Gecikmeli bir aşk randevusu benimki
bilfiil içimi ihbar ettiğim bir de göğün laneti üstüme yağarken…
Aşkın nedamet iksirini az evvel içtim
ve geçtim kendimden.
Şehri istila eden yarasalar demek ki;
gece artık aralıksız nöbette bir de isyankâr deyişler teyakkuza geçen ve ılıman
iklim yerini ayaza bırakırken…
Hoş sohbet bir manzara aklımın kıyama
durduğu o rahle bir de boykot ettiğim iç sesin iz düşümü.
Makberlik benim acılarım.
Yeknesak tüm tutarsızlığım ve pişkin
edalarla içimi talan ettiğim.
Göklerin hükümranı; aşkın payidar
kılındığı o müfreze ve şahit tuttuğum kelaynak kuşları az sonra yağacak karın
da habercisi.
Bir ümit düşüyor yakamdan bir de
şehrin diğer yakasına yolcu ettiklerim.
İçime ektiklerim boy veriyor.
Tırpanla talan ettiğim öykümde mucizevi bir tını yine şehrin hâkimi başı boş
köpekler.
Lal satırlarda dumura uğruyor
sessizlik ve o aşüfte külyutmaz söylemler tüm mertliğini takınıp hizaya
geliyorlar.
Reşit bir coğrafya iklimin seğirdiği.
Ömrün gel-git akımlarına riayet eden
ölü gömücü makber âşıkları.
Ölümün sitayişi ve çürüğe çıkan
organlar yine şehrin belası o sis tabakasında gömüp de dirilttiğime tanığım
adeta içimin hezeyanlarını.
Bir tutam düş tutuyor yakamdan ve
sürüklüyor içindeki dehlize. Ben teyakkuzdaki bir kolluk kuvveti gibi canhıraş
siperdeyim.
Merhametin doruklarında Yaratan ve
surelerde doluyorum sonra da boşalıp çil yavrusu gibi dağılıyor içimin yetim
çocukları.
Ne ara sevdim?
Ne ara mağlup geldim?
Ne ara gördüm de görmezden geldim?
Şimdi kuş tutsam ağzımla demezler mi
ki; bırak kafesinde kalsın garip oysaki garibin garibi şahsıma dönük yüzünde
karanlığın ben şahadet şerbeti içmenin özlemi ile bağrımı açıp cebelleşiyorum
düşmanla.
Bir rehavet ki sormayın gitsin.
Öyle bir esaret ki göğün tembel
bulutlarına çemkiriyor iblis ve şehla düşlerime düşüyor yolun, sevgili.
Aşkın hümayunu o titrek sesinde
elemin bir de maviye çalan gözlerinde yetim mevsimin oysaki insanı ölümden bile
caydıran bir soğuk tutuklu tenimde ve aşkı ihbar eden satırları acele ile
karalayıp üstüne de bir bardak su içiyorum.
Devasa bir büyüteç içimin amblemi ve
Hakkın yolunda aralıksız koşuyorum.
Sevgiyi Mehter Marşı ile karşılıyorum
ve asla da uğurlamak istemiyorum.
İçimdeki cereyana kapılan nöbetçi
baykuşlar pas geçiyor beni; ben ki; en derbeder varlığın en debdebeli hüznü
payidar kılan yoldaşlığında aşkın nameler aşırıyorum şiirlerden.
Zamanın tabusu yok artık ve tebaası
da yok zira çoğunluk azınlığa yenik düşmüş ve sevgisizlikten pul pul dökülüyor
ölü derisi aşkın.
Aşkın sıfatı da yok.
Ben sıfatsızım oysaki eşrafın diline
düşmüşüm.
İçimde acıyan bir coğrafya kanıyor da
kanıyor. Süt kokan bebeler var elemin ellerinde ve onları terk eden sözüm ona
anneleri var artık kadere biat kedere inat süt liman süt dolu göğüsleri.
Aşkına nazire eden dertli şair.
Yüreğini ihbar eden komşu terzi.
Sevdayı lal bilen satırlar.
Hangi ara sevdim ki?
Zamanın meftun telaşlarında yarım
yamalak seyrediyorum varlığın temaşasını.
Tutuklu imgelerle yaptığım tangoya
aldırmıyor ebabil kuşları.
Bir kuş sütü eksik acıdan müteşekkil
soframda başmisafir yine sevgi düşesi satırlar.
Muhiti yolculuğumun aslında ayakları
olmayan bir köprü ve acıların seyrüseferinde ben denizin soğuk sularında yüzme
öğretiyorum acılarıma ve bilinmezliğin küpeştesinde seyrediyorum cihanı.
Yazmaya henüz başlamadığımın romanın
son sözü bile hazır iken biliyorum ki ben hayata hep sondan başlayıp başa
yürüdüm son izlekte mağdur bir kuş iken giriş cümlesine ancak erdim yarım asra
yaklaşık ömrümde baştabip atadım içimdeki kekeme çocuğu sırf yorgun yüreğim
ıslah olsun diye görmez numarası yaptı şiirlerimdeki başsavcı.
Hep edilgenim.
Hep etmen olmayı dilediğim bir
dilemma.
Başların ayak olduğu belki ayakların
baş olduğu tabirine düşüp de yolum gözlerimi alamıyorum aşktan oysaki aşkın
vebaliyim ve aşkın esiri aslında aşka dönük yüzünde yorgun şehrin ben bir posta
güverciniyim içimdeki şehla düşlere yaz, emri veren sonra da sayfa sayfa
yaydığım o veryansın hani olur da zevkten değil kederimden ölürüm diye.
Suretlerin yanılgıya dönüştüğü ve
şehrin değil de sakinlerinin esaretine kapılmış o iki yakası bir araya gelmeyen
düşlerim.
Temkinliyim artık severken lakin bu,
beni sevmekten alıkoymuyor.
Aşka dirayetsizliğim belki de makul
olmayan bir sevda pasajı içimdeki dirliğe tahammülüm yok iken ezkaza gülümsesem
sonramı da yok saysam şehrin tebaasına dönük yüzünde yalnızlığımın beyan etsem
delirdiğimi ve deli gibi sevdiğimi.
Sessizim lakin sadece O’nun bildiği
bir aşk masalı içimdeki dirayetsiz iklimlerin seyirci olduğu ve o yobaz seyirci
güruhu sadece alaşağı ediyor mabedimi.
Aşkın körebe oynadığı bir de yoldan
çıkmışlığı şehir sakinlerinin ve diretiyorum aklım başımdan gitmişçesine ve
çapaklarında yalnızlığın biliyorum ki; iki kişilik bu yalnızlığı asla kimse
bilmeyecek.
Basireti bağlanmış mutluluğun en
yakın takipçisiyim ben ki mavi düşlerin bazen siyaha çaldığı bu kadraja
girmeyen düşlerin, ela bir sancıyım sus pus mevsimde satılmışlığın muhasebesini
yaparken münafık bedenler.
Ruhumla sevdiğim kadar ruhumla
yarıştığım.
Aşkın kıyametinde özlemden esefle söz
etmeyi de kendime yasakladığım.
Aşk dediğin imkânsız olacak ki
acısını doya doya yaşayayım ve debdebeli olmalı ki hüznüm bağlaçlar çemkirmesin
içimdeki tutuklu yüreğe.
Beynamaz düşlerden alamazken başını
kimisi ben bağlama çalan bir dervişin en sadık müridiyim ve sağdıcı iken aşkın
ve hüznün körüklenen hangi minvalimse süt dişlerine talibim içimdeki yorgun ve
mutsuz çocuğun belki de devasa bir yenilmişlik duygusu yine yazmama vesile bu
aşkın büyüsünde benlik bir gamla damsız bir aşka yürek koyan.