Zaman çınlıyor zihnin rutininde ben iğne iplik arayışı ile dudaklarımı dikmek isterken…

 

Ölsem bile ne gam hele ki bayat ve ekşi bir yalnızlıkta, ben küf kokan zihinlerin merkezinde bir pergele nispet yapan döngünün de tasviri ile içimdeki terennümü gizlerken yüreğin şahikası…

 

Kirli ellerinde namus bekçilerinin hırçın bir iç sesiyim yine şehrin girizgâhında, aradığım tabelayı bulamadığımdan mı ne; içimdeki rakımı adım ölçerle tespit edip şehir ile boy ölçüşmeye kalktığımın da sabahı…

 

Ambulansın sireninde bir tanıdıklık hissediyorum.

 

Muadili acıların, işveli bir dış ses yine iç sesin belini büken rugan bir ayakkabı adeta tarafınca çiğnendiğim.

 

Bir kâbustan uyanıp gerçeklere varışım ehemmiyet taşımıyor belki de taşınmaz bir malın ağırlığı altında ezilirken bir hışımla kendime eziyet yapmayı maharet sandığım.

 

Küllerine muhtacım yaktığım şiirlerin belki de yanan tebaası içimdeki kayıp şehrin.

 

Atlaslarca yorgunluk var içimdeki dehlizde ve ben paniklerin doruğunda külyutmaz bir pehlivan kadar donanımlı olmayı hayal ediyorum.

 

İçimdeki buyurgan imler tehdit ediyor beni ki yazmakla mükellef olduğumun bilincinde uyuyorum dirençsiz nefsime.

 

Aşkın kıyama durduğu her izbede ben yeniden beyaza boyuyorum karanlığı lakin devasa siyah boyanın peyzajında nüktedan söylemler dokunduruyor:

 

Neye yeteceksin bir başına?

 

Ne efkarın detone sesinde ne de varlığın ketum diyezlerinde…

 

Sona geçiyorum aslımı doğradığım o salata tabağında bir lokmayım etimle budumla neye denk düştüğüm mü insan ırkında yoksa hükümranlığında Tanrının, bayat bir espri miyim az sonra kundaklanacak o cahil cesaretim ile toplumu karşıma aldığım bir mübalağa mı yoksa?

 

İçimdeki sevgi pınarına çemkiren suretler var aslında sayısız maskenin sonlandırdığı gerçekler var ve görünmezin çağrısında ben sadece bemol, demeyi emreden bir orkestra şefi gibi kâinatın orkestrasına sunuyorum içimdeki kayıp güftelerin temkinli çağrısında sonlanmayı dileyen akıl melekelerim ile ne kadar üstün olabilirim geçmişimdeki ben’den diyebilmenin bir mazereti var mı yok mu ikileme düştüğümün de seyircisi iken bilfiil.

 

Handikapların mimarı nefsim ve soluksuz kaldığım her an akabinde oksijen maskesine sahip çıkan bir Koh hastası gibi illet duvarlarında soğuk hastane koridorlarının ben beynamaz narkozun esaretindeki bilinmezliğe geçit vermeyen bir sanrı tarafından ihlal ediliyorum.

 

Ekşiyen midesinde iblisin hep şaibeli ölümler var.

 

Kırılgan kanatlarında ömrün, devasa kelebekler konuşlu her yeni güne.

 

Yeni yılın ilk haftasında, kozamdaki örtüyü silkeliyorum sanırım baş aşağı düşeceğimin de garantisi beynamaz yetilerime bir kılıf ararken aslında içimdeki Mihriban dokunaklı türküler söylüyor.

 

Salonun sehpasında devasa bir ayna ve üzerindeki örtüyü kaldırıp yeniden görüyorum çizilmiş ve kanamış yüzünü hayatın bu yüzden aynanın iç burkan hüviyetine kızgınım ne de olsa kendimle barışık olmaya meyyal bir buhran her şeyi alt üst ediyor.

 

Yüzündeki sivilceyi sıkan ergenler gibi heyecanlıyım genelde hele ki alt yapısı olmayan bir şehrin depreme dayanıklı olmayan kırılgan binalarında ölümü bekleyen şehir sakinlerinden biriyim.

 

İçimdeki kıpırtıyı adlandıramazsam da ne zamanki yolum yazmaya düşse yerine geçen o coşku ile kundaklanıyor tüm huzursuzluğum ve mutlu bir ölü olmayı başarıyorum ne zamanki geçici bir nokta koysam içimdeki asi sese.

 

Zamanı durdurabilmekle paralel seyreden bir dürtü yazmanın haşmetine ve rehavetine kapılıp içimdeki zamansız iklimleri yaşadığım mizansene denk düşürdüğüm.

 

Şimdimi askıya aldım işte an itibari ile.

 

Dünümden kaygısız yarınımdan beklentisiz seyrinde şafağın tecelli ettiği o beyaz dünyamı da sular basmadan kaçıp gitmenin hikmetine vakıfım ve ben, bi su perisi olmanın asaletine doymadan ölmeyi reddediyorum ve yazmadan geçen günümü de karanlığa teslim ediyorum omzumdaki melekler yorgun düşse de mutluyum kendimce bir bir dokunduğum hayallerime yeni bit çerçeve edindiğim her sayfada irkildiğim dünya gerçeklerinden bağımsız yaşamayı da şiar edindiğimin bir garantisi adeta yazmak.

 


( Siren... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 11.01.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.