekli duygu bozduruyorum
yine de hasılat pek bir kabarık.
Kinayeler uçuşuyor kar yerine.
Ayağım altındaki zemin kayıyor buz
niyetine.
Ben kışı artık sevmiyorum ve uzun
boylu bir yalnızlığı umutsuzlukla eşleştiriyorum.
Hastanenin yolunda kaybolduğum güzergâhta
patavatsız taksi şoförü söyleniyor sanki İstanbul trafiğinin tek müsebbibi
benim.
Sevmediğim o beyaz koridorlar:
Allah’tan annemin yattığı katta duvarlar rengârenk yine de içimdeki beyazlığı
bazense havadaki siyahlığı sonlandıramıyorum.
Benden daha mutlu ve umutlu
yataklarında sağlıklarına kavuşacağı bekleyen hastane misafirleri bense
boyutsuz bir kaygı ve korkuyla sorguluyorum içimden dışarı kaçan bu ölçüsüz
paniği de sonlandıramazken.
Bir matem havası olmasa da mahrem bir
acı mı ne benimki hani içimdeki resmi siyaha boyayıp tamamen görünmez olduğuma
kani olmak adına.
Ne çok rahmet Rabbimin sunumu yine de
hep bardağın boş tarafını görüyorum.
Lanetten yana dönük olmasa da başım
ve sığındığım Nas suresi.
Aşktan yana olmasa da derdim her
halükarda acılarım aşka ağır basıyor.
Verici kanallarımda alıcı dalgalar
parazit yapıyor sanırım içime serili ölü toprağı ile tadını çıkarıyorum
acıların belli ki mazoşist yönüm ağır basmakta ben ki telaffuz edemediğim
duyguların yüzü suyu hürmetine suratsız ve tatsız bir ruh hali ile dolanıyorum
ayaklarıma bassam da uçmayı talep ediyorum Tanrıdan aslında zaruri bir hayat
tecrübesi gidip geldiğim.
Sobelendiğimi bile bile bir kazanım
babında pabucunu dama atıyorum kaderin ve aşkın hitabesinde soruyorum da aşk
meleğine ki duymazda geldiği yetmezmiş gibi bu sefer iblis çemkiriyor.
Uzak dursa diye ümitlendiğim ne çok
yandaşı zulmün ve zalimin dolduruşuna gelsem de susmayı yeğlediğim için daha
bir kızgınlar.
İçimdeki t-cetveline artık hiçbir
madde atamıyorum sanırım emekliliği geldi tüm tamlamaların ve yarımların.
Hiçliğin hicvinde bam teline basmaksa
yokluğun belli ki varlık adına artık telaşlı değilim varsa yoksa sınandığım bu
sınavda bütünlemeye kalmadan bir üst seneye devretmek üstelik ailecek
sınandığımız şu son üç beş sene zarfında fiile geçmeyen hayallerimin de
çürümeye yüz tuttuğu istikamette ben bir isim tayin edemezken içimdeki efkâra.
Göğün katmanlarında serili içimdeki
parçalar hani nerede ise kat kat hamur açacağım acılarla ve içine küçük
pigmeler savuracağım bir avazda ölüp bir avazda aykırılığın tavan yaptığı şu
kayıp boylamda ben bir nebze de olsa huzur dilediğim çetrefilli hayat denen
düzenekte kimseyi mutlu edemezken içimdeki kamburu da sonlandırmak adına belki
de tahliye olma umudum hız kesmezken.
Alacaklı olsam da ödediğim borçlarımı
helal ediyorum kâinata ve içimi bir poşete sığdırıp teslim ediyorum yetkililere
üstelik pul bile etmezken varlığım poşetin değeri benden kat ve kat üstünken.
Ne dirsek çürüttüğüm sıralar ne de
beynimi patlattığım o uzun ve uykusuz geçen seneler akabinde meslek hayatımdaki
çöküntü ve enkaza dönen varlığımla artık neyin hesabını tutuyorsam bu saatten
sonra.
İkinci poşeti de alıyorum kalan son
paramla ve mazimle umutlarımı yatırıyorum boydan boya atıkların arasına
göndereceğimin bilincinde kaç akçe ettiğimi değil kaç ekran plazmada boy
göstereceğim pek de umurumda olmazken: ne de olsa ben şehirle aynı gün öldüm ve
tüm yoldan çıkmışlığını insanların görmezden gelip koruduğum değerlere sahip
çıkmanın arifesinde sonunda gömdüm kendimi şehrin mahzenine, tıpkı surlarda
yatan sırlarla eşleşen duygularımı nadasa bırakmışken takriben bin asır…