Ekim ayında Artvin’den Derince ’ye döndükten beri ocak ayının ortalarına kadar hemşeri derneğimize ancak üç kez uğrayabildim. Yıllar önce ortaokul son sınıf birinci dönemde tam otuz beş roman okumuştum. Çalıkuşu’ndan Yılanların Öcü ’ne kadar elime hangi roman geçiyorsa bir ya da iki günde bitiriyordum. Geçtiğimiz günlerde de tıpkı ortaokul yıllarındaki gibi aynı tempoda bir okuma dönemine girdim. İki haftada üç-dört kitap evime konuk oldu. İlçe halk kütüphanesinin yıllardır değişmez müdavimiyim zaten. Bir taraftan da yazma hastalığı derken derneği iyice boşladım. Böyle olmaz diyerek haftanın bir gününü derneğe ayırdım. Arkadaşlarla buluşup selamlaşma, yarenlik etmeden olmaz.

 

         Geçen hafta dernekteydim. Selamlaşma, birazcık gazetelere göz atma derken sohbet başladı. Üyelerimiz çoğunlukla emekli dostlar. Nasıl derler, “Gençler ümitle, yaşlılar anılarıyla yaşar.” Sohbetlerin şaşmaz konusu memleket sorunları öncelikle ve de anılar. Sazı eline alan ne çok makbul çareler üretiyor ülke sorunlarını çözmek; güzel günler görmek adına. Saymakla bitmez. Tabi dillendirilen çareler dernek lokalinden ileriye gitmez!  Anılara geldi sıra. Günün sohbetinin en ilginci, emekli komiser hemşerimizin anı öyküsüydü.

 

         Uzun boylu, daha kırlaşmamış saçları, memleket ağzı deyişle babayiğit bir adamdır komiserimiz. İri siyah gözleri, kalın kaşları, çıkık elmacık kemikleri ve uzun boyuyla komiserliğe yakışan bir fiziğe sahiptir. Net cümleleri, sözlerinin arasına tatlı, bazen de sinkaflı laflar katan hoş sohbet bir değerdir sevgili hemşehrimiz. Mehter Takımı gibi iki ileri bir geri gündemden düşmeyen akaryakıt zamlar konuşulmaya başladı. Komiserimiz:

 

         “Arkadaşlar, akaryakıtla ilgili başımdan geçen bir olayı anlatayım da bir dinleyin” Diye söze başladı.

 

         “Askerden henüz dönmüşüm.  İş arıyorum.  Elimde kapı gibi lise diplomam var. Lakin bir türlü iş bulamıyorum. Daha askere gitmeden evlenmiştim. “Yer demir gök bakır.” Hangi kapıya başvursam sonuç hüsran oluyor! Hani o yaşta bir sigara parası bulamamak, baba eline bakmak ne acı. Polislik için müracaat ettim. O yıllarda ortaokul ve lise diploması olanları polis olarak göreve başlatıyorlardı. Beklemek ne kadar zordur. Çeken bilir sadece.  Günler geçmiyordu bir türlü… Başınızı fazla ayırtmayayım.”

 

          Dinle oğlum, bak polislik nasılmış…

 

          Sekiz-on arkadaş can kulağıyla dinliyoruz. Günlerden Pazar. Aramızda genç bir polis arkadaş da var. Komiserimiz ona takılmadan edemiyor: Az önceki sözü çalışan genç bir polis arkadaşa söyledi.

 

         “Günlerden bir gün muhtarımız ilçeden köye dönüyordu. Bıyık altından gülerken sigara dumanından sararmış dişleri parlıyordu.

 

         ‘Azmi, bir müjdem var sana. Bir kuzu kesmeye söz verirsen müjdemi söylerim…’

 

          Sanki gök açıldı benim için. Haberin müracaatımla ilgili olduğu içime doğdu. Canın sağ olsun muhtar emmi. Söz olsun. Bir kuzu feda olsun sana… . Hele söyle, nedir haber. Muhtar Hasan Dayı,

 

          ‘Oğlum, müracaatın kabul olmuş. Polis oluyorsun. Geç kalmadan yarın ilçeye git.’

 

         Dünya benim olmuştu. Batmakta olan güneşin ışıkları birden altın rengine dönüştü. Sözü uzatmayayım fazla. Polis olduk. İlk görev yerim Samsun’du.

 

         Yetmişli yılların sonu rahmetli Bülent Ecevit başbakan, hükümet ediyor. Arkadaşlar bilen bilir o yılları. Piyasadan günlük ihtiyaç malları çekildi(!) Sigaradan yemeklik yağlara kadar birçok ihtiyaç malı karaborsaya düştü. Kuyruklar uzadı. Bu arada anarşi azdı. Bazı günler kan gölüne dönüyordu sokaklar …

 

          Görevdeyim. Yanımda kıdemli bir polis ağabey var. Bir yakıt istasyonunu yanından geçerken hararetli bir tartışmaya tanık olduk. Tartışanların yanına yaklaştık. Bir vasıta sahibi ile yakıt istasyon sahibi tartışıyordu. O yıllarda Dünya’da da akaryakıt sıkıntısı var. Türkiye’de ise durum daha da kötüydü. Deposuna yeterli yakıt doldurabilen sürücüler gömüt bulmuş insanlar gibi sevinirdi…

 

         Arabasını yakıt pompasının yanına çekmiş bir yolcu yakıt almak istiyor. İstasyon görevlisi beş litreden fazla yakıt veremem diyor. Araç sahibi:

 

         ‘Ankara’dan geliyorum. Hastahaneden çıktık. Eşim operasyon geçirdi. Rizeliyim. Çok az param var. Sizden beni Rize’ye götürecek kadar yakıt istiyorum.’ Deyip yerlere sarılıyor. İstasyon görevlisi Nuh diyor peygamber demiyor. Olaya balıklama daldım. Arkadaşım fulla adamın deposu, ben anlamam dedim…

 

         Depo fullendı. Parasını ödedim. Rizelinin cebine söylemesi ayıp harçlık koydum. Adamı yolcu ettik. Daireye geldik. Şakacı polis ağabey olayı olduğu gibi polis arkadaşlara anlattı. Arkadaşlara yayıldı haber. Çaylak bir polisim. Görevini aksatmadan yapmaya çalışıyorum. Arkadaşlar şakalaşmaya başladı benimle:

 

         ‘Artvinli polis, çok yardım sever bir arkadaşsın. Arabama benzin dolduracağım. Param da yok. Bir güzellik yap bana da. Atıver üç beş bu gariban arkadaşına…’

 

          Hele bazıları sıkma kendini fazla. Bir çorba parası…” diyerek beni makaraya alıyorlardı. O kadar ciddi konuşuyorlardı ki, bazen cüzdanıma el atıyordum gönüllerini hoş tutmak için. Neyse bu kez kalsın, bir daha ki sefere deyip günü gün ediyorlardı. Gerçi şakaydı yaptıkları ya... Kulaklarım kızarmaya başlayınca ortalık sakinleşiyordu. Günler geçti. Şakaların dozu düştü.

 

          Bir gün nöbetçi arkadaş, emniyet müdürünün beni makamına çağırdığını söyledi. Başıma kaynar sular döküldü. Çaylak polisten müdürümüz ne ister? Korka korka müdürün makamına gittim. Kapıyı tıklatıp içeri girdim.

 

         Kalbim güm güm atıyor. Acaba ne kabahat işledim. İlk kez amirim beni çağırdı. Kendimi biraz toparladım. Bir selam çaktım. Ne göreyim arabasına yakıt koydurduğum Rizeli vatandaş müdürün yanında. Müdür sordu.

 

‘Oğlum bu adamı tanıyor musun?’

 

         Evet, müdürüm deyip, akaryakıt istasyonunda yaşadığımız olayı bir bir anlattım. Ben anlattıkça müdürün yüzünde güller açıyordu. Heyecanım geçti. Bülbül gibi şakıyordum. Odanın havası iyice güzelleşti. Dolu beklerken tatlı bir nisan yağmuru yağmaya başladı. Müdürüm ayağı kalkıp yanıma geldi. Babacan tavrıyla kucakladı beni, yanaklarımdan öptü. Anlatmaya başladı:

 

          ‘Oğlum senin gibi altın kalpli bir memurum olduğu için mutluyum… Sana üç maaş ikramiye takdir ediyorum. Türk polisi budur işte.’ Aylar önce muhtarın müjdeli haberini duyduğumdaki sevinçten daha büyük bir sevinç yaşadım.

 

          İkramiye değildi sevinç kaynağım. Amirimin ruhumu fetheden sözleri ve Rizeli hemşerimin soylu davranışı bana çifte sevinç yaşattı. Unutmadan söyleyeyim Rizeli hemşerim kendisine verdiğim parayı sundu bana. Kabul etmedim. Adam zorla koydu o parayı cebime.”

 

         Komiserimin öyküsünü çok beğendim. Yıllar önce yaşanan bu örnek olaya saygım nedeniyle dernek lokalinde dinlediklerimi virgülüne dokunmadan anlattım. Sadece, komiser hemşehrimin ağzından kaçırdığı sinkaflı lafları es geçtim…

 

İbrahim Yılmaz

        

 

 

 

( Bir Polis Öyküsü başlıklı yazı sahara tarafından 18.01.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.